Bölüm 130

O gün, odamdan çıkıp da bir türlü diyemedim evdekilere “Tek ders sınavlarına kaldım” diye.. Senede bir kaç kere görebiliyorduk ailelerimizi.. Yani durum bende böyleydi.. Bir yarıyıl tatilinde ki bu iki haftadan uzun sürmezdi pek.. Bir bayram tatillerinde.. Bir de yaz tatili.. Şimdi kalkıp nasıl söyleyebilirdim başarısızlığım yüzünden onları kendime hasret bırakacağımı.. Bir de götüm hiç mi hiç yemiyordu PP ile karşı karşıya gelmeyi.. En azından neyi nasıl söyleyeceğime karar verene kadar hiç bir şey söylememek en hayırlısıydı.. Ne zaman aileme söyleyemeyeceğim kötü bir şey gelse başıma “buna okuldayken ceza almak da dahil” hep Karabiber’i arardım.. Beni herkesten iyi tanıyordu, sevgilim olması haricinde ilkokuldan beri de arkadaşımdı.. ve ben sızlanırken hiç “erkek adam sızlanır mı” demedi bana..


“Hiç arama sen zaten, çok hayırsızsın çoooook.. Biz de erkek arkadaşımız tatile çıktı yanımıza gelecek diye gün sayalım…” diye sitem ederek açtı telefonu o tanıdık ses.. “Aramak istedim ama hep arkadaşlarım yanımdaydı, biliyorsun yanımda biri varken rahat konuşamıyorum ki..” dedim özür diler gibi.. “Hmmm, kötü bir şey oldu sanırım” dedi düşünceli düşünceli.. “Yok, ben sadece aramak istedim..” dedim.. “Offf Anılım yaa, bari bana yapma şunu..” dedi itiraz ederek.. “Tamam tamam, iyi ki yakaladın hemen didikle” dedim gülerek..


Karabiber’den bu yüzden vazgeçemiyordum işte.. En kötü zamanlarımda hep o vardı yanımda.. Şimdi kalkıp “ayrılalım” diye nasıl diyebilirdim ki.. Sebepsiz yere ayrılarak bu acıyı ona yaşatırsam kendimi hiç affedemem diye korkuyordum.. ve bu şekilde erkeklerle beraber olurken de; kendime “onu sevdiğimi” söyleyerek teselli bulduğum gecelerin sabahında, “Orospu çocuğuyum” diyerek uyanıyordum.. Onu, ona haksızlık etmeden terketmeliydim.. Hoş, böyle devam etmek de ona yapabileceğim tüm haksızlıklardan daha…… Evet, “en adi”sinden de “daha “adi”ceydi onu bu duruma sokmam.. Her zamanki götlekliğimle “olaydan hiç yara almadan” sıyrılmaya çalışıyordum.. Unuttuğum şey; o geminin götüne vurulan şampanyanın çoktan denize karışıp, sırçaların da limana saçıldığıydı.. Mendilimi sallamaya geciktiğim kesin ama bu “yarın ola hayrola”cılık niye…


İbneliğimden ötürü hemen her gün utanç içindeydim.. Utanıyordum çünkü ibneliğimi yüzüme vurabilecek insanlarla çevriliydim.. Karabiber’den ayrılırsam, ibneliğimle utandırıldığım yetmezmiş gibi bir de “orospu çocuğu” olarak anıl’maktan korkuyordum.. Korkum, “olmak” değil anıl’maktı evet; ibneliği de ibneliğim bu kadar yüzüme vurulmasa dert etmezdim.. “Götveren” diye sıfatlandırılmasak göt vermeyi bu kadar milli mesele haline getirir miydik ki? “Veriyorum kardeşim sanane lan! Vermek ayıp mı alla allaaa!” der yolumuza devam ederdik.. Karabiber’e şu anda yapıyor olduğum haksızlığın resmileşip “Sen ne adi çıktın” diye yüzüme vurulmasından korkuyordum.. Korkuyordum ve üzülüyordum da onunla devam ederken.. Çünkü çok iyi biriydi ve “yuva kurabileceği” biriyle yoluna devam etmeyi hakediyordu.. Seviyordum, seviyordum tabii ki ama sevilmek yetmez bir insana; insan “arzulanmak” da ister.. Arzulamamak, onu arzulayamamaktı yaptığım en büyük haksızlık..


