Bölüm 5

Malum gecenin sonrasındaki 4. gün Cuma’ydı.. Yatılı okullarda cuma günleri ailesi o şehirde olanlar kendi ailelerinin evine kalmaya gidebiliyordu haftasonu için.. O’nun (O’dan Keş diye bahsedicem olayların devamında, sigara içenlere okul içinde keş diyorlardı ve biz onunla en keş olanlardandık) yani Keş’in ailesi de İzmirdeydi.. (Okul izmirdeydi evet) Haftasonu için Keş ailesinin yanına gidince cehenneme dönüşen okul hayatım biraz olsun çekilebilir hale dönüşmüştü.. Oh be sonunda koridorlarda gördüğümde yol değiştirmem gerekmeyecekti ya da ortak arkadaşlarımızın (durumumuzdan haberi olmadıkları için) bizi zorla kattıkları muhabbetlerde birbirimize 1 metreden yakınken kilometrelerce uzaklardaymış gibi davranmak zorunda da kalmayacaktım.. O cumartesi sabahı çok mutlu uyandım, çünkü gece yan yatakhanede Keş’in olmadığını bilerek mutlu uyumuştum.. Okulumuzun yanıbaşında bir kekik fabrikası vardı, sabahları erken kalkardık kahvaltıya yetişebilmek için.. İzmirde sabahları güneş insanın içine doğar.. Sabaha karşı düşen çiy’in kuru çimenlerle harmanlanıp gün doğumunda etrafa yaydıkları koku, yanıbaşımızdaki kekik fabrikasından gelen taze dağ kekiği kokusuyla karışınca en umutsuz insanın bile içini ferahlatabilecek havayı sunuyor ciğerlere usul usul..


Yatakhanelerden bahçeye çıktığımda derin derin nefes alarak şöyle bir gerindim daha denizinden ayrılmamış güneşe karşı gülümseyerek.. Oh be bugün okulda olmıcak Keş rahatım diye düşünerek kahvaltı için yemekhanelere doğru yürümeye başladım (o haftasonu disiplinsizliklerimden ötürü okulda cezalıydım ama Keş’ten uzak olduğum için mutluydum).. Kahvaltıdan sonra cezalıların yoklaması alınmadan önce en son Keş ve ortak arkadaşımız Sırık ile resmiyet içinde sigara içtiğimiz tuvalet kabinine bu sefer yalnız girdim.. Orda sigara içerken o an onlar da yanımdaymış gibi hissetmeden edemedim ama yanımda olmamalarına daha da bir sevindim.. Sigara içtikten sonra cezalı etüdüne katılmak üzere cezalıların toplandığı sınıfa gittim.. Leş gibi de sigara kokuyordum, bu arada sigara kokusu bile ceza almana yeterdi lanet okulda.. ama umrumda değildi disiplin puanım henüz yüksekti yakalansam nolcak amk atılmazdım en nihayetinde..


Kendime arka sıralardan birinde bir yer seçip montumu yastık şeklinde katlayarak sıranın üstüne koyup oturmalı-yatmalı rahat bir tesis oluşturdum cezamı çekmek için.. Gece uyuduğum yetmemiş gibi kahvaltıda tıkınmışlığın getirdiği hafif ağırlıkla yeniden uyumak üzere sıraya başımı koydum.. Diğer cezalı öğrencilerin makara muhabbetleri ninni gibiydi.. Seslerin hiç biri rahatsız etmiyordu beni, etrafımda Keş’in olmadığını bilmek yeterliydi o haftasonu için.. Salyalarımı akıta akıta uyur uyanık akşamı ettik, şehir içine gezmeye giden öğrenciler yavaş yavaş izinlerinden dönüyordu, bizim de yoklamalarımız bitmişti sonunda.. Sırada nasıl bir rahat hissettiysem kendimi uyurken öğle yemeğini kaçırmışım, akşam yemeğini beklerken midemde troller halay çekiyordu.. Keşle başka bir ortak arkadaşımız da cezalıydı o haftasonu, ceza etüdleri boyunca yanımdaydı sağolsun (!), hoş , şikayetçi de değildim.. Atletik, yapılı, uzun boylu bildiğin iri kıyım bodyguard gibi çocuktu, ondan bahsederken Gürbüz dicem bundan sonra aramızdaki adı Gürbüz olsun.. Akşam yemeğine daha 1-2 saat vardı ve midemdeki troller halay çekmeyi bırakıp kolbastı oynamaya başlamıştı.. Gürbüz’le yatakhaneler bloğuna geçtik (orda herhangi birine sigara içerken yakalanma ihtimali daha düşüktü uyku zamanları haricinde), bir iki tek sigara içip açlığımızı bastırmak için.. Gürbüz yanımdayken okul bahçesinde yürümek hep rahatsız etmiştir beni, Gürbüzün o seksi cüssesi 1 km uzaktan bile dikkat çekiyordu ve ben alacakaranlık gün batımında yürürken bile podyumda gibi hissediyordum kendimi, sanki herkes bize bakıyordu (ibnesel paranoyaklık).


