Bölüm 113

Hayatımın en uzun 10 dakikasıydı.. Efes’in madeninin damarları üzerinde parmaklarımı gezdirerek yüzümü ona doğru döndüm ve gözlerine baktım.. Gülümsedi tatlı tatlı.. Gülümsedim göz kırparak..


Masum bir utangaçlıkla bakıyordu gözlerime, ve ilk kez kendimi bir erkeğin gözlerinden izliyordum.. Gözlerinin kahvesi.. “Kahverengi göz işte” diyorsunuz, demeyin.. Kahverengi yoktur, kahverengiler’e verilen tekil bir çoğulluktur o kelime.. Evet, tıpkı “insanoğlu” deyip geçtiğimiz ve “hangi insanın oğlu” diye sormadığımız gibi.. “Hangi kahverengisin sen Efes?”


Sakalı kadar kirliydi Efes’in kahverengisi, dudakları kadar çatlak ve alnı kadar ak.. Saçları kadar dalgalı, kirpikleri kadar telaşlı ve boynu kadar pürüzsüz bir kahverengi.. Işığını üzmeyip, tonuna ihanet eden bir göz rengi..


Bir tebessümün iki gamzesinden yakındı dudakları dudaklarıma..


Elimi, saniyeyi milyonlara bölen bir yavaşlıkla madeninden çekip yüzünde gezdirmeye başladım..


Gözlerini yumdu ve bekledi öylece..


Gözlerini iki sebepten yumar insan.. Bir “Ben bu işte ustayım, gözüm kapalıyken bile harikalar yaratırım”; iki “Korkuyorum, kararsızım; eyvah, vah ki ne vah..”


Gözlerini açtığında yeniden gülümsedim; iki gözümü de “korkuyorum” dercesine kapatıp, sol elimi omzuna koydum.. ve “Hadi biraz daha uyuyalım kardeşim..” diyerek sağ elimi madeninden çekip yastığımın altına sakladım.. “İyi uykular kanka” diyerek gözlerini kapadı..


Birinin daha “ilk”i olmaya hazır değildim.. Henüz o kadar geçmemişti Keş benim hayatımdan..


İrademin sebebi “sadakat” değil, “kararsızlık”tı.. En yanlış karar bile kararsızlıktan iyidir diyor “tuzu kuru” yavşaklar.. “Yanlış nedir?” bilmediklerinden ya da en iyi ihtimal “Kendi yaptıkları yanlışlara kılıf olsun” diye.. Peki ya “hata yapan” değil de “hata yapılan” olsaydılar? Affetmek de bir karar.. Herkesi bir şekilde affedebiliyor insan; ya kendini? Başkasını affetmenin, kendine ihanetle sonuçlandığı kararlar az mı ki? Üstelik “kararsızlık” da bir “kararlılık” türüdür.. ve ben, kararlı bir şekilde kararsızdım işte..


Uyandığımızda gün bizi çoktan terketmiş, geceyse henüz almaya gelmemişti; kızılı pembeye uzanan bir gök sekiyordu denizden.. “Offf, tam da yüzülecek günmüş; yazık oldu” dedim Tuborg’a.. Efes hala uyuyor; Sırık’sa yatağında telefonuyla oynuyordu.. Tuborg’la balkonda kahve içerek manzarayı izliyorduk.. Efes’le yaşadığım, daha doğrusu yaşamamak için direndiğim şeyden dolayı Tuborg’un da yüzüne bakamıyordum.. Keş’i düşündüm ister istemez..


Keş’in de bir ikizi olduğunu düşündüm.. Aynı yüze sahip iki “aynı” Keş.. Birinin kollarında bulduğum huzuru, diğerinin fikirlerinde bulabileceğim iki “ayrı” Keş.. İki “ayrı”yı, bir “aynı”yla sunsa ya hayat? ya da nerede olduğunu gösterse de ben gitsem…


Efes de sonunda uyanıp, balkona çıktı.. Solumda Tuborg, sağımda Efes.. İki “ayrı” şeyi hatırlatan iki “aynı” sima.. “Günaydın, rahat uyudun mu?” diye sordum gülümseyerek.. “Oooooo ne diyorsun, harbiden ilk kez halıda bu kadar rahat uyudum” dedi gülerek.. Tuborg “Bakma sen o ırgata, gazete kağıdı sersen yine rahat uyurdu; halı baya bi lüks gelmiştir” diyerek gülmeye başladı.. Sigara dumanını yuta-öksüre güldük.. Efes’in, hiç bir şey olmamışçasına rahat bir şekilde benimle konuşabilmesine sevinmiştim; arkadaşlığımızı kurtarmıştık en azından.. Uyandığımdan beri yarım paket sigaraya malolmuştu bana bu an’ı düşünmek.. Hayır, bir de misafirimdi; triplere girip surat assaydı ya da laf sokup dursaydı.. Yok yaa, harbiden içim rahatladı; hem belki de hatırlamıyordu o yaptığını, belki orada hala sarhoştu..


Hep beraber aşağıya inip sucuklu yumurta hazırlamaya başladık.. Karınlarımız öyle aç ki ha bire sigara içip duruyoruz açlığımız yatışsın diye.. Tuborg “Sikicem yaaa, midemi bulandırdı mk” diyerek sigarasını yarıda söndürdü.. Efes “Piçe bak yaaaa, sanki babanın evinde marlboro bulabiliyorsun! Samsun bile yok lan, nimet o!” diyerek Tuborg’un kafasına gömdü şamarı.. Tuborg “Senin amına koymaz mıyım! Gel lan buraya piç!” diyerek Efes’i kovalamaya başladı.. Sırık oturduğu yerden “zaaAAaaAaAaarrrrt!” diye osurunca hepimiz bir anda o tarafa döndük.. Sırık sanki osuran o değilmiş, hatta osuran biri olmamış, hatta ve hatta osuruk diye bir şey hiiiiiç varolmamışçasına bir soğuk kanlılıkla telefonuyla oynuyordu.. Hepimiz ona doğru dönmüş “Evet amk bendim!” demesini bekliyorduk gülmek için ama Sırık’tan çıt çıkmıyor.. “Pşşşt, lan? ne biçim osurdun amk?” dedi Tuborg.. Efes’le ben gülmeye başlamıştık çoktan.. Sırık “Yaa kusura bakmayın, uyanır uyanmaz bu kadar gürültü bende gaz yapıyor.” diyerek yine zerre duygu belirtisi göstermeden telefonuna döndü.. “Oha yaaa, yüzsüz amk! Hem osuruyor, hem de haklıymış gibi kuğul kuğul takılıyor” dedim.. “Abartma oğlum, alt tarafı kokulu bir ses; osuruk mosuruk nooluyoz öyle” diyerek gülmeye başladı Sırık.. Sırık’ın yüzü kızarmıştı, tavadaki sucukları kendi kaderine terkedip masaya kafa ata ata gülmeye başladık.. “Sen o sucukları yak da bi güzel ağzına sıçayım, o zaman da böyle gülecek misin bakalım!!..” dedi Sırık.. Efes’le Tuborg hala ayıla bayıla gülüyordu.

Yorumlar