Bölüm 36

Selam veren çocuk benimle aynı kısımdandı, derslerde karşımda oturuyordu iki yıldır; ama daha önce hiç konuşmadığımızdan sesinden kim olduğunu çözememiştim.. “Haa sen miydin” dedim gülümseyerek.. “Başka birini mi bekliyordun” diye yanıtlayınca “Aslına bakarsan kimseyi beklemiyordum, hayırdır sen ne yapıyorsun burda?” diye sordum.. Ardından sandalye çekip yanıma oturdu, içimden çocuğa zibil gibi yağdırıyordum “Hay amk senin sik mi var yanıma oturdun, selamlaştık la işte daha ne, siktirip gitsene” diye. Milletten uzak kalabildiğim tek yer kütüphaneydi, onda da bu bebe dolanmıştı ayağıma. Hayır bir de selam verirken “Sen de mi buraya saklanıyorsun” diyor; saklandığımı, uzaklaşmak istediğimi biliyor ve hala sikimsonik muhabbetlerle kafa ütülüyor.. Utanmadan bir de sandalye çekip oturması! İnsan bi müsaade ister, belki işim var, belki çok meşgulüm, belki dinlemek istemiyorum, belki senden nefret ediyorum..


Bahsettiği şeyler bana o kadar yabancıydı ki, sıkıntıdan kolumu götüne sokasım geliyordu bebenin.. Bebe diyorum çünkü benden bir yaş küçüktü, okula erken kaydettirilmenin nimetlerinden faydalanıyordu “Senden bi yıl sonra doğdum ama baaaaak aynı sınıftayız naaaber, boku bokuna yaşamışsın bir yıl fazladan” der gibi.. Oldum olası bu erken kaydolanlardan nefret ediyorum, bana kendimi gerizekalı hissettirmekten başka bir boka yaradıkları yok.. Ben bir yıl fazladan sürünerek geldiğim yeri onlara layık göremiyordum, ne demek kardeşim siktir olup gitsinler bi yıl daha sürünsünler.. Diğerlerinden bir yaş küçük olan ben olsam kendime laf söylettirmezdim o ayrı.. “Siz benim neler yaşadığımı biliyonuz mu yeaaa bırah allasen” diye artistlik yapardım bi de üstüne..


Bebe, sarışın mavi gözlü bir çocuktu. (evet bundan sonra O’ndan Bebe diye bahsedicem). Sarışın mavi gözlü falan deyince aklınıza bizim törkiş sıtayl aktörler gelmesin.. Hatta aklınıza aktörler de gelmesin.. Bebe bildiğin İzmir kıvamında bi sarışın-mavigöz’dü.. Boyu benden biraz kısa, atletik ama Gürbüz kadar yapılı olmayan, hani fit-çıtı pıtı arası bir çocuk.. Sevimliydi de, yoksa muhabbetine hayatta katlanmazdım.. Konuşurken laf arasında dayanamayıp sordum tam olarak hangi tarihte doğduğunu.. “Dokuz Ocak, ya sen?” dedi.. Hayatımda ilk kez benimle aynı tarihte doğan biriyle konuşuyordum, tamam benden bir yıl sonra doğmuştu ama ay ve gün kısmı aynıydı.. O anki sevincimi ve heyecanımı görsen sanki “Ajda Pekkan’la kanka olmuşum da hala gözlerime inanamıyorum”.. 3 lafımdan ikisi “ya oğlum harbi harbi 9 ocak mı la, oha yaa”ydı.. Bu sefer sıkılma sırası Bebe’ye gelmiş olcak ki koydu kimliğini önüme, harbiden de 9 ocaktı.. Ben de kimliğimi hemen onunkinin yanına koydum, o da görsün diye.. Ahşap masa, yanyana iki kimlik, iki sandalye, yanyana iki yakışıklı, Allah’ım sanırım evleneceğim adamı buldum; düğün tarihini bile belirlemiştim aklımdan: 9 Ocak!


Bebe’ye alıcı gözle baktım bakalı gözüme daha bi yakışıklı görünmeye başlamıştı. Konuştuğu konular aslında bana pek de yabancı değildi, bunu muhabbet ilerledikçe anlıyordum. Ne yazık ki ben de o önyargılı gerizekalılardan biriyim. Bir insana notunu daha konuşmaya başlamadan vermekte üstüme yok. Hatta sadece yüzünü görüp “Yaa bunla arkadaş olunmaz ki” dediğim insanları bir araya getirsek, birbirleriyle arkadaş olup bana dalarlar. Herkesin bana önyargıyla baktığı bu düzende önyargısız olmak da istemiyordum açıkçası.. İnsanlara şans tanımak bana göre değildi, ben o şansı insanlara değil orospu çocuklarına tanımakta iyiydim..


