Bölüm 108

İşte o günden sonra o abilerin götü yemedi benimle “saklambaç oynamaya”. Hepsine “O çocuktan uzak durun, iftira atıp başınızı yakar.. Biliyoruz siz delikanlı adamlarsınız, yapmazsınız ama o çocuk kafadan kontak!” demişti aileleri.. Benim ailem “Cidden öyle bir şey yapmadılar değil mi?” diye bile sormadı.. Büyük ihtimalle “benim yaşarken korktuğum şeyleri”, onların “duymaya” bile götü yoktu.. Götü olan bir tek bendim orada, “sahibinden itinayla sikilmiş bir adet göt” kadar olamadıklarını gördüm göreli “götümü onlara yaslamayı” bıraktım.. Götü olmayan insanların, “götlük”te harikalar yarattığını göre göre büyüdüm ben..


PP arabayı dayımın deniz kenarındaki meyhanesinin önünde durdurdu.. “Önce bi eve gitseydik, buraya yarın akşam da gelebiliriz?” dedim.. Sırık saf saf bana bakıyordu, PP “İnin amına koyayım! Sanki Fizan’dan geldi arkadaşın!” deyince Sırık “Hakikatten yaa, yorgun değilim ben” diyerek arabadan indi.. PP önden giderken “Bana bak, sen kaşındın! İki saate şikayete başlarsan sokarım şişeleri götüne!” diyerek Sırık’ın kolunu çimdirdim; “Tamam lan, asıl sen başlama da şikayete” diyerek güldü.. Bahçedeki masaların en arkasında, denize yakın olan sıradan bi yer seçtik kendimize.. “Aç mısınız?” diye sordu PP.. Sırık “Yok yaa biz yedik yolda mola verip, sağol abim” dedi.. PP bana bakıyordu, “Tuzlu fıstık iyidir” dedim.. “Hoooop! Lan Martıııı! Bize ordan 3 tombul şişe, bi de ortaya bolca fıstık! Hadi aslanım, göreyim seni!” diye seslendi PP.. Martı, dayımın yanında çalışan daha doğrusu dayımın yanında büyüyen “sağ kolu”ydu.. Bu mekanda her şey Martı’dan sorulur, en azından ben kendimi bildim bileli durum böyleydi..


Dördüncü biralardan sonra PP’nin gözler köyün delisi gibi bakmaya başladı, bana yine “Hahahha kafa oldun dimiiiiii! Şişede durduğu gibi durmuyo dimiiii!” diyerek sarmaya başlamıştı.. Sırık’a bakıp gülmeye başladım.. Baktım PP’nin susacağı yok, şişeyi yine fondipleyip elimle ışığa doğru kaldırıp “Baba bi baksana kalmış mı içinde, ben bu taraftan iyi göremiyorum da” diyerek salladım.. “Ühhh gırtlağını sikeyim senin! Martıııııııııııııııı! Kardeşim ordan bi tombul daha getirsene bu pezevenge! Hay kandilini siktimini gırtlaksızı!” diyerek sarmaya başladı.. Sırık’la kafalarımız hafif güzelleştiğinden PP ne dese ninni gibi geliyordu.. Mekanda Sırık’la PP beş’er bira içti, bense altı; ve bir tek PP yengeç gibi yürüyerek çıktı ordan.. Bizi iki dakikada yazlığın önünde bırakıp, o kafayla içmeye geri döndü.. Sırık “Oğlum bak yemin ediyorum, ben gördüm de bu kadarını görmedim” deyip deyip gülüyordu.. “Evlerden ırak….” diyerek gülümsedim, ve elimizde çantalarla bizim eve doğru yürümeye başladık..


Eve annemin birbirine karışan “Hoşgeldiniiiiiiz!” ve “İçtiniz mi siz?!? Tüh Allah kahretmesin sizi!”leriyle girdik.. “PP abi sağolsun” diyerek güldü Sırık, “Sağolsun da canımı yesin değil mi evladım!” deyip “Hadi bakalım, çantalarınızı odanıza bırakın da bir bira da benimle için balkonda” diye ekledi annem.. Sırık’ın gözleri kalp kalpti, “Oğlum ne kadar mükemmel bir aile bu, tam hayalimdeki olay lan” diye diye çıkıyordu merdivenleri.. Kafası güzel diye olsa gerek, bizim yazlıktaki her şeye aşkla bakıp “vuhooooooaaaaaaaoooovv” diyordu, “Oğlum alt tarafı tarla ve deniz” dedim, “Sana göre öyle oğlum, bizim peder yüzünden kaç yıl boyunca kel tepelere baktım durdum haberin var mı?” dedi.. “Eh o zaman Allah yüzüne baktı da beni tanıdın” diyerek omzuna vurdum, “Siktir mal” diyerek gülmeye başladı..


Sırık, tanıdığım en uyumlu insandı.. Belki kendim “uyumsuz”um diye hep böylesine uyumlu arkadaşlara denk geliyordum.. Belki onlar da “uyumsuz”du lan, belki ben daha “uyumsuz” olduğumdan onları hep “uyumlu” sandım..