Gürbüz’le yanyana yürürken Frodo ile Aragorn gibiydik.. Tabi Aragorn olan Gürbüzdü, ben yanında ünlem işaretinin altındaki nokta gibi kalıyordum.. Yatakhanelerin olduğu blok o kadar tenhaydı ki ortalıkta top oynayan inle cin bile olduğunu sanmıyorum.. Gürbüzün koğuşuna gittik, dolabında ceketinin iç cebine saklamış sigarayı, yakalanmamak için zaten bi götümüze sokmadığımız kalıyordu o paketleri… Tuvalet kabinlerinde ayaküstü otobüs muavini gibi tüttürmekten sıkılmıştık, ben gürbüzün yatağına uzandım, ayakkabılarım yatağa değmesin diye de ayaklarımı ranzanın ayakucu demirine koydum.. O da yan ranzaya uzandı benim yaptığımın aynısını yaparak, ben uzanırken kımıldamayan ranza, o uzandığında sikilmiş fare gibi ciyakladı.. Bu ses o an o kadar komik gelmişti ki bana yine o trol sırıtışı yüzüme oturdu (her şeyi trole benzeterek tarif etmek gibi bir saplantım var bu aralar) .. Bu sefer bir sigarayı ortak içmektense birer tek yaktık, kendimi emrinde yüzlerce orospusu olan pezevenk gibi hissettim bir an.. Hem de en janjanlısından sefa pezevengi, bizim için o okulda yatağa uzanarak sigara içmek çöl ortasında bir jakuzide sevişmek gibiydi.. Midemde kolbastı oynayan troller de durdu o an, sanırım onlar da uzanıp birer sigara yaktılar.. Normalde tuvalet kabinlerinde yakalanmamak için somura somura hızla içtiğimiz sigarayı şimdi bitmesin diye ağlaya ağlaya milim milim içiyorduk.. Üflediğim dumanın, ranzanın tavanına çarpıp, enlemesine, atom bombasının yarattığı o mantar duman gibi dağılışını izlemek çok keyifli geliyordu o dakikalarda.. Kafamdaki tilkilerin birbirine bacak omza yaptığı nadir zevkli dakikalarımdandı işte..


