Bölüm 11

Derslerden sonra kendi yatakhanem yerine Pan’ın yatakhanesine geçtim direkt.. Pan yatakhaneler bloğunun ilk katındaydı, ben 3. kattaydım dolayısıyla Keş de 3. kattaydı.. Pan benim için bulunmaz limandı, O’nun yanında kendimi revizyona girmiş arızalı ürün gibi hissediyordum. O kadar rahattım ki zart zurt osurup duruyordum.. Pan’ın yanında ilk osurduğumda çok utanmıştım; “Oha oğlum lan bi deliğine sahip çıkamıyorsun” tarzı bir tepki beklerken, “Yuh” dedi bana ve ekledi “Oğlum öyle osurulmaz lan, al bir de bunu dinle” diyerek o güne kadar duyduğum en nameli osuruğu patlattı.. O kadar çok gülmüştüm ki içtiğim sigaranın dumanı ağzımdan, burnumdan, kulaklarımdan püskürmüştü.


O akşam yemekten sonra her zamanki akşam etüdüne katıldım. Bu etüdlere yemin ederim ki zorunlu olduğu için katılıyorduk, derslerle alakamız benim kızlarla alakam kadardı yani şöyle böyle bir alakaydı işte.. Etüdten sonra yat yoklaması öncesi Pan’ın yanındaydım yine, sigaramızı içtikten sonra ben yoklamaya gitmek üzere merdivenleri çıkmaya başladığımda koşarak arkamdan yetişti ve “Yoklamadan sonra gel ha, taşşak yaparız uyuma erken” diye seslendi gülerek. O sırada yoklamaları almak üzere nöbetçi öğretmen de merdivenleri tırmanıyordu üçer beşer, yakayı ele vermemek için saniyesinde kendi yatakhaneme kaçtım ve üzerimi değişip yoklama sırasının bizim yatakhaneye gelmesini beklemeye başladım, bir an önce yoklama faslı bitse de Pan’ımın yanına gidip kurtulsam şu Keş’in kara sularından diye can atıyordum. Bizim katın yoklaması bittikten sonra, dördüncü katın yoklaması bitsin ve nöbetçi öğretmen siktirolup gitsin diye beklerken, sırtıma biri dokundu; “Yine o dokunuş”tu bu…


Arkamı dönerken sanki tüm yatakhanedekiler kesilip biçilmiş de katil en sona beni bırakarak, yarattığı vahşeti bana seyrettirmek için “Arkanı dön de eserimi gör” dokunuşu yapmış gibi hissediyordum.. Karın kaslarım her an bir yumruk gelecekmişçesine gergin ve dudaklarım da böyle “:|” tek çizgiydi. Oysa ki bir kaç gün önce kalp kalp olan gözlerimdeki kalpleri götüme sokmuş bir Keş’ti gördüğüm, ama söz konusu Keş olunca verdiğim tepkilerde mantık aramak google’dan manita aramak kadar saçmaydı.. Kaşları alnını üç kat kırıştıracak şekilde havada “Biraz konuşalım” dedi beni kolumdan çekerek.. Yatakhanedeki herkesin dikkati bizdeydi, “Eyvah kavga edecekler” dikkatiydi bu..


Dikkatlerin üzerimizde olması sebebiyle yatakhaneden çıkana kadar, cambazlıktan bihaber birinin kırık camların üzerinde yürürken ayakları parçalanmasına rağmen yiğitliğine laf söyletmemek için acı çekmiyormuş gibi davranması sendromuna yakalandım. İçimdeki ka*s kum fırtınası gibiydi, duygularımı ve yapmam gerekenleri göremiyordum, tek hissedebildiğim Keş’in kolumu sıkan ellerinin verdiği acıydı.. Buna rağmen hiç canım yanmıyormuş gibi dimdik yürüyordum ve en sağlam maskemi takmıştım yüzüme “ne gülüyordum ne de somurtuyordum”.. Bizim katın en ucundaki etüd odasının kapı arkasına geçtik, kolumu bırakır bırakmaz duvara yaslandım ve “Ne oluyor lan, borcum vardı da ödemeyi mi unuttum?” dedim.


