Bölüm 127

Nefesimi tutarak bekledim ne diyeceğini.. “Haklısın..” dedi sadece.. “Ne konuda?” diye sordum.. “Her konuda..” dedi.. “Peki” dedim ve sustum yine.. Bu “peki” içinde “tabii ki haklıyım sik kafalı! tabii ki kırgınım, hatta şu an kızgınım da piç!”ler barındıran bir “peki”ydi..


Abi ben oldum olası anlamıyorum bu “haklısın” deyip susan romantik piçleri!! Haklı olduğumu biliyorum lan! Haksızlık ettiğini de biliyorsun! Daha neyin onaylaması bu “Haklısın…” demeler.. “Özür dilerim” bile daha anlamlı.. Bana hayatımı sikip sikip çoğalttıktan sonra kalkıp “Haklısın” dersen, üşenmem sabaha kadar söverim; öyle güzel söverim ki ay sonu geldiğinde o faturayı sülalecek birleşip “voltran”ı oluştursanız yine ödeyemezsiniz. Hadi bir anlık gerizekalılık edip “Haklısın..” dedin.. Amk salak mısın lan sana sormuşum “Ne konuda?” diye!.. Sormuşum orda lan! Sormuşum piç! Açıklamanı istemişim nefesimi tutup bekleyerek! Gelen yanıt ne? “Her konudaaağ!”.. Yemin ederim ki evdekiler uyuyor olmasa avazım çıktığınca “SİKTİR GİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİTTTTTTTTTTTTTTTT” diye bağırasım vardı.. Boğazım yırtılana, sesim kısılana kadar “doya doya” siktir git diye bağırmak istiyordum.. İşte o “Peki” bunun “peki”siydi.. Şeytan diyor al şunun taşşaklarını kopar küpe diye kulağına tak gez mahallede “Bakııııın beni siken son kişi kulaklarımda sallanıyor” diyerek.. Ah ulan!


“Şşşşt, uyumadın değil mi?” diye sordu fısıldar gibi.. “Kırıklarım ağrı yapıyor, yatsam da uyuyamam ki..” dedim.. “Hop, hayırdır lan hiç bahsetmedin?” dedi heyecanlanarak.. “Biliyorsun sanmıştım” dedim şaşırmış gibi.. “Nerden bilebilirim oğlum yaa” dedi sızlanır gibi.. “Çünkü sen kırdın götlük yapıp dururken..” dedim.. Yine sessizlik girdi araya.. Yarım sigara sonrasında “Pşşşt, yalnız fena koydun haa” diyerek güldü bana.. O kadar güzel güldü ki ben sinirlenemedim.. Siz hiç bir insanın sesinde kendinizi buldunuz mu?


Sesi beni kızdırıyordu, o kadar çok kızdırıyordu ki duvarlara kafa atasım geliyordu.. Ve aynı ses bir saniye sonrasında tüm o kızgınlığımı alıp, beni sinirlendiğime pişman da edebiliyordu.. Bir cümlesine geceler yaktığım bir sesti o.. Kimi zaman çocuk, kimi zaman adam, çoğu zaman da………… Ben onun sesiyle hiç bir zaman barışamadım, ama hiç bir zaman küsemedim de.. “Hayır” dediğim zamanlar oldu, hem de çok oldu.. “Hayır mı?” deyişi…. İşte o “Hayır mı?”da bir çocuk gördüm ben, bir çocuğun kabullenemeyişini… “Çakmak yanında mı?” diye sorduğunda bir arkadaş, “Bak camel aldım” dediğindeyse adamdı benim için.. Sesi beni umutlandırıyordu da.. O an bana her ne söylüyorsa onu “başka bir ses tonuyla” söylemiş olsa, tüm kelimeler anlamını yitirirmiş gibi geliyor.. Karizmatik bir ses miydi? hayır, hayır.. sadece renkli bir sesti.. Duygularını yansıtan bir ses.. Bu yüzdendir belki, bizim hiç bir zaman o “süslü cümleler”e ihtiyacımız olmadı.. Seslerimiz yetiyordu.. Susarken bile anlamlıydık o yetiyordu dediğim “sesler”imizden ötürü.. “Hmmm” dediğinde, o “hmmm” sadece bir “hmmm” değildi.. Kimi zaman kederli, zaman zaman inkar eden, bazen anlayışlı, çoğu zaman da hazmetmeye çalışan bir “hmmm”lamaktı ondaki… O yüzden “Haklısın” deyişi beni bu kadar öfkelendirmişti.. Sesinden ikna olamamıştım.. O “haklısın”; ben haklı olduğum için söylenmemişti.. Sesinde, “Madem öyle istiyorsun al işte haklısın dedim, mutlu musun şimdi” tonu vardı…