“İyi yapmışsın söylemeyerek sizinkilere.. Kafanı topla bence de bu gece, yarın uygun bir dille ilk annene söylersin.. Sonra da kardeşinle babana anlatırsınız sanki önemsiz bir detaymış gibi..” dedi şefkatle.. O bana karşı bu kadar “iyi olmak”la meşgulken ben nasıl “artık seni sevmiyorum”lara sığınıp kaçabilirdim ki.. Telefonu kapatmadan önce “Seni seviyorum” dedi yine özlemle.. “Ben de.. Ben de seni…” dedi korkaklığım; o “olduğuyla anılmayı” kabullenemeyen “zavallı” korkaklığım.. Telefonu kapattıktan sonra mesaj attım “İki gün sonra gelsem görüşebilir miyiz Tekirdağ’da” diye.. “Tabii ki 🙂 Çok sevindim.. Hem sana brownie yaparım ben, bize gelirsin.” yazmış.. Kırpılmış bir gülümsemeyle bakakaldım telefona.. Ah Karabiber ah! Ne vardı bu kadar iyi olacak; olmasaydın da astarı yırtık gururumu bahane edip kurtarabilseydim seni kendimden…


Canım yanıyordu.. Bana karşı bu kadar iyi olan birini terketmeyi planlamak yakıyordu.. Öyle güzel, öyle turuncu yakıyordu ki….. Ona ondan “vazgeçtiğimi” söylemek, “ibneyim ben” demekten çok daha “onurluydu”.. Hem onun için, hem benim için.. Bir kadını, “bir erkeğe tercih edilmek”; bir ibnenin “bir kadına tercih edilmesi” kadar acıtır.. ve “beni acıtanın” onu da acıtmasını istemedim.. Onur’u kırılsın, “Neden ben!?” diye isyan etsin istemedim.. O yüzden ona ondan vazgeçtiğimi söylemeliydim.. ama daha değil, ama henüz değil, ama şerefsizim ben…


Karabiber’den aldığım gazla aşağıya inip “Anne yeaaa matematikten kalmışım, tek ders sınavına gitcem 14 Ağustos’ta” dedim… “İyiiiii, çamaşırların yıkanmış ütülenmiş şekilde dolapta asılı bekliyor.. Bir valize konması kaldı..” dedi yemek yapmaya devam ederek.. İçimden “Hey allam yeaaa, tamam kızmalarından korktum, korktum da bu ilgisizlik ne amk” diye saydırırken “Anne kaldım diyorum” dedim sinirli sinirli.. “Kaldıysan kaldın oğlum, ne yani dünyanın sonu mu? Bak kendin de diyorsun tek ders sınavı var diye…” dedi.. Bir anda duygulanıp sarıldım kocaman kocaman “Seni çok seviyorum annem” diyerek.. “Allaa allaa! Sevme bi de! Sevme de göreyim!” dedi kafama vurarak.. “Off yerim seni hatun!” deyip bi makas aldım ve “Ne yapıyorsun yemekte” diyerek tencerelerin kapaklarını kaldırmaya başladım.. Salçalı kepçeyi yanlışlıkla tişörtüme değdirince “Ananın amını yapıyorum!! Yer misin? Çekilsene ayak altından bi! Allahım bana sabııııııııııııırrrrrrrrrrr!” diye bastı zılgıtı.. Odama kaçarken yüzüm gülüyordu.. “Anne ben Karabiber’le buluşmaya gidicem iki gün sonra” diye seslendim.. “İyiiiiiiii! Günübirlik mi gideceksin?” diye seslendi.. “Haaaa, sabah giderim akşam dönerim” dedim.. “Tamam, selam söylersin, onu çok öpüyorum” diye seslendi.. “Anne telefonun var, ara da kendin söyle alla alaaa” dedim.. Birden koşarak merdivenlerin başına gelip elindeki kepçeyi tehdit eder gibi sallayarak gözlerini belertti.. “Tamam tamam yeaa ne bağrıyon!” dedim merdivenlerden odama koşup.. “Sanki bi şi dediğimiz var allaaan ayvanına çıksçıksçıks” diye homurdanarak mutfağa geri döndü..