Yüzüme bakışı ahlak biçilmez küfürlerin altın anahtarı gibiydi.. Korkuyordum deli gibi kopacak kıyametten korkmasına ama dedim ya maskem sağlamdı.. “Seni benden başka kimler sikiyor !!” dedi sinirden çatallaşmış bir sesle. Olduğum yerde duvara yaslanmasam sırt üstü kayabilirdim, orospuçocuğunun dediğine bak yaa !! Durmuş saat gibi çalışıyordu beynim o dakika.. “Ne saçmalıyorsun adam gibi konuşsana!!” dedim.. “Doğru söyle Sırık ve Gürbüz’le ne geçti aranda??” diye yaklaştı bana doğru. Beş tekila shot’lık bir rahatlamayla “Yuh!!” diyerek güldüm, “Bu da nerden çıktı akşam akşam, yok öyle bir şey” dedim.. “İsterdin ama değil mi?” dedi rahatlamış ve işi piçliğe vurmuş bir şekilde.. “Herkes sen değil bir erkeğe kaldırsın..” dedim. Aramızdaki gerginlik yerini laf sokmalara bırakmıştı ve maskelerimizi kenara koymuş en davetkar gülümsemelerle atışmaya devam ediyorduk.. Aramızdaki buzlar yanardağ ateşine dönüşmüştü.. Sanki biz hiç sevişmemiştik ve yine Songül hocanın kalçalarından bahseder gibiydik.. Yarıda kesilen gülüşmelerde göz göze gelme ve o gözlerde şişelerce arzuyu bir dikişte bitirme evresinin başlangıcındaydık. Konuşmadan ateşkes ilan etmiştik ve kaçmaktansa, korkularımızı batırıp vicdan ve ahlakı rafa kaldırmaya yeminli gibiydik.. Tek elini omzuma koymuştu sohbet ederken, sonra o eli hafiften koluma ve belime indi “Hadi gel bi sigara içelim, sonra gidersin yeni tayfanın yanına” dedi.. Barış imzalamışken bu teklifi reddetmek, AB’ye kabul edilmişken “Ben vazgeçtim!” demek olurdu..


Tuvaletin kapısında “Sen en son kabine geç ben sigara alıp geliyorum” dedi ve koşarak yatakhanesine gitti.. Ben de “Hünkar beğendi Hürrem” modunda pembe lazımlıklı(!) kabinimize girip onu beklemeye başladım.. İçimden 10’a kadar saydım saymadım Keş yanımda bitiverdi “off marlboro bitmiş ama senin sevdiğinden buldum” diyerek elindeki iki tek camel ve çakmağı gösterdi.. Kabine girip kapıyı kilitledik yine, sigaralardan birini yaktı ve 3 nefes çekip bana uzattı, uzattıktan sonra ciğerlerindeki dumanı halka yaparak dudaklarıma doğru fırlattı, son halka önümde havada asılı dururken usulca içime çektim halkasını ve gülümsedim.. “aa aslında böyle içebiliriz ben çektiğim dumanı sana veririm sen de bana üflersin, tasarruf tasarruftur” diyerek üflediğim dumanı içine çekti.. Dudaklarıma o kadar çok yaklaşıyordu ki değil çadır otağ kurmuştum otağ.. “Yeter la dört oldu sikerim belanı üç nefeste bir değiştircez” dedi beni benden alan o masum bakışlarıyla.. Bakışları o an sanki biz birbirimizi olduğu gibi kabullenmiş iki kişiymişiz bakışlarıydı. İnsan hissediyordum o an kendimi ama olabildiğince tahrik olmuş bir insan..


O, sigara dumanını bana üflerken, ben O’na, O’nun bana yaklaştığı kadar yaklaşamıyordum; kendi duvarlarım engel oluyordu daha sonrasında utanacağımız derecede ileri gitmemize.. Üstümde okula yeni kaydedilmiş bebenin annesiz geçirdiği o ilk gün yaşadığı dramatik çekingenlik vardı.. “Yemeyiz lan merak etme az yaklaşarak çekmezsen havaya gider duman” diyerek cesaret barajımın duvarlarını sarstı.. Keş o duvarları sarsar da ben yıkmaz mıyım, amına bile koyarım.. Dumanı üflediğin de Keş’e onun bana yaklaştığından çok daha fazla yaklaştım, dışardan bir gören olsa “Oha yiyişiyo lan bunlar” derdi. Dumanı o üfledi, ben üfledim derken elini madenime götürürken diğer eliyle de benim elimi tutup kendi madenine koydu..