“Nasıl anlıyorsun ki bir kelimesinden bunca şeyi?” diye soracaksın şimdi bana… E abi sen arkadaşında kalmak için izin istemek üzere anneni aradığında, annen sana “Peki kal” dediği zaman, o “peki kal” deyişinden anlamıyor musun aslında ne demek istediğini? Bir “Peki kal!” demesi vardır ki sen telefonu kapattıktan sonra “Oh beeee! Annem izin verdi oğlum!” diyerek havalara uçarsın; bir de “Peki kal!” deyişi vardır ki o telefonu “Özür dilerim, bunu sormam bile saçmaydı, ben eve geliyorum” vs demeden kapatmak istemezsin..


Keş’in gülüşü içime sinmiş, ikna olmuştum bana gerçekten hak verdiğine..


“Şşşşt, hoşuna gittiyse hep koyarım..” dedim nefesimi tutup gülmemeye çalışarak… “Harbiden hiç istemedin mi sen de yapmak?” diyerek ciddileşti birden.. “Bilmem….” dedim utanarak.. “Oğlum sonuçta seninki de baya baya kalkıyordu lan” dedi.. Sesinde zerre iğrenme yoktu bunu derken, daha çok merakla karışık özlem vardı.. “Yaa tabi..yani… istesem ne olcak ki?” diye sordum.. Gelecek cevabı beklemeden telefonu atıp kaçasım vardı.. Daha yeni yeni sorgulamaya ve hoşlanmaya başladığım “erkekliğim”i henüz başkasıyla konuşmaya hazır değildim.. “Bilmem…” dedi ve sustu.. Konuşmaya nasıl devam etsem de konuyu değiştirsem diye düşünürken “Ne olmasını isterdin ki?” dedi yine en masum haliyle..


Ne olmasını isterdim ki? İşte bu sorunun cevabı farklı bir kitap olur…


“Denemek mi istiyorsun ki?” diye sordum.. Yüzüm öylesine kızarmıştı ki gözlerim yanıyordu.. “Seninle her şeye varım oğlum da kendimi affedememekten korkuyorum” dedi.. Hüngür hüngür ağlamak istedim.. Bu son dediği boğazıma takıldı kaldı öyle.. Konuşursam sesim buğulanıp beni ele verir diye korktuğumdan sessiz kaldım.. Telefonum kulağımı yakıyordu.. Yine de bir “söz”ünden geri kalırım korkusuyla o telefonu kulağımdan ayıramıyordum.. Sigaralarımızı sessiz sessiz içtik.. O’nun savurduğu duman İzmir’e; benim savurduğum duman Tekirdağ’a karıştı.. İzmariti atmak için doğrulduğumda gözüm denize takıldı, ardından da gökyüzüne.. “Baktığımız denizler bağlı, seyrettiğimiz gök aynı…..”


