Bölüm 7

Yatmadan önce okuldan kaçıp kaçmayan var mı diye emin olmak adına saat 22:00 civarı yapılacak olan son yoklamaya dişlerimizi fırçalayıp sigara kokmadan katılabilmek için koğuşlara(yatakhanelere) doğru yürümeye başladık… Kalbim disiplinsiz belediye bandoları gibi atıyordu, ritimsiz, gelişigüzel.. Bir an uzun aralıklarla fakat güm güm atarken, bir sonraki anda kısa kısa ve tamtiritamtam tempolarla atıyordu.. Koğuşların merdivenlerinden çıkarken meşhur zombie walk’uma çeyrek vardı.. Zombie olduğunu çaktırmamak için götünü yırtan bir ölü yürüyüşüydü merdivenlerden Keş’in kolu altında çıkışım, Keş desteklemese kendimi o merdivenlerden yuvarlanacakmış gibi hissediyordum.. Ayakkabılarım 50şer kiloydu o an.. Her şeye küfrediyordum, pişmanlıktan ölüyordum ama yine de inadına Keş’e doğru çekiliyordum..


Yoklamadan sonra Keş gelmeden hemen yatağı düzenledim ve yorganın altına girerek gözlerimi kapadım.. Normalde koğuştaki sikiklerin sesinden uyuyamayan ben bu sefer kalbimin sesinden sağır olmuştum.. Havadaki gerginlik öyle yoğundu ki bozuk para atsam asılı kalırdı gibime geliyor.. Yatağa uzandığında bir insan derin derin nefes almaya başladıysa uyumak üzeredir ama benim aldığım nefes ciğerlerime az geliyordu, okulun etrafında 3 tur (sanırım 15bin metreye yakın ediyor bu 3 tur) koşmuş 40 yıllık sigara tiryakisi gibi nefes alıyordum.. Yüzüm de kireç gibiydi.. Derken gözlerim kapalı olmasına rağmen bir gölge hissettim göz kapaklarımın üstünde ama götüm yemedi gözlerimi açmaya.. Biri omzuma dokunuyordu sanki tüm koğuş uyuyormuş da beni, kimseyi rahatsız etmeden uyandırmaya çalışıyormuş gibiydi.. Keş’in dokunuşuydu bu, 40 yıl uzak kalsak ve gözüm kapalıyken biri gelip benim omzuma dokunsa yine de anlarım onun Keş olup olmadığını.. Bir dokundu iki dokundu üç dokundu derken sike sike gözlerimi açmak zorunda kaldım ve hayatımın en beceriksiz uykulu insan rolü için yutkunup hazırlandım.. “Oğlum bırak allah aşkına senin bu saatte uyumayacağını adımdan iyi biliyorum ben numara yapma” dedi Keş ve ben yutkunduğumla kaldım o an.. Yüzündeki ifade o kadar masumdu ki, ona o an yalan söylesem birini öldürmüşçesine vicdan azabı çekeceğimi düşündüm.. “Hadi gel bi sigara içelim” dedi ve ardından yorganı açıp yine o piç gülümsemesiyle kolumdan çekti..


İçimden ona söylemek için biriktirdiğim tonlarca küfürün yerini anlamsız bir sempatiye bıraktığı andı.. Dedim ya hani o bir dengesizdi ben bin… “Haha tamam geliyorum tamam” dedim en davetkar gülümseyişimle.. Kolumu hala bırakmamıştı ve kol kola gittik tuvalete (romantizmin içine neden sıçtığımız belli, tuvalette başlayan ve devam eden şeyden ne beklenir ki).. yine lavaboların arkasındaki kabinlerden en sonuncuyu seçtik ve kabine girmeden önce de kabinin üstünde yanan florasanı söndürdük malum kabinin tepesinden yangın varmış gibi çıkan duman dışardan bakılınca belli olmamalıydı.. Her defasında son kabini seçme sebebimiz sikişe elverişli olduğundan değildi sadece pencere son kabinin üstündeydi ve her yeri sigara kokutarak yakayı ele vermek istemiyorduk.. Yoksa öncelikli amacımız seks veya aşk veya sevişmek vs değildi, iş düşünüyorduk biz orda abi üstüme gelmeyin lan tamam sevişmeye de en elverişli olan orasıydı ama cidden o akşam aklımdan geçen sevişmek değildi sadece istediği gibi beraber sigaramızı içip arkadaşlığımızı kurtarmaktı.. Tabi ütopyalar kadar mide bulandırıcı bir avuntuydu bu kendime aşıladığım ” ov may gad arkidişliğimizi kurtariciiiiğim” yalanı.. Ne arkadaşlığı amk sevişirken hiç öyle hissetmiyordun, ya da yanaşırken.. Şimdi neyin pollyannalığıydı bu.. Yine de akıntıya karşı yüzmekten yorulmuş adamın şelale öncesi tutunabileceği son dala var gücüyle kulaç atması gibi sarıldım o yalana.. Aramızdaki şey hataydı, gerçek değildi, ve tekrarlanmamalıydı.. İkimizin de kız arkadaşı vardı amk bi kere.. Şizofrenik hesaplaşmaların kangren yanıtlarıyla girdiğim tuvalet kabininde Keş’in konuşmaya başlamasıyla kangren olan yerleri kesip atmış ve üstüne sifonu çekmiş gibi irkilerek dikkatimi ona verdim.. Keş’e bakarken irade’yi de arka cebimdeki kuğulluğumun yanına sıkıştırıverdim..


