Bölüm 110

Gece kulübüne bir girişimiz var, sanırsın “Hadiyin beyler, dışarı! Burayı bu gecelik hanımlarla rahat rahat elleşebilmek için kapattık..” diye taşşak koycaz.. Ellerimiz ceplerimizde, ceplerimiz delik, ellerimiz nerde?


Bir de Cumartesi! Kulüp bildiğin rüya gibiydi ya da an itibariyle “köyden indim şehre” modundaydık.. Kulüp önünde onlarca araba vardı, hepsi de 34 plaka.. Efes “Uuuuuu içersi am kaynıyodur oğlum!” diyerek bizi dirseklemeye başladı. Tuborg “Şşşşt lan sakin ol, ne kadar abaza olduğumuz anlaşılmasın! Offf şunun memeye bakın aaaaabi” diye kendinden geçerken Sırık “Hiç mi am görmediniz beyler bi yapmayın yeaaaa” diyordu.. Sırık’a “Senden başka am görmeyeli aylar oldu valla” diyerek, Efes’le Tuborg’a dönüp “Nasıl koydum ama” işareti çaktım.. Hepimiz birbirimize tutunmuş, o şekilde yürüyorduk.. Bunca zaman durduğunu düşündüğümüz dünyanın döndüğünü yeni keşfettiğimizden, savrulmaktan korktuk haliyle.. İçeri girer girmez ilk iş “Ayrılmayın beyler, birbirimizi kaybetmeyelim!” diyerek bar bölümünün yolunu tutmak oldu.. Okul kantinindeki fiyat listesinden sonra buradaki fiyatlar bize “:O” yaptırtmıştı. Tuborg “Bu ne amk! Şşşşt lan bu ne oğlum?!?” diyerek Sırık’ı dürtüyordu, Sırık “Bu mu ne?” diye sordu; Tuborg başıyla onaylayarak “Heee” derken, Efes “Hayat amk hayat, ne sandın yarraaam!” diyerek Tuborg’un enseye bir şaplak attı.. Ben çoktan biramı almış içmeye başlamıştım.. Tuborg “Tadı nasıl lan?” diye sorunca hep beraber gülmeye başladık.. “Zevk suyu gibiymiş, alma sen” dedi Sırık.. “Nasıl ya, bira değil mi o?” diye sordu Tuborg.. Efes yine şamarı Tuborg’a gömerek “Abi sen iyice mala bağladın, seni vestiyere bırakalım valla; bak parası neyse öderim ben seni orda tutmaları için” dedi..


Milletin dans ettiği alanın kenarından kalabalığa doğru sinsi bakışlar atmaya başladım, “Nasıl dans ettiklerini izleyerek öğrenecek, sonra ben de harika danslar yaparak göz kamaştıracaktım.”. Orta yerde kazık gibi dikilmektense şu “Super Mario” filmindeki “goomba”lar gibi sağa sola sallanarak “Abiiii, müzik bi harika yeaaa; yerimde duramıyorum o derece yaaaani” dansına başladım.. Ama beni görseniz “az daha sallanırsam, bu dans pistinin amına bile koyarım” havalarındayım; bira şişesi sol elimde, sağ kol havada ve işaret parmağımla “kimsenin göremediği bir şeylere dikkat çekiyormuşum gibi” hareketler yaparak gerdan kırıyorum.. Otomatiğe bağlamış hareketlerle bu dansı 3 bira ve bilmem kaç şarkı boyunca yaptım, hani “ortam çocuğuyum” ya, en iyi ben dans ederim havalarındayım.. Efes “Pşşt Anıl, gelsene oğlum la şu ortada dans edek, belki karı düşürürüz” diyerek kolumdan çekti..


Ben ne ara o pistin ortasına geldim, ne ara tekmeler savura savura “Harika dans ediyoruz yeaaa” diye bağırarak kopmaya başladım hatırlamıyorum.. İşin garibi, yaptığım her hareket alabildiğine estetik geliyordu bana; “Allah’ım neden bu kadar seksiyim ki? Keşke birazını da şu eziklere verseydin de onların gözleri kadar benim gözlerim de şenlenseydi!” modundaydım.. Bir ara “Ada sahilleriiiiiinde beeeeekliiiiyorum, her zamaaaaan yoollaaarıııını gözlüüüyorum”un yaza damgasını vuran remixi çalmaya başladı.. Efes’le birbirimize serenat yapar gibi dans ediyorduk, o pistin ortasına “am bulmaya” değil de sadece “kafayı bulmaya” gitmiş gibiydik.. Dans ederken elleri kolları öyle bir savuruyoruz ki Deliyürek’teki “Haydarinnaaaa, rinna rinna rinanaaaay!” figürleri bok yesin..


Gecenin sonunda kendimi Efes’le beraber şu “hayalî bir topu birbirine paslama” dansını yaparken hatırlıyorum.. Arkaya doğru öyle çok ayılıp bayılarak o hayalî topla oynuyoruz ki, görsen “Harbiden gerizekalı bunlar” dersin.. Bir ara omzumda bir el hissettim.. Arkamı dönmemle “Oğlum bu ne hal lan ahahahahaha” diyen Kermit’i görmem bir oldu.. “Sen gerçek misin yeaa” dedim birden, enseme yediğim şamarla hayal görmediğimin farkına vardım.. Hadi Kermit’e rezil olmak neyse de, Kermit’in yanında da dünyalar yakışıklısı Res var.. Res dediğim çocuk bizden bir sınıf öndeydi, Kermit sınıfta kalarak bizim yıldakilere katıldığından hala eski sınıf arkadaşlarıyla takılıyordu; bizim gibi çömezlerle tatile çıkmayı kendine yediremediğinden olsa gerek.. Bizim bu Res, bildiğin “Yuh amk”dı.. Gözleri mavi ama mavi deyip geçme; sibirya kurdu mavisi.. O mavi ki bakmadan duramazsın.. Göz göze geldiğindeyse, “içinden geçenleri” gördüğü hissine kapılıyordu insan.. Res’in saçları sarıydı, ama bu sarı; ne altın sarısı, ne de kumral kırığıydı.. Ne küllüydü, ne de parlak.. O sarı; Res sarısıydı.. Boyu 190 civarıydı, benimle konuşurken hep elini omzuma koyardı.. Hemşo olduğumuzdan dolayı ayrı bir “kardeşlik” bağı vardı aramızda.. İşte her neyse, Kermit’i sikeyim size bi şe olmasın, Res’i geri verin bana!


Res yarıla yarıla gülüyordu halimize “Lan ahahahha laaaaan ahahahah” diyerek.. O kadar çok güldü ki “Naber” bile diyemedi sikik! Efes de zavallım, benim dans pistinin kenarına çekildiğimden bihaber hala o “hayalî topu, hayalî Anıl’a” paslayıp geri alarak dans edip duruyordu..

