Bölüm 86

Ertesi gün herkes kahvaltıya eve gidecekleri kıyafetleriyle inmişti.. Bizim o gece boyu “Hobareeeeey! Ne güzel oğlum bütün okul bize kalcak!” diye birbirimize verdiğimiz tüm gazın söndüğü andı.. Milleti mutlu mesut gülüp eğlenirken görmek bildiğin moralimi bozdu.. Elimde kahvaltı tabağım masama geçtim ama tek lokma yesem kusacak gibiydim stresten.. Sandalyede arkama dönüp bakınmaya başladım, Pan’ın kahvaltıya gelip gelmediğini merak ediyordum.. “Pşşşt! Kime bakıyon lan?” dedi, “Oha oğlum sana bakıyordum sen ne ara geldin?” diye sordum.. “Şimdi geldim ama bunlarla aynı yemekhanede bir şey geçmez boğazımdan..” dedi. “Tamam öyleyse hadi gidelim” dedim.. “Nereye lan?” dedi.. “Kahve alırız. İki tane de camel.. Ohh!” dedim. “E hadi madem” dedi.. Onu hiç bu kadar üzgün görmemiştim.. O anki modu “üzgün” de değildi aslında.. Sadece ağladı ağlayacak haldeydi.. Onun o kederini kimse göremezdi, sadece çok yakın olduğumuz için gözlerinden anlıyordum ağzından çıkanla aklından geçenin ayrı olduğunu..


Yemekhaneden çıkıp tünele girdik, Pan önden sinirli sinirli yürüyordu.. “Lan bak sokarım senin kahvene, piç! Ellerim yandı amk sana yetişcem derken!” diye bağırdım.. Birden kavga etme modunda bana doğru döndü ama ellerimi görünce “Oha oğlum niye daha önce söylemedin, ben taşırdım amk” diyerek aceleyle kahveleri aldı.. Bildiğin iki bardağın da çeyreklik bölümü ellerime dökülmüş bütün parmaklarım kıpkırmızıydı.. “Yok bir şey olmadı, biraz döküldü sadece.. Ben kahveler içemeden bitmesin diye şeaptım” dedim utanarak.. “He amk he” diyerek güldü.. Oldum olası bardaktır tabaktır taşıyamam.. Taşırsam da yere göğe saçarım.. Doğuştan gelen bir sakarlığım var, ergenlikle alakası olmayan bir sakarlıktı bu.. Gece evdeyken hep o suyu mutfakta içer öyle dönerdim odama, bir kere bile “Bir bardak su da yanıma alayım” diyerek taşıyamadım odama kadar.. Şu yaşıma geldim hala aynıyım, odama çıkan merdivenler bildiğin kahve lekesinden geçilmiyor! Ziyancının önde gideniyim.


Sigaraları yakıp merdivenlere oturduğumuzda “Lan bu halin ne?” dedim Pan’a.. “Ne var halimde?” diye sordu.. “Ne var halinde?” diyerek soruyu geri sektirdim.. İkimiz de susmuştuk.. “Oğlum mal mısın lan? Her Allah’ın günü beraberiz amk, birbirimizden başkasına dönüp nasılsın bile demiyoruz.. Şimdi kalkmış gidiyorlar diye üzülüyor musun?” dedim gülerek.. “Ben onların gitmesine üzülmedim ki..” dedi.. “Peki ya ne?” dedim.. “Ben bizim gidemememize üzüldüm.” dedi. Ters köşe olmuştum bu yanıtla.. “hurmalar-tırmalar ha?” diyerek gülmeye başladım.. “yırtar-parçalar ya!” diyerek o da gülmeye başladı.. Sinirlerimiz bozulmuştu.. Yine en iyi bildiğimiz işi yapıyorduk: Ağlanacak halimize gülmek!


Asıl dram “İkmale kalanlar için yeni koğuş-kısım listesi panoya asıldı! Arkadaşlarımız oradan bakıp kendi eşyalarını yeni koğuş ve kısımlarına taşısınlar.” anonsu yapılınca başlamıştı.. Yaz tatiline çıkacak olanları şehre taşıyacak otobüsler kütüphane önündeydi.. Biz koğuşlardaki eşyalarımızı taşımaya giderken, diğerleri “Hadi iyi tatiller abi” diyerek birbiriyle vedalaşıyordu.. Hava da öyle bir sıcaktı ki, güneş yerden sekip bize vuruyordu.. 11 ayın sultanı “domaltan” böylece başlamış oldu.. Allah’tan o dönem facebook falan yok böyle, yoksa milletin havuzlu-denizli içmeli-sıçmalı tatil fotoğraflarını gördükçe intihara kalkışırdık..


Yeni koğuş-kısım düzenlerinde ben ve Sırık aynı kısım ve koğuşta.. Gürbüz’le Keş, bizim bir önceki koğuş ve kısmımızda, Pan ise iki yan taraftaydı.. Hepimizi aynı kat’a yerleştirme sebepleri, tüm katları kirletmeyelim diyeydi.. Ayrıca bir aradayken takip edilmemiz daha kolay olacaktı.. Keş’le Gürbüz sadece bir dersten bütünlemeye kalmışlardı “matematik”.. Matematik sınavı da yaz okulu döneminin ilk sınavıydı, bu sayede en fazla sayıdaki öğrenci bir anda evlerine gönderilip okulun üzerindeki maddi yük azaltılacaktı.. Ben ve Sırık “Matematik+Geometri” dallarında ödüle layık görülmüştük, Geometri sınavı biyolojiden sonra olcaktı.. Pan ise aramızdaki en bahtsızıydı “Matematik+Biyoloji+Geometri+Fizik+Kimya”.. Başka hangi ders kaldı ki geriye demeyin, biz hem sayısal hem de sözel alanın tüm derslerini alıyorduk.. Dolayısıyla fen liseleri kadar basit değildi müfredatımız..