Aşırı pişmanlık sona erdi ve koy götüne rahman gelsin evresi böylece başlamış oldu.. Aramızda geçen konuşma gayet yüzeysel ve anlamsızdı “hadi abi çılgınlar gibi sevişelim yine” demeye utanan iki ergenin tensel olarak yaklaşıp sözel olarak inadına uzaklaştığı bir sohbetti.. “Haftasonun nasıl geçti neler yaptın ben yokken”, “Cezalıydım oğlum bildiğin gibi ne yapayım bütün gün okuldaydım işte”, “Gürbüzleyken canın sıkılmamıştır pek ha ?”. İşte bu cümledeki gizli sikiştiniz mi ögesini bulunuz…


Siktiriboktan prizlere ütü fişi takarken ani bir elektrik sıçraması olur ya hani, o an beynim öyleydi, ellerim karıncalanıyordu ve üst dudak sağ taraftan pıt pıt seyirmeye başlamıştı.. Amına koduğumun piçi psikolojimi siktiği yetmiyormuş gibi biyolojimi de sağ bırakmamaya yeminli gibiydi.. Yine de soğukkanlılık candır kandır diyerek (ibnesel asalet) “Sağolsun yaa bir dakka olsun yalnız bırakmadı, utanmasam benimle cezalı olduğuna sevincem neredeyse” dedim.. Keş’in suratı dağılmıştı bu sefer.. O an benden “yok oğlum ne saçmalıyorsun sen ya” dememi beklemediyse ben de Anıl değilim.. ama götlüğe götlük işte..


Tenlerimiz birbiri için çıldırsa da aklım reddediyordu şerefsizi.. “vaaay demek öyle ha iyiymiş” dedi pis pis sırıtarak.. “iyi tabi ya o olmasa bu haftasonu sıkıntıdan patlardım” dedim üstün salağa yatma yeteneğime sarılarak.. “neyse sevindim ya..” dedi masum masum.. hafif gülümsemekle yetindim o an suratıma bakıp bakmadığını bilmeden.. Bu çocuk beni çok şaşırtıyordu, kafasına bir şey mi düştü diye düşünürken aptal aptal sırıtmış olmalıyım ki “ne oldu neden gülüyorsun” dedi tatlı tatlı gülümseyerek bana.. “yok bir şey” dedim aniden, o “yok bir şey” demeler başlatır ya tüm ucuz cilveleşmeleri, o an bunu düşünmeden “yok bir şey” dediğim için anlık kramplar giriyordu mideme.. Sadece baktı yüzüme ve 1bucuk 2 metrekarelik tuvalet kabininde gözleri harici bakabileceğim santimetrekare kalmamışçasını kilitlendim gözlerine.. Nefes alışverişlerimiz, gözler, nefes alışverişlerimiz, gülümsemeler, gözler, nefes alışverişlerimiz, yakınlaşmaya meyilli tenler, ve Keş’in göz kırpışı…


O göz kırpınca kalbimin durduğunu hissederdim, göz kırparken kirpiklerinin yanağına dokunuşu akşam güneşi gibiydi.. Dizlerim bu manzarayı yine ayakta alkışlıyordu titremekten.. Hayatın bazı anları vardır böyle, nasıl desem, genelde hızlı akan zaman, o dakikalarda dinleniyormuş gibi durur ve her neye takıldıysa gözünüz,bu göz kırpma gibi saniyelik de olsa, o saniyeyi dakikalarca izlemişçesine kazır aklınıza.. İçimden “bu orospuçocuğu işini biliyor amk” diye boykot yaparken belimden tutup beni usulca kendine çekti ve dudakları boynuma doğru yaklaşmaya başladı..

Yorumlar 1

  • AĞIR Spoiler alert*


    “Gürbüzleyken canın sıkılmamıştır pek ha ?”

    Resmen ağız arama bu işte! Başka kimler biliyor acaba ben tek miyim demenin başka hali. Seni o zamanlar sevmiyordu emin değildi bunu kendisi de ileride söylemişti zaten. Keş en başından beri açık açık korkuyordu. İdarenin kendisini de atabileceğini biliyordu okuldan o yüzden onlara gidemedi. Bu kadar samimi olduktan sonra birden bire uzaklaşırsanız Gürbüz ve diğerlerinin bunu fark edebileceğini biliyordu o yüzden iyi bir oyunculuk sergiledi belki de. Gürbüz ve diğerlerine senden önce o söylemeliydi çünkü bunu en azından kendini kurtarabilmek için. Bu kitabın adı ne? "sanırım o orospu çocuğu sendin aşkım" bu maceranın sonunun iyi bitmediğini düşünüyorum ve buna sebep olacak şeyler bence her şeyin başladığı zamanda gizli.