Bölüm 53

Yılın en sikici haftasındaydık.. 19 Mayıs önümüzdeki hafta Çarşamba gününe denk geliyordu.. Bu da demek oluyor ki, bu hafta salı ve perşembe günleri Alsancak stadında diğer okullarla beraber prova yapılacak; pazartesi ve çarşamba günleri ise okulda provalar yapılarak her şey son kez gözden geçirilecek.. Alsancak Stadına provaya gidildiğinde birbirimizi bulup sigara içmeye kaçmak kolaylaşsın diye Pan benim sağımdaki çocukla yer değiştirdi.. Havalar iyice ısınmış yerler de kurumuştu.. Bayılacakmış gibi hissettiğimiz her saniye gönül rahatlığıyla götü yere koyabiliyorduk.. Bugüne kadar 3 affedilmez lanetin ikisini onlarca kez çiğnemiştim, bari bir tanesinden yırtayım diyerek yaşa oturmamaya özen gösteriyordum.


Prova haftaları kadar hayattan soğutan bir şey varsa o da hoşlandığın çocuğun götünün kıllı olması ve de aynı anda aletinin de 2cm çıkmasıdır.. Henüz şeftali ve bamyayla sınanmamıştım, o yüzden bu prova haftalarını hayattan soğutan en büyük olay gibi görmemde bir sakınca yoktu.. Okul kütüphanesinin önüne gelen yaklaşık 20 tane körüklüye sıkış tıkış binip o stada gitmekle canlı balıktan konserve yapmaya çalışmak arasında pek fark yok.. Hayatı idame yeteneğini tavan yaptıran bir deneyim işte.. Tek heyecan verici tarafı, diğer okullardan gelecek olan kızlar.. Kızlaaaaaaaaar!


Bizim okulun abazalarıyla İzmir’in yangın kızları bir araya geldiğinde ortalık savaş alanına dönüyordu.. Bizim abazalar, okuldan çıkmadan önce küçük küçük kağıtlara isimlerini ve telefon numaralarını yazıyordu.. Malum emirler gereği halkımızla muhattap olmamalıydık, ulaşılmazı oynamalıydık.. “pehhh kim sikler yalova kaymakamını” diyerek sözlü iletişime getirilen yasağı sms’lerle çiğniyorduk.. Sms dediğim de işte bu kısa mesaj niteliğindeki minnak kağıtlar.. Stada gittiğimizde diğer okulların hepsinin gözü bizde olurdu.. Erkek öğrenciler “Amına koduuuum abazaları, ölseler keşke” diyerek bakardı, kız öğrencilerse “ayyyyyy üniformaları çooook tatlıııı” diyerek.. Ben, bizim okuldakilerin ölmesini dileyen tayfaya bakanlardandım..


Herkesle beraber ben de geleneği bozup yiğitliğe bok sürdürmemek için ufak kağıtlar hazırlamıştım.. Hepsinde de aynı şey yazıyordu “Merhaba ben Anıl. Numaram 05XX335XXXX. İlgilenirsen mesajını bekliyor olacağım.” Gerçi okuldaki tüm öğrencilerin hazırladığı kağıtlarda aynı şey yazıyordu, değişen tek bölüm isimler ve telefon numaraları.. Stada girdiğimde bizim okulun öğrencilerinin diğer okulları kağıt yağmuruna tutmaları beni o kadar çok utandırmıştı ki değil numara dağıtmak, diğer okullardan biriyle göz göze gelmek dahi istemiyordum.. Daha öncesinde böyle salak bir manzarayla karşılaşmamıştım.. Düşünsene bizim okul 6 kişilik sıralar halinde stada giriş yaparken bir anda havada binlerce kağıt uçuşmaya başlıyor..