Dudakları çok dolgun değildi Bebe’nin, konuşurken çatallaşan sesi ilk etapta itici geldiyse de konuştuğumuz konular hakkında söyledikleri bu kusurunu görmezden gelmeme yetiyordu. Onunla konuşmak, aynaya bakmak gibiydi. Olaylara ve olgulara getirdiği yorumlar, verdiği tepkiler, gülüşü, bakış açısı, her bi boku benimle aynıydı.. İşte ben o gün inandım burç denilen nanenin gerçekliğine.. Aramızdaki tek fark; o disiplinli ve örnek bir öğrenci, bense zibidinin teki.. tamam tamam göz renklerimiz de farklı; onun gözleri gün gibi maviyken benim gözler gece gibi karanlıktı.. Bildiğin roman gibiydik “Mai ve Siyah”..


Kütüphaneden çıkıp akşam yemeği için yemekhaneye doğru yürümeye başladık.. Yürüyüşü bi dengesizdi Bebe’nin, konuşurken çok heyecanlanıyor ve yürürken dengesiz adımlar atıyordu.. İçimden “Düşerse amma gülerim ha” diye geçirirken bir yandan da acıyordum çocuğa.. Yok yaa acımak da değil, hani böyle kafasını koltuğumun altına sıkıştırıp saçlarını darmadağın edene kadar sevesim geliyordu.. Tek sorun “Yanımda böyle bir ezikle etrafta dolaşırken görülmek”.. Hani sigara içiyorum, serseriyim, psikopatım vs ya; derler adama “Oğlum lan bu entel dantel elemanla ne işin var” diye.. Aslında kime ne, tabii kime ne ama işte bizim okulun düzeni böyle işlemiyor.. Belli bir saygınlığa ulaşabilmek için onlarca öğrenciyi elden geçirmek gerekiyordu, gözü kara olmak, kuralları siklememek, öğretmenleri deli etmek falan.. Bu noktaya gelebilmek için ben kaç haftasonumu okulda cezalı olarak yaktım var ya kendim bile sayamadım.. “İyi de bu saygınlık ne boka yarıyor da bu kadar çabaladın” derseniz, o saygınlık ki okulda üst sınıflar bile sana bulaşmak istemiyor.. Kimse laf atamıyor, onu geçtim senin attığın lafa bile korkudan ters cevap veremiyor. Sürekli bir isteğin olup olmadığını soran insanlarla çevrilisin.. Herkes gönlünü hoş tutmaya çalışıyor.. Ciddiyim lan, hani bildiğin hapishanelerde koğuş ağaları olur ya böyle kendisine danışılmadan kuş uçmaz; işte ben o kuş uçurtmayanlardan biriydim.. 450 kişiydik Lise-1’ler olarak, ve 5 kişi böyleydi.. Biri ben, diğeri Keş, öbür üç kişi de alt katlardan olan çocuklardı.. Beşli olarak zaman zaman bir araya gelir sigara içerdik.. Tüttürürken bir yandan da okulda dedikodu yapıp laf taşıyan var mı yok mu, ispiyoncular kimler ve bu ispiyoncuları nasıl yok ederiz vs diye aramızda kararlar alır, sonra o ispiyoncuları uygun bir vakitte ikişerli gruplar halinde kenara çekip bayıltana kadar ağlatırdık.. Hiç acımadım ispiyonculara işkence yaparken, ben zaten tuvaletin son kabininde veya herkes uyuduktan sonra boş etüt odalarında sigara içiyorum; kimseye de zararım yok; sen kalkıp götüne bacak sokmuşuz gibi bizim isimlerimizi idareye verip durursan biz de kalkar o bacağı cidden götüne sokarız.. Kulağını çektiğimiz eleman değil bir daha idareye ispiyonlamak, gelip bize gözcülük yapardı rahat sigara içelim yakalanmayalım diye.. İşte Bebe’yle çok vakit geçirdiğim duyulursa, bu otoritem zayıflardı ve kimse beni siklemezdi.. Sakar bir Bebe için bu kadarını riske atmayı göze alamıyordum.

Yorumlar