Gururumu da bir solukta üflemiştim camel dumanıyla.. Sorgulamayı, düşünmeyi, yargılamayı bırakmış sadece orada onunla olmanın heyecanını yudumlayıp onun olma arzusunu tükürmüştüm.. Ellerimiz birbirimizin madeninde benim başım onun, onun başıysa benim omzuma yaslanmış şekilde ayaküstü bütünleşiyorduk, eşofmanlarımız dizlerimizde nefeslerimiz boyunlarımızdaydı.. Öylesine derinden bir sıcaklıktı ki hissettiğim, sanki damarlarımızdan kırmızı şarap akıyordu.. İkimizin madeni de alabildiğine ıslanmıştı.. Islanan yerlerdeki kaygan sıvıyı baş parmaklarımızla yayarak hazzı pekiştiriyorduk.. Birden “Denemek ister misin?” dedim.. “Neyi?” diye sormasına gerek yoktu, sesim bile onun olmak onunla olmak için kıvranıyordu.. Hayatımda ilk kez isteyerek pasif olacaktım ve inanılmaz korkuyordum, o acıdan ve sonrasında omuzlarıma oturan evlatlıklarım utanç ile pişmanlık’tan…


Madeni oldukça esaslıydı, arkam dönük şekilde olacakları beklerken çoktan pişman olmuştum bile.. “Ya yapmasak daha iyi sanırım” dedim özürle karışık yalvarırcasına.. “Neden? Ne oldu ki?” dedi iştahla karışık bir şaşkınlıkla.. “Çok canım yanacak zorlamayalım daha fazla olmuyor işte” dedim geri iterek.. Miğfer Dibimin kapısı umrumda değildi o an, sadece aklıma gelen ilk bahaneydi bu.. “Pişman olup vicdan azabı çekicem, eğer bunu yaparsak +1 “Keş”kem daha olacak, erkek arkadaşlarımın yüzüne bakamıcam, kız arkadaşımın elini tutarken kendimden nefret edicem, durumu ailem öğrenirse ya da okul idaresi öğrenip bizi okuldan atarsa ömür boyu çok üzülücem…” diyemezdim O’na.. Anlamazdı çünkü.. O an alt tarafı bir delik ve alt tarafı bir sikişti olay O’nun için.. Yalvarır gibi yarı sulu gözlerle bakıyordum gözlerine ama o gözlerimi görmüyordu, “Tamam şampuan getireyim öyleyse” dedi üstünü toparlayıp kabinden çıkarken ve beni üzerime yıkılan duvarlarımın enkazında bıraktı..


Arkasından sadece “Krem bul, şampuan yakar” diyebildim fısıldayarak.. Bana doğru döndü ve “Tamam bekle burda sen, krem ve bir iki tek sigara daha bulup geliyorum” diyerek uzaklaştı.. Saat geceyarısını geçiyordu ve etrafta ölüm sessizliği vardı.. Sessizliğin sesini dinlerken saniyelerim keşkelerim olarak ekleniyordu adisyonuma, ve o keşkeleri ödeyebileceğim hiç bir ‘iyi ki’m yoktu.. Keş’in nöbetçi öğrenciye seslendiğini duydum “Pşşşt kanka biz Anılla keşleniyoruz nöbetçi öğretmen gelirse merdivenlerden bakarak ol hemen bize haber ver!!” .. Piç kurusu nöbetçi öğrenciyi tuvaletten uzak tutmak için yapmıştı bunu adım gibi eminim yoksa nöbetçi öğretmen geldiğinde üstümüzde sigara olmasa dahi kokudan yakayı ele verir yine yakalanırdık.. Ardından usulca kabine girdi “Bu krem olur mu?” diye getirdiği hindistancevizi aromalı eczane numunesi kremi gösterdi.. “Hıhı…” dedim başımla onaylayarak.. “Önce hafif ıslatsana canın yanmasın” diye kibarca “Ağzına al da kalksın amk!” demiş oldu.. Midem bulanıyordu stresten ama dediğini yaptım, çıkmazımın duvarına çarpmaktansa Keş’e çarpmaya karar vermiştim ne de olsa.. Teninin tadına bakarken ben, elleriyle başımı git gide daha çok bastırıyordu madenine; birden kusacakmış gibi oldum, gözlerimden yaş gelmişti..


