Bölüm 20

Az önce o öğrenciyi kapıya yapıştıran ben değilmişim gibi yer verdiği için teşekkür ederek oturdum. Otobüs hareket ettiğinde ben çoktan pişman olmuştum o öğrenciyi haşladığıma.. Ben keyifsizim diye milletin keyfini kaçırmamalıydım; bir de hiyerarşinin nimetlerinden bu şekilde faydalanmamalıydım, sonuçta çocukcağız daha ilk senesindeydi ve aile özlemidir, yabancı ortam yeni arkadaşlıklardır, disiplin ve ağır derslerdir vs dünyanın karmaşasını yaşıyordu o çocuk kalbinde.. Yaptığımdan o kadar pişman oldum ki, havayı biraz rahatlatmak için otobüs okuldan çıktıktan sonra “Şapkaları çıkarın beyler” diyerek rahat olmalarını söyledim. Okul kurallarından bir diğeri de otobüste şapka takılmasıydı, iyi de şapka güneşten korunmak içindir yani kapalı alanda takıp gezmenin alemi yok. Sisteme karşı’lığın yürüyen anıtıydım aldığım cezalardan ötürü.. Otobüs Üçkuyular’a yaklaştığında otobüsteki öğrenciler eski muhabbetlerine dönmüş, ben de haşladığım o tombul bebeyle kardeş gibi olmuştum.. Şoföre durması için seslenmelerini söyledim, okula hizmet eden otobüslerde sinyal butonları yerine kendi sesini kullanman gerekiyor durmak için.. Otobüs durduğunda, yeni tombul kardeşime “Pşşt akşam yemekten sonra bizim kısıma gel, muhabbet ederiz” dedim, otobüsten indiğimde çocukcağız tombiş suratına yayılan koca bir gülümsemeyle “tamam abim, merak etme” diyerek el salladı. Hah şimdi içim huzurluydu, akşam da tombuluma bir kaç kola çikolata alır makara yapıp güldürerek gönlünü yapardım.. Üçkuyularda otobüsten indiğimde yaptığım bu saçmalığı bir daha tekrarlamamaya yemin ettim, “sistemin karı dayağı yemiş yüzü diye eleştirdiklerim gibi olmayacaktım.” Ben ezeni ezmeliydim, ezileni herkes ezer..


Yürürken alnımdan süzülen terler gözüme kaçıp duruyordu, nasıl da yakar o ter damlaları bilirsiniz, İzmir’e gavur diyenlere hep sinir olurdum ama İzmir bildiğin gavur amı gibi yanıyordu o gün. Koşar adımlarla gölgemden kaçarak Panların eve doğru yürümeye başladım, bir yandan da Pan’a mesaj atıyordum “sizin apartmanın oraya varmak üzereyim otomatiğe bas piç !” diye.. Oldum olası bir arkadaşıma gideceğim zaman o zile basmaktan nefret ederdim, ya mesaj atarak ya da arayarak kapıyı açmasını söylemek daha cazip gelir. Zile bastığımda megafondan “kim o?” diyen bir ebeveyn’e “Ben falanca, filan yerden oğlunuzun arkadaşı oluyorum, kendisi evde mi…” diye uzayıp giden açıklamalar hiç tarzım değil, hem Pan da ben de “aria” kullanıyorduk, bir kaç ay önce “avea” oldu ama hala alışamamıştık “avea” demeye.. O dönemler sınırsız beleş mesaj kampanyaları ve sınırsız dakika kampanyaları falan modaydı tabi..


Pan’ın 6. kat penceresinden sarkarak “Girsene lan açtık kapıyı kırmızı götlü mumla davet mi bekliyon amnakoym” karşılamasıyla apartmana girdim. Oyh nasıl da güzel geldi apartmanın o serinliği anlatamam, böyle bol buzlu mojito gibiydi efil efil de esiyordu. Direkt merdivenlere yönelip Panların kata doğru çıkmaya başladım, merdivenler de bitecek gibi değildi. Panların kapıya geldiğimde “Ne bu lan bu kadar yüksekte oturulur mu, bir kat daha çıksam Allah’la karşılaşıcam nerdeyse” diyerek nefes nefese ayakkabılarımı çözmeye başladım.Pan’ın “Harbi malsın lan, senin için asansör koyduk buraya sen yine de yürüyerek çıktın” demesiyle gerçekten de apartmanda asansör olduğunu farkettim. “Anamın amından asansörlü apartmanlarda fırlasaydım belki aklıma gelirdi bakmak..” deyip gülmeye başladım. Ayakkabılarımı çıkardığımda elimle çoraplarımı sıvazlayıp avcumu kokladım “çoraplar hangi çitos evresinde” diye, Pan direkt bi terlik uzatarak “Bak bunları giyersen kokmazlar o kadar” dedi. Piç mecburdu sanki her hareketimden ne düşündüğümü anlamaya..


Eve girdiğimde, ocaktaki çayın ve kızaran küp küp patateslerin kokusuyla kendimden geçmiştim. İki tane kedileri vardı, biri yavru ayı gibi iri mi iri ve gaddar, diğeri ise sıska, boyundan uzun kuyruğu olan haylaz bir şeydi.. Aylardır ilk kez halı üstünde yürümek huzur veriyordu, tak tak tak diye kendi adımlarını duymadan sessizce yürüme hissi.. İçerden annesi ellerini mutfak önlüğüne kurulayarak yanımıza geldi “Hoş geldin evladım nasılsın? Pan senden çok bahsetti”, “İyiyim teyzecim sağolun siz nasılsınız?” diye bir konuşma başladı aramızda ama görmeniz lazım yılların odunu olan ben bir anda kibarlıktan ve çekingenlikten dokunsan yıkılacak moddaydım.. Aylardır bir eve girmemiştim, ve ilk kez liseden bir arkadaşımın annesiyle konuşuyordum haliyle yanlış bir şey söylemekten de çekiniyordum ‘benim hakkımda kötü düşünürlerse’ diye. Malum birinin benim hakkımda kötü düşünmesi için çok da çaba sarfetmeye ihtiyacı yok.. Saygının dozunu o kadar abartmışım ki Pan girdi araya “Anne yaa bakma bunun böyle olduğuna aslında benden farkı yok, şimdi yeni tanıdı ya ondan utanıyor ehuehuehue çekinme lan”, böyle anlarda yüzümün renk değiştirmesinden nefret ediyorum, öyle bir kızardım ki patates olsam yenmem.. “hehe şey, yok ama ben, hmm”larım havada uçuşuyordu; “Eh be oğlum utandırmasana çocuğu sanane hem ne güzel bak efendi, örnek al örnek ! Ah Anııııl bizim bu Pan başımızın belası, sanki yapma dediklerimi yapsın diye doğurmuşum onu, az akıl ver şuna be evladım hiç ders çalışmıyor..” dedi annesi.. Pis pis sırıtıyordum Pan’a bakıp, “Siz hiç merak etmeyin teyzecim ben döve döve çalıştırırım onu” diye başlayıp Pan’dan dert yanarak devam ettim, öyle güzel dert yanıyordum ki annesi ha bire “Hah aaaaaynen öyle, evet yaaaa, offf sorma” deyip duruyordu, Pan bir ara dayanamayıp sırtımı çimdirdi, çimdirmek ki çimdirmek göresin tükürüğümde boğuluyordum nerdeyse. Benim acıdan sesim kesilince hemen araya girerek “Tabi konuş anne sen burda patatesler kırar yumurtayı kendi üstlerine” deyip gülmeye başladı, annesinin o anki “eyvaaaaaaah”ını hiç unutmıcam.

Yorumlar