Sigaralar bittikten sonra bi yarım saat kadar makara yaptık yatakhaneyi havalandırarak, yatakta tüttürmek ne kadar keyifli olsa da sonuçta kokudan yakalanıp göt olmanın anlamı yok.. Ben yerdeki külleri ayağımla pat pat toz haline getirip sağa sola yayarak yok ederken Gürbüz de camları ve kapıyı açmış koğuşta hortum çıkmasını bekliyordu (mal).. Yaklaşık yarım saat onun bu saflığıyla uzata uzata taşak geçtikten sonra keyfim epey yerine gelmişti, güle oynaya yemekhaneye doğru yollandık.. Akşam yemeğini yedikten sonra şehire dolaşmaya gidenlerden dönmeyen oldu mu diye yoklama alındı her zamanki gibi, Gürbüz yan sınıftaydı Keşle aynı sınıfta.. Yoklamadan sonra yine yanıma geldi ve beni ensemden tuttuğu gibi “Lan oturmaya mı geldik buraya hadi oğlum okulu turlayalım” diye akşam gezintisine çıkardı.. Onun bu ilgisi bende tuhaf bir his yaratıyordu, yanında kendimi güvende hissediyordum ve her ne kadar yalnız kalmak istesem de yine de yanımda durmasını diliyordu bir tarafım (o tarafım sikim ya da götüm değil, fesatlık yapanın amk).. Okulu turlarken tek kolunu omzuma atmıştı, yuh amk bir kol bu kadar mı sıcak ve ağır olurdu.. Kendimi odun taşıyan eşek gibi hissediyordum.. Yakın yürüdüğümüz için vücutlarımız da yandan değiyordu birbirine, oha lan bu çocuk yanıyor (sporcu değil mi hepsinin bünyesi tuhaf)


Şimdi temas dedim sıcaklık dedim vs ya aklımız yavaş yavaş sikişe kayıyor, evet o an benim aklımdan da milyon fantezi geçiyordu ama anlık kabarcıklar şeklinde.. hani kolayı bardağa ilk koyduğunuzda pıtır pıtır sıçrayan asit kabarcıkları olur ya öyleydi bu fanteziler de, bir an doruklara çıkıp aniden sönüyordu.. Hayvansı ihtiyaçlarım ve güdülerimle, içimdeki ahlaklı bebenin kıyasıya kapışmasıydı Gürbüz.. Keş’ten kat ve kat daha seksi ve insancıl olmasına rağmen Gürbüz’ü de kaybetme riskini göze alamazdım.. İçim içimi yiyordu, of allahım Keş’le keşke sevişmeseydim keşke Keş’ten önce Gürbüz yanımda olsaydı ne olurdu of akıl akıl gel sikime takıl diye..


Ön bahçeden dolanıp, yan yoldan reviri, yemekhaneleri, yatakhaneleri, basketbol ve tenis courtlarını, kapalı spor salonunu geride bırakıp arka taraftaki çim sahanın olduğu stadın halı sahalara yakın olan tarafından yürümeye devam ettik.. Çim sahayı geçtikten sonra, kapalı yüzme havuzlarının olduğu binaya sırtımızı verip yüzümüz çim sahaya dönük oturarak birer sigara yaktık.. Kapalı yüzme havuzunun ortahalli bir villa büyüklüğünde kliması vardı, uzun atlama alanının önündeki gülle atma alanının fileleri zakkum ve palmiye ağaçları ve de klima bizim için gizli gizli sigara içebilecek maksimum korumayı sağlayan ender mekanlardan biriydi, açıkhava keşhanesi gibi.. Gürbüzleyken hiç susmuyorduk, meğer konuşacak ne çok şeyimiz varmış.. Ben anlatıyordum o anlatıyordu gülüyorduk eğleniyorduk ve en önemlisi gereksiz derecede am göt muhabbeti yapmıyorduk.. Gürbüzle geçirdiğim her saniye bana Keş’le geçirmemem gereken saatleri hatırlatıyordu.. Ah kafamı sikim ben ne bok vardı kodumunu hödüğüyle bu kadar ileri gidecek diye kendi beynimi sikiyordum..