Kıvama geldikten sonra numunenin kapağını açtı ve eline sıktığı kremden, kremalı bisküvit kokusu sardı kabini.. Az önceki iğrençlikten sonra bu koku iyi gelmişti mideme.. Madeni kar gibi olmuştu, o kadar çok titriyordu ki bacaklarım bu yüzden kremi bol tutmuştu.. “Hadi!” dedi, yine eşofmanlarımız dizlerimizdeydi ama bu sefer yüz yüze değil arka arkayaydık.. Hala bir umut belki yapmayız diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalışıyordum.. Çıkışların serbest girişlerin mahrem olduğu yerimde bir soğukluk hissedip irkildim, ardından akan kremi parmaklarıyla dağıtan Keş’in hareketlerini titrememek için alabildiğine kastığım bacaklarımın arasından görerek zihnimi kapadım, “düşünme Anıl, düşünme Anıl” diye dua eder gibi sayıklıyordum içimden.. “Düşünme Anıl….”…


Alnımdan akıp saçlarımın ucundan yere damlayan bir kaç damla ter’in oluşturduğu birikinti, yerle bir edilen erkekliğimi yansıtıyor gibiydi bana.. Keş’i saniyede bir “Dur!!” diyerek geri ittiriyordum, en sonunda bana yaslanarak “Şimdi rahat ol, gevşe.. Hadiiii… Eveett.. Kasma biraz daha gevşe bak bekliyorum… Tamam ittirme hareket etmiyorum.. Evet işte böylee… Aslansın oğlum bak yarısı içerde.. Şşşşt sessiz ol, kasma kendini tamam hareket etmiyorum… Bak böyle işte, aferiiiiinn…” diyerek madeninin tamamını bankama yatırdı.. Gevşememi sağlayan söyledikleri değildi, sadece dikkatimi olan bitenden ayırıp onun sesine vermiştim; bir şarkı söylese yine aynısı olacak ve kasıkları kalçalarımla yine bir şekilde buluşacaktı.. Acıdan ve kasıklarındaki yeni çıkan kılların kalçalarımda oluşturduğu tuhaf histen başka bir şey düşünemiyordum.. Usul usul yapıyordu, bunu beni düşündüğünden değil dışardan duyulmasın diye yaptığını biliyordum… Tahrik olsun da çabuk bitsin diye belli belirsiz sesler çıkarıyordum ama biteceği yoktu, “Yeter!” dedim fısıldayarak, “Neden?” diye sormaması için de “Çok canım yanıyor…” diyerek ekledim.. “Tamam gelmek üzereyim” diyerek hızlandı ve tamamını bankaya yatırarak kasıldı.. Madenindeki kasılmalardan bittiğini anlamıştım.. Kasılmalar sona erene kadar en dipte bekledi ve ardından yavaşça kılıcını kınımdan çıkarttı.. Ben acıyla karışık sızlamadan ötürü eşofmanımı kaldırmakta zorlanırken O’nun çoktan üstünü başını topladığını farkettim.. “Ben bir tek sigara daha getireyim içip yatalım” dedi benimle ilk kez tanışıyormuş gibi soğuk soğuk.. Tek kelime etmeden başımla onayladım.. Ardından bir sigarayla kabine geri döndü ve sigarayı yaktı.. 3. nefeste “Sıra bende?” dedim, “Dur ben yarısını içeyim, bırakırım gerisini yatcam zaten” dedi.. “Neden? Normalde üçer nefes çekiyorduk?” diye sordum, “Şimdi benimkiyi ağzına aldın ya iğreniyorum seninle aynı sigarayı paylaşmaya…” diyerek sigaranın yarısını bana bırakıp çıktı kabinden.. Gururum, sikilen erkekliğim, katlanan pişmanlığım vs hepsi ezilen onurumun, aşağılanan karakterimin altında kalmıştı.. O anı açıklayacak bir küfür henüz icat edilmemişti ama ben kısaca “Ana karnında dayı yarraağı yemiş orospu çocuğu” diyebilmiştim içimden..

Yorumlar