İşte benim olduğum sıra stada girerken gördüm O’nu da.. O kadar çok heyecanlanmıştım ki bir anda sıradan ayrılıp yanına gittim.. Turuncuyu kızıla çalıp akşam güneşini utandıran saçları ve turkuaz gözleriyle karşımdaydı.. “Merhaba, rahatsız etmek değil amacım ama tanışmak için bir fırsat verirsen çok sevinirim.. Ben Anıl.” diyerek elimi uzattım.. Gözlerimi gözlerinden alamıyordum.. Birden utandı.. O böyle utanınca bir an ne yapacağımı şaşırdım.. Yanındaki arkadaşları kikirdeyerek kolunu dürtüyorlardı “Hadisene, çocuk çok tatlı yaa ne duruyorsun” diye.. Sorumluluğunda olduğumuz hocalardan biri uzaktan bana bağırıyordu.. Usulca elini uzatarak “Tanıştığıma memnun oldum..” dedi.. Ardından bana bağıran hocanın sesini duyup “Sanırım seni çağırıyorlar, bize savaş açtığınız o kağıtlardan kaldıysa elinde belki numaranı vermek isteyebilirsin” dedi.. Çok utanmıştım.. “Tabii ki, bak burada yaklaşık 20 tane var.. Hepsini de senin için hazırlamıştım..” diyerek tüm kağıtları avcuna koyup uzaklaştım..


O gece okula döndüğümüzde tüm gece beni aramasını bekledim.. Telefonumda tık yoktu.. Ertesi gün de belki arar umuduyla telefonumdan gözlerimi alamadım.. ama aramadı.. Takıntı haline gelmişti bende.. Hayali gözlerimin önünden gitmiyordu.. Ömrümde öyle tatlı biri görmemiştim.. Adını Körfez koydum o yüzden.. Sabah akşam Körfez’i düşünüyordum.. Saçının rengini… Gözlerini.. Stada prova için tekrar gittiğimizde bizim okuldakilerin yağdırdığı kağıtları umursamayarak gözlerimle Körfez’i aradım durdum.. Ne onu görebildim, ne de o gün yanında olan arkadaşlarını.. Acaba hayal mi görmüştüm..


O haftasonu artık umudumu kesmiş yine eski hayatıma dönmüştüm.. Körfez’den beklediğim telefon gelmeyince hevesim kırılmış, izne çıkmak istememiştim.. Okulda boş boş oturup brownie yer kitap okurum vakit geçer gider işte yine.. Çarşamba günü’ne az kalmıştı, o yüzden hala umudum vardı.. Belki 19 Mayıs günü görürüm onu diye.. Azıcık umut güzeldir fakat çok fazla umut tehlikelidir, insanı kahreder.. İşte benim umudum bu kahredici boyuttaydı.. Kendime engel olamıyordum, Çarşamba günü yaklaştıkça umudum artıyor, heyecandan içim içime sığmıyordu.. Onu mutlaka görmeliydim.. Pan da üzülüyordu halime, günün 20 saati “Lan oğlum her kimse o tanıştığın belli ki olmayacak işmiş, sana hatun mu yok” diye teselli veriyordu.. Geri kalan 4 saati de uykuya ayırıyorduk zaten.. Körfez’i Pan’a dahi anlatmadım.. Anlatsam da anlamazdı beni zaten..


Nihayet Çarşamba günü geldi.. Sabah öyle erken uyanmıştım ki, nöbetçi öğrenciler dahil uyuması uyumaması gereken herkes derin uykudaydı.. Doğruca duşa indim ve bir güzel duş alıp çoraplarımı yıkadım.. Ardından o çorapları saç kurutma makinesiyle kurutup koğuşuma çıktım.. Törende giyeceğim tshirtü provalarda terleyip kokuttuğum için akşamdan şampuanımla yıkamıştım, mis gibi kokuyordu.. Dolabımdan temiz bir iç çamaşırı çıkarıp giydim ve tören kıyafetlerimi de giyerek kahvaltıya indim.. O kadar heyecanlıydım ki normalde sabahları esnerken çenesi yerinden çıkan ben o sabah gözlerimi bile kırpmıyordum.. Kahvaltımı edip kahvemi aldıktan sonra doğruca kendi kısmıma çıktım ve ufak bir kağıda “Olsun, beklerim…” yazdım.. Biliyorum çok arabeskim, iğrencim.. Napim dayanamadım abi, olur da denk düşer görürsem onu, tören ciddiyetinden konuşma fırsatı bulamayabilirdim.. Bu not onun tedbiriydi.. Stadın önüne geldiğimizde büyük bir titizlikle milim kaymayan sıralar oluşturduk.. Her şey nizami olmalıydı, bugün İzmir’in gözleri bizim üzerimizde olacaktı.. Derken kumanyalar dağıtıldı, meyve suyu ve canı çıkmış bir sandviç.. Beklemenin sıkıntısıyla hepimiz tazmanya canavarı gibi yiyorduk dağıtılanları.. Derken “Öğrenciler sıralarına” anonsu yapıldı.. Staddaki gösteri sırası bizim okulundu.. Gözlerim Körfez’i arıyordu, ortalık ana bana günü olduğundan kim öğrenci kim veli belli olmuyordu..