Hazır biraz keyiflenmişken tayfamdakilere bi mesaj atayım dedim.. “Baktın mı la sınav sonuçlarına?” yazıp “çoklu gönder” seçeneğinden Sırık, Gürbüz, Efes, Tuborg, Keş’e gönderdim.. Sırık “Geçtim kanka sen?” diye yanıtladı.. “Mat tek ders..” diye yanıtladım.. Tuborg “Geçtim ya sen naptın?” yazmış, Sırık’a gönderdiğimin aynısını gönderdim.. Aradan yirmi dakika geçti ve Efes’ten yanıt geldi “FKM…” diye.. “Hassiktir! Geçmiş olsun kardeşim :(” yazıp yolladım.. Sadece “Eyvallah” yazmış, anlaşılan yalnız kalmak istiyordu.. Hemen Pan’ı aradım “Yavrum sana bi kardeş geliyormuş, hayırlı olsun” dedim.. “Oğlum adam gibi konuşsana lan kaç yaşına gelmiş annem tööbe tööbe” dedi bozularak.. “Öyle değil la mal! Efes de FKM’den çakmış” diyerek gülüp, vereceği tepkiyi beklemeye başladım.. “Eeee?” dedi.. “Ne eeeeesi amına koduuuum!” dedim.. “Napim yani sevineyim mi şimdi” dedi sıkkın sıkkın.. “Sevin tabi, bak tek gerizekalı sen değilmişsin” dedim yarılarak.. “Oğlum valla sikicem belanı ha!” diyerek gülmeye başladı.. “O bu değil de şu tek ders sınavına biraz önceden mi gelsem iki gün de sizde kalırım ha?” diye sordum.. “Özledin dimi yarraaaaaam, nooooldu, nooooldu” diye cıvımaya başladı.. “Lan gelirsem siksinler! Meraklıydım boklu evinize! Hadi kardeşim şaka maka kapatmam lazım, birazdan pedere de vericem kötü haberi” dedim.. “Annen ne tepki verdi ki” diye sordu.. “Tepki verdi mi diye sorsana..” dedim.. “Oha nasıl ya” diye sordu.. Annemin taklidini yaparak “Kaldıysan kaldın oğlum, ne yani dünyanın sonu mu” dedim.. “Oha oha oha yaaa, banane sikerim lan bu işi, karşıla beni ben bu geceden yola çıkıyorum” dedi.. “Hakikatten gelsene yaa” dedim ısrarla.. “Oğlum ne gelmesi lan, bizimkiler tuvalete gircek parayı zor veriyor; bi de otobüs bileti alıp tatile mi gönderecekler” dedi gülerek.. “Harbi la… Hem gerizekalısın ya, çaldırırsın diye de büyük para taşıtmıyorlardır sana… Haklılar bence de..” dedim.. Bana cevap vermek istiyordu ama ikimiz de çıldıra çıldıra gülüyorduk.. “Hadi hadi sikicem amk kapa telefonu işim var” dedi.. “Ne işin var lan, koltuk altlarında bozukluk mu arıcan?” dedim.. Gülmekten nefesimiz kesiliyordu.. “Hadi neyse, yine konuşuruz kardeşim dikkat et kendine..” dedim. ” Sen de kardeşim.. Ha bu arada git annenin elini öp benim için; senin gibi bi dallamadan fazlasını, yani benim gibi bir evladı hakediyor bence” diyerek öpücük atıp kapattı.. Cevap verememiş olmanın hazımsızlığıyla ekrana sırıtarak bakakaldım yine.. “Amk senin lan, çok zor olacak sensiz bu sene” dedim içimden.


Çok zor olacak sensiz..


Gece boyu Karabiber’le mesajlaştık.. Buluştuğumuzda nereye gideriz, ne yaparız, saat kaçtan kaça benimle olabilir vs. plan yapıp duruyorduk. Konuştuğumuz konunun bir önemi yoktu, konuşmuş olmak yetiyordu o an.. Neredeyse bir yıl olmuştu birbirimizi görmeyeli.. Arada yolladığımız mektuplara iliştirilmiş rötuşlu fotoğraflarımız haricinde birbirimize karşı bildiğimiz tek şey “hislerimiz”di.. Birbirimizi sevdiğimizi biliyorduk.. Biliyorduk bilmesine ama onun bilmediği; benim, onu, onun beni sevdiğinden çok daha farklı şekilde sevdiğimdi.. Bu yüzden belki o bana “Aşkım” derken ben ona “Canım” diye hitap ediyordum.. Onun “aşk”ı bana çok yakışıyordu.. ya benim “aşk”ım? Benim “aşk”ımın kime nasıl yakıştığını duysa beni bağışlayabilir mi? Yazdığı onca mektubu geri isteyip, yazdığım mektuplarla beraber kıvırıp sokmaz mı götüme..? “Al amına koduum ibnesi, sen alışıksındır götüne bir şeyler girmesine” diye bağırmaz mı? “Allah belanı versin, neden daha önce söylemedin! İbne olmanı anlardım ama korkak bir ibne olman…. Yazık!” demez mi? “Beni öptüğün ağzını sen nelere sürmüşsün öyle!” diyerek kendinden iğrenmez mi?