“Kanka bu gece halıda yatcaz haa, evde yatak yok” desem “Oooooo halı mı? En sevdiğim! Kanka, zaten ben halıdan başka yerde rahat uyuyamam” diyeceğinden adım gibi emindim.. “Uyum”un bokunu çıkartan cinslerdendi; önüne koyulan her şeyi “Oooooo en sevdiğim” diyerek karşılayışı annemi çok sevindirmişti.. Annem gelip gidip bizim odaya bira fırlatıyordu “Alın gençler, başka yerde bulamazsınız” diyerek.. Sırık’la ayakta alkışlıyorduk Valide Sultan’ımızı.. “Halılarıma kusup işemeyin de ne bok yerseniz yeyin” demişti annem.. Sırık’tan mutlusu yoktu o dakika “Bilseydim daha önce gelirdim lan niye anlatmadın annenin böyle kafa dengi biri olduğunu” diyordu.. “Annem bir tanedir yaa, onsuz hayat çekilmez” dedim gururla..


Sırık’la içip içip bayıldığımız ve yüzerek ayıldığımız iki günün sonunda Efes’le Tuborg da aramıza katıldı.. Onların gelişiyle makaranın dibine vurduk.. Odamda “sıradaki” biraları kimin aşağıdan getireceğini belirlemek için bütün gece batak oynuyorduk.. O yılların favori şarkılarından “Dale don Dale, Kill Bill” falan çalıyordu teypten, Efes yanında “Televole” yaz albümüyle gelmişti, içip içip apaçi dansları yapıp birbirimizi güldürüyorduk; yatılı okulda okuduğumuzdan normal insan nasıl dans eder, nasıl eğlenir vs hiç bir fikrimiz yoktu.. Bir gece yine biz böyle “Sıradaki sigarayı hangi markadan alalım”ına batak oynarken annem daldı odaya, hepimiz bir stresle sigaraları söndürüp küllükleri yatak altına ittirdik.. “Hadi küllükleri sakladınız da şu dumanın üzerine de çarşaf mı atacaktınız” diyerek güldü annem.. Hepimiz “ehem öhe kehkeh yaaaa ahah ama yok az içtik” diye kıvranıyorduk yerde.. “Öfff madem yiyorsunuz bu boku, alın kaliteli yeyin!” diyerek bir karton “marlboro”yu fırlattı ortamıza.. Sırık, Efes ve Tuborg bir ağızdan “Oha! Ahaa! Hobaaa! Hohhhh!” diyerek kartona bakakalmışlardı.. Annem elinin tersiyle hepimizin bir ağzına bir alnına vurup “El öpmeden de olmaz değil mi gençler” diyerek çıktı odadan.. Efes’le Tuborg birbirine sarılmış “Hıaaaaaaaa” diye çıldırıyordu, Sırık da yerden aldığı kartona “Oğlum durun lan, çok heyecanlıyım, açsak mı acaba” diyerek bakıyordu.. O karton yurtdışından gelen bir akrabamızın hediyesiydi anneme, dolayısıyla sevildiğimi hissettim lan! Beni, benim mutluluğum için, marlborosundan bile vazgeçebilecek kadar seviyordu annem!


Annemin bizi sigara ve alkolle desteklemesine tüm arkadaşlarımın aileleri “yanlış” gözüyle bakıyordu.. “Yanlış” ama kimin yanlışı? ve kime, neye göre yanlış?… Annem “Tamam bak bu boku yediğini biliyorum, gizli yeme o yüzden”ciydi.. “Dışarda arkadaşlarından otlanacağına kendi paketini taşı, taşı ki içtiğin sigaranın içinde ne olduğunu bil.. Alkolü de öyle, git kendi biranı rakını her ne boksa kendin al, kimsenin bardağından içme; içinde ne olacağı belli olmaz” derdi hep bana.. Dolayısıyla evde içmemize sonsuz hoşgörüyle bakıyordu, sarhoş olup komaya girsek bile “müdahale edebileceği” yakınlıktaydık.. Hiç bir zaman bu “yakınlığı” suistimal etmedi, odama girdiğindeyse hepimize “arkadaşımızmış” gibi davranarak; bize, bizim evde olduğumuzu unutturmayı bildi.. O yüzden ortada bir yanlış varsa, bu anneme ait olamazdı; bu yanlış, ona “yanlış”ı yakıştıranların “yanlış”ıydı..


“Saygı; sigarayla olmaz, karşımda da iç; yediğin her gizli bok seni benden uzaklaştıracak; uzaklaşma! ” derdi bana.. Annem “kendi kuralları”nın kadınıydı.. Herkes “dünyanın çivisi çıkmış” derken O “sanki sizin çiviniz yerinde” diyerek gülebilen bir kadın..


Sanki sizin çiviniz yerinde…

Yorumlar