En önde boru-trampet-bando takımı, arkada öğrenci grubu uygun adımda yürümeye başladık.. Bir anda ön taraf karıştı.. Diğer okullardan biriyle bizim okul arasında kavga çıkmıştı.. Böyle durumlarda okul içinde birbirimizi boğazlasak da okul dışında tek yumruk olurduk.. “Kavga neden çıkmış” diye sormadan bizim okuldakilerin giriştiği okula tekme tokat daldık.. Karşı okulu döverken öğrendim olayın ne olduğunu. Meğersem o okulun öğrencilerinden bir kaçı bizim okul geçişe hazırlanırken “Mustafa Kemal’in itleri geliyor.” demiş.. Bunu duyan Bando Şefi’miz de istifini bozmadan bir anda elindeki komuta sopasını elemanın kafaya kaptırmış.. Derken komuta ettiği boru-bando-trampet takımı bir anda “Hurraaaaa!” diye bunlara dalmış.. Biz de onların daldığını görünce “Bizim elimiz armut mu toplıcak lan saldırın!” diye bağırarak peşlerinden olaya bodozlama daldık.. Lafı atanların elebaşının kaburgalarını kırmıştık, peşinden de bu salağı destekleyenleri elden geçirmiştik.. Daha sonradan öğrendiğime göre o gün kaburgaları kırılan mal haricinde 25 kişi daha birden fazla kırık sebebiyle hastaneye kaldırılmış.. 5 öğrencinin kafatası çatlamış.. Geriye kalanlar bir kaç morluk ve yarayla kaçıp kurtulmayı başarmışlar.. Bu hıncımız okudukları okuldan dolayı değildi.. Sadece söyledikleri söz İzmir’e yakışmıyordu, biz de yakışanı yapmak durumunda kaldık.. Hem o lafı atıp bizi yuhlarken düşünmeliydiler ucunun nereye varacağını.. Kaşınan göte yarrak Şam’dan şahlanarak gelir demiştim dimi?


Stadın ortasında, çimlerin üzerinde yaptığımız gösteriler boyunca gözlerim Körfez’i aradı hep.. Bir yandan da içim içimi yiyordu “İnşallah beni kavga ederken görmemiştir” diye.. Daha tanışmadan korkutup kaybetmek istemiyordum onu.. Hem numaramı almıştı, demek ki o da bana karşı boş değil..


Gösteriler sona erdikten sonra sıra tören geçişine geldi.. Burası tüm İzmir’in biz öğrencileri ayakta alkışlarken göz yaşı döktüğü bölümdür.. Anneler evlatlarını alkışlayıp ağlarken, babalar da gözleri dolmuş bir şekilde eşlerinin sırtlarını sıvazlar ve alkışlamaya başlarlardı.. İşte haftalarca süren provalar boyu ana avrat sövdüğüm o eziyetleri “İyi ki” çekmişim dediğim andaydık.. Tüylerim diken diken olmuştu.. Anons yapan öğretmenin coşkulu sesi ve stadı inleten marşlar.. İçimden gelerek “Ne mutlu Türk’üm diyene!” dediğim, dedikçe de gururlandığım gün bugündü.. Protokolün önünde “uygun adım”dan “kaz adımı”na geçerek yürümeye başladık.. O an hepimiz tek adım, tek sestik.. İzmir kıpkırmızıydı o gün.. Yeryüzünde bu kadar çok bayrak asan başka bir şehir olamaz.. Başlarda İzmir’i seçtiğime beni pişman eden o mesafelerin amına koyayım.. O an İzmir’de olmasaydım, ben “Ben” olamazdım.

Yorumlar