O akşam yatakhaneler bloğundaki etüd odasında sabahın 4üne kadar muhabbet ettik, ışıklar kapalıydı ve pencere önüne iki sandalye çekip cezalı olduğumuzdan dolayı hasret gideremediğimiz izmiri doya doya izledik.. Okulla deniz arasında 300 metre kadar mesafe vardı ve bu alan alayına düzenli dikilmiş palmiyeler ve zakkum ağaçlarıyla şenlenmişti.. Yeşilin bittiği yerde 2-3 sıra dizilmiş villalar, ardından sahil yolu ve deniz geliyordu.. Deniz dediğim İzmir’in gün doğumu ve güneş batımlarında kızıldan turuncuya sarıdan mora pembeye her renge bürünen gökyüzüyle birlikte renkleri sil baştan anlamlandıran, en muhafazakar adama bile bir yetmişlik rakı eşliğinde maziyi dillendirebilecek kıyıları aşk kokan İzmir Körfezi… Gecenin o saatinde Karşıyaka ve Bornova’nın göz kırpan turuncu ışıklarını uzun ve kesikli çizgilerle yansıtıyordu bize.. O manzara ki hiç kitap okumamış adama sayfalarca şiir yazdırır.. Gürbüzle konuşurken zaman sanki saatlerle geçiyordu, aradaki saliseler saniyeler dakikalar nasıl geçip gidiyor anlamıyorduk.. Gülmek ona çok yakışıyordu, Yakıştırdığım için de saniye başı espri yapabilmek için beynim su kaynatıyordu…


“Lan keşke Keş de burada olsaydı amk gülmekten karnım ağrıdı” dedi bir ara.. Beynimde uçuşan kelebeklerin at sikine konup serenat yaptığı andı.. Var ya o an Gürbüz benim alet 8cm dese bu kadar soğutamazdı kendinden.. Sırtımdan akan kaynar sularla 8 mahallenin imamı bir hafta boyunca 5 vakit abdest alır, artanıyla da avluyu yıkardı.. Hemen o klasik ibne tribine girdim ve yüzümdeki aptal sırıtmayı sabitleyerek bozuntuya vermemek için turboları çalıştırdım.. Gürbüz malı da uzattıkça uzatıyordu Keş muhabbetini.. Şiştim de şiştim amk şiştim de şiştim ama ne olursa olsuuuuun yine de belli etmedim (övündüğüm şeye bak tribimi sikeym) Aniden cezalı yoklamalarına geç kalanlardan sigara kokanların yeniden ceza almalarına çevirdim konuyu, “oğlum lan sen onu bunu boş ver de bizim mallar yine yakalandı ya sigaradan yazın girdikleri okuldan yine yazın çıkacaklar sanırım ahuahauahuahu” diyerek en sahtesinden bir anırtı koydum ortaya (gerçeğe de oldukça yakındı kendime şaşırdım bok mu var buna gülüon diye çocuklar ceza almış ben taşak geçiyorum, benim ceza almamla taşak geçen olsa kafasını kırardım).. Gürbüz bu sana ona makara olsun hemen yakaladı yemi ve muhabbet Keş’le alakasız eski samimi haline dönüverdi…


Sabaha karşı yatağıma doğru ilerlerken kafamın içinde milyon hesaplaşma vardı ama ödeyebileceğimi düşündüğüm herhangi bir bedel yoktu, sadece sorunlarım vardı ve çözmek için yapmam gerekenlere dair en ufak bir fikrim yoktu… O sıralar Liseli olmanın katma değer vergisi aşırı duygusallık da omuzlarımı çökertiyordu hep.. Olaylara aşırı sinirleniyor, bazı güzel haberlere aşırı seviniyor, çıkmazlarımda aşırı bunalıp, hatalarımda aşırı pişman oluyordum.. Aşırı’nın dibiydim lan kısaca.. Dünya sikime minare götüme diyordum ama lafta bu böyleydi, kafamın içinde her şeyi sorun ediyordum.. Verdiğim bu aşırı tepkiler beni kısa zamanda okulun en kavgacı elemanına dönüştürdü.. Asi’ydim, verilen emirlerde mantık arardım, yaparım ama neden diye sorardım, yapsana lan dediklerinde de yapmıyorum amk diyerek hayata küserdim.. İşte Pazar gününe böyle bir ruh hali içinde uyandım, akşam saat 20:00da bizim piç kurusu Keş dönecekti okula; sikim sokum köşe bucak saklanmacalar yeniden başlıcaktı.. Düşündükçe ondan kaçma sebebimin o akşamki hödüklüğünden değil de, yaptığım şeyden duyduğum utançtan ve pişmanlıktan kaynaklandığını anlıyordum.. İşte AŞIRI pişmanlık evresinin başlangıcına bodozlama girişim böyle oldu…

Yorumlar