“Ya bir şey sormak istiyorum.. ama.. off nasıl desem oğlum seni üzmek de istemiyorum..” diyerek sustu yeniden.. “Yok, üzülmem ben..”dedim.. “Sen nasıl affedebildin ki kendini? yani nasıl kabullenebildin?” diye sordu.. O an “asıl koyan” bunu bana “gerçekten” sormuş olmasıydı.. Keş’ke laf sokmak, canımı yakmak için sorsaydı da bağıra çağıra küfretseydim.. Merak ediyordu… Benim “başıma geldikten sonra” merak ettiklerimi o “başına gelmeden önce” merak ediyordu.. İşte o “asıl koyan” da buydu.. O’nun yerinde olmayı diledim, yüzüm göğe dönük gözyaşlarım yanaklarım yerine boğazımdan akarken, o’nun yerinde olmayı diledim.. Yaramazlık yaparken yakalanmış bir çocuğun özür dilemeye bile korkan sesiyle “Hala üzerinde çalışıyorum” deyip yutkundum…


Konuşmamızın arasına sızan bu suskunluklar…


“Anlıyorum.. sen de haklısın” dedi.. Bu sefer ki “haklısın”ı çok daha içtendi; çok daha içime işleyen… “Neyi anlıyorsun?” dedim sıkılmış bir şekilde.. Alışık değildim böyle konuşmalara, alışık olmadığım gibi “hazırlıksız”dım da.. “Hatırlıyor musun? Hani bana şampuanın yaktığını söylemiştin… Sonrasında da ben daha öncesinden bir şeyler olmuş olabileceğini ima etmiştim..” dedi.. “Senin bana tek ima ettiğin; daha önceden de yemiş olduğum, alışık olduğumdu!” dedim ve sesimi yükselttiğime bir anda pişman olarak ayağa kalkıp etrafa baktım.. Balkonlarında gece sohbeti eden komşulara yayın yapmak hoş olmazdı “itibarımız” açısından.. “Tamam sakin ol.. saçmaladım orda.. yani.. ben senin hiç düşünememiştim çocukken başına bir şeyler gelmiş olabileceğini…” dedi buğulanan bir ses tonuyla.. Beynimden vurulmuştum.. “Ne alaka yaa, nerden çıkarıyorsun bunları!” dedim kısık ama tıslayan bir ses tonuyla.. “Oğlum.. yani.. şampuanın yakacağını bu işlerde tecrübeli insanlar bilir… ama senin başına gelen şey, henüz sen tecrübesizken ve en kötüsü… yani karşı taraf da pek tecrübeli değilken şey olmuş..” dedi.. Bunu demesi o kadar uzun sürmüştü ki ben bir sigarayı bitirip ikincisini yakmıştım.. Gece gece damarıma basıyordu piç! Derin bir nefes vererek “Kaç yaşındaydın ki?.. yani ilk…. ama istemiyorsan sormam bir daha” dedi yine o buğulu sesle.. Dişlerim kenetlenmiş şekilde kalakaldım..


Bir sigaralık “öyle işte”den sonra “Boşver…” diyerek konuşmaya başladım.. “Cidden boşver… yani.. cidden merak ediyorsan abi.. küçüktüm işte.. çok küçük… yani ben kendimi affetmek zorunda kaldım.. Kendimi kabullenmeye gelirsek…” diyerek sustum… Kelimeler zorla çıkıyordu ağzımdan.. Daha fazla konuşasım yoktu bu konu hakkında.. “Evet, kendini kabullunmeye gelirsek?” diye yansıladı beni, alaycı bi yansılama değildi bu; daha çok ısrarcı bir yansılamaydı.. “Kendimi kabullenmeye gelirsek, inan bu konuda hiç yardımın dokunmadı bana…” diyerek sustum.. Daha fazla konuşursam canını yakmaktan zevk almaya başlayacaktım.. “Sana yaptığım her şey için özür dilerim…” dedi pişmanlığı… “Canın sağolsun…. yani.. salla gitsin.” dedi umursamazlığım.. Ben umursuyordum umursamasına ama “sesim” umursasın istemedim.. “Olur mu lan.. Şşşt.. cidden çok özür dilerim.. ben hiç düşünemedim” dedi titreyen bir sesle.. Burnumu çektim ve sinirden titreyerek “Aşık mısın oğlum sen bana?!” diye sordum.


Sesimdeki öfkenin ne rengi belliydi, ne şiddeti, ne de adresi…

Yorumlar