Bu yüzden onu, ona “Neden?”ini açıklamadan kurtarmak zorundaydım kendimden..


O gece Karabiber’den ayrılacağım gün ona “hiç kimseyi” mazeret olarak göstermeyeceğime dair söz verdim kendime.. Ne bir “erkek”i, ne de bir “kadın”ı.. Hiç bir “insan”ı…


ve O gece, uzun zamandan beri ilk kez dua ettim.. Ettim ki büyük patron Karabiber’in yanında olsun, onu hep iyi insanlarla karşılaştırsın ve onun kalbini hiç kimse bozamasın; kendi bile… ve “amin” demeden önce son kez “Ne olur Karabiber bana çok kırılmasın, bunalıma da girmesin” diye sızladı çocuk kalbim..


İnsanın kalbi sızlar mı? Sızlıyormuş arkadaş.. Göğsümün orasında bir acı vardı.. İnsanın kalbi de boğazı gibi düğümleniyormuş.. Evet, “o gece” aynı zamanda benim ne kadar “yalnız” bir hayat süreceğimi de idrak ettiğim geceydi.. Karabiberden ayrılmak hep aklımdan geçiyordu ama ilk kez ciddi ciddi kendime söz vererek bir plan yapmıştım.. O gece anladım ki ben hiç bir zaman yuva kuramayacağım.. Sevmelerimi hep o sevilememeler katledecek.. Arzulanacağım ama sevilemeyeceğim.. Karabiber’e yaptığımın tam tersine mahkum bir hayat..


Uzandığım yatakta ilk kez içim sızlıyordu.. Kalbim karamsarlığıma dar gelmiş, o sızı tüm vücudumu sarmıştı.. Bir “sik” uğruna… Bir “sik” için.. Bir “sik” yüzünden…


İğreniyordum kendimden, yine ve yeniden iğreniyordum.. Aklıma o mutlu mesut yuva kuran “erkek adamlar” geliyordu.. Karılarını arzulayan “kocalar”.. Çocuklarını seven “babalar”..


“Sen nesin be Anıl?” diye sordum kendime..


Sadece bir ibne…


Yalnız geldik, yalnız gideceğiz ve ben.. Ben bir de “yalnız konaklayacağım”.. İşte bunun farkındalığıyla sızlıyordu her bir hücrem..


“Ne için yaşıyorum ki? Daha fazla yalnızlaştırılmak için mi…” diye diretti ergenliğim..


“Dilenmeye gelmişim bu dünyaya.. İki güzel göz, bir güzel söz dilenmeye…” diye teselli etti boyun eğişim..


Düşüncelerim yıkıyordu düşlerimi, yıkmak diyorum, yerle bir etmek!.. Yalnızlık da bir belirsizlik halidir.. Sen yalnızlığı kabul edersin, ruhun inkâr.. Fikrine alışırsın o yalnızlığın ama düşlerin direnir, uykuların kaçar, hayallerin inat eder! Korkuların bile korkar o belirsizlik halinden; uçtuğun o düşlerden sıçrayarak uyanırsın yer’e beş kala.. Oturursun yatağına ve korkarsın, çünkü hala yalnızsın.. ve düşüncesi çoktan yıkmıştır düşünü..


“Yalnızlık güzeldir” der geçersin.. Peki yalnızlık da sana “güzelsin” diyebilir mi o güzellik geçip giderken? ya da sen duyabilir misin yalnızlığı? Akrebin yelkovanı zehirlediği o piç saatte kendi sesinden iğrendirir insanı o yalnızlık, öyle güzel iğrendirir ki telefonlara bakmadan önce öksürürsün iki kere ve yine bir ses verirsin yalnızlığın dibine.. Yalnızlık demez sana “sesin de çok güzel” diye.. Sen “Yalnızlık güzeldir” deyip geçtiğinle kalırsın.. Yalnızlık’a da küsersin zamanla, küsersin ve yapayalnız kalırsın.. Yapayalnızlık da güzel mi sence?


“Sen nesin be Anıl?” diye sordum..


“Sadece bir ibne..” diyerek tükürdü ruhum beynime..


Öyle tabii… Öyle ama… Öyle işte.

Yorumlar