Sınav tarihlerine sevinmiştim Keş malı 9 gün sonrasında siktir olup gidecek diye, ama Keş’le beraber Gürbüz’ün de gidecek olması koymuştu.. Neyse yaa Gürbüz’ün olmadığı yerde Sırık’a “David Beckham” denir.. Hem Sırık’la da aram kötü değildi.. Pan’ın sınavlarının benimkilerden sonra bitecek olması moralimi bozmuştu.. 5 gün fazladan kalacaktı okulda.. Bütünleme sınav tarihleri aylar önce belli olsaydı, tatile Pan’la aynı gün çıkmak için onun gireceği en son sınavın dersinden kalırdım.. Hem bizi aynı koğuşa verirlerdi.. Ohh!


Akşam saatleri bir avuç gerizekalı öğrenci olarak kantinde toplanmış, gün boyu tatile çıkan öğrencilere el sallamanın verdiği yorgunluğu üzerimizden atmak için kendimizi koltuklarda yayıla bayıla televizyon izlemeye vurmuştuk.. Hayatın alayına anlamsız geldiği dakikalardı.. Etrafta ölüm sessizliği, kimse kimseyle konuşmuyor.. İdare bizi sikine takmıyor, biz idareyi.. Hem ne konuşacaktık ki.. “Hacııı, nasıl geçemedik be!”… “Offf çok iyi kaldık yaa!”.. “Yalnız baya iyi taktık derslerden haa!”. Herkes birbirinin hangi derslerden kaldığını biliyordu.. Toplasan 100 öğrenci falan kalmıştı okulda.. Bunlardan 48i bir tek matematikten takmıştı..


Kalan öğrencilerin çoğu kendi akılsızlıklarından değil, öğretmenlerin piçliğinden kalıyordu.. Öğretmenlik kutsal bir meslek derler ya, işte bu öğretmenler o kutsal mesleği orospu eden lavuklardandı.. Öğrenci dediğin başarısız olursa bütünlemeye bırakılır, “O elemanı gözüm hiç tutmadı” mantığıyla öğrencinin sınav kağıdını haksız yere aşırı puan kırarak okumakla değil!.. İşte biz matematikten kalanlar öğretmen piçliğinin madurlarıydık.. Hatırlarsanız size Boris denen şerefsiz hocadan bahsetmiştim, piknik tipi orospuçocuğu diyerek.. İşte sevgili matematik hocamız oydu.. Hakederek kalmaya bir şey demiyorum, ama sırf ego tatmini yüzünden ailelerinin yanına gitmekten alıkonan o masum öğrencilere harbiden üzülüyordum.. Geometri hocamızı severdim ama.. Kalışımda adamın suçu yoktu.. Baktım Boris bırakacak beni belli, kalktım Boris’in matematik sınavında loto oynadım.. Sonra “Bütün yaz okulu boyunca bir tek matematikle mi uğraşıcam, canım sıkılır!” diyerek geometriden de kendi rızamla kalmıştım.. Hem geometriyi çok seviyordum, o şekillerin üzerine şekiller eklemek, çizgiler çekmek… Soruyu çözmek için “bakmak” yetmiyordu; “görmek” lazımdı.. Bulmaca gibi oluşunu seviyordum dersin..


Pan’la kantinin en köşesine geçmiş efkarlı efkarlı oturuyorduk “Ne bok yicez biz şimdi” modunda.. “Yoklama ne zaman alıncak?” diye sordum.. “Yatma saatine kadar yoklama moklama yok oğlum!” dedi.. “E hadi gel madem, koğuşlara gidelim yanımıza kitaplarımızı alıp.. Muhabbet ederiz, canımız sıkılırsa da iki sayfa baksak kârdır!” diyerek masadan kalktım. Pan aval aval yüzüme bakıyordu.. “Ah pardon prenses, elinizden tutulmadıkça kalkmıyordunuz…” diyerek önünde eğilip elini tuttum.. “Amına korum piç! Lan yapmasana sikicem millet bakıyor” diyerek yerinden fırladı.. Karnım ağrıyordu gülmekten “Hadi amk kitapları almaya çıkalım” dedim.. “Ya ne kitabı oğlum, hiç modumda değilim çalışmak için” dedi.. “Zaten hiç modumuzda olamadığımızdan kaldık buralarda, siktirtme modunu” dedim.. Bu sefer Pan gülmeye başlamıştı.. “Hem söz bak hiç acıtmıcam, konu konu çalıştırcam” dedim.. “Yalnız benim başım ağrıyo yeaa” diyerek gülmeye devam etti..


Kısımlarımızda, sıra altlarımızdan çalışabileceğimiz kitapları alarak koğuşlara doğru yürümeye başladık.. İkimizin de kucağında çalışabileceğimiz maksimum kitap defter yığın halindeydi.. “Lan Pan! Abi biz bunları taşıyoz da çalışabilcez mi bu gece hepsine?” diye sordum taş bahçede.. “Boşver amk, en azından kas yapıoz” diyerek gülmeye başladı.. Hadi ben iki ders için tonla kaynak almıştım yanıma ama ya Pan… Önünü zor görüyordu zavallım..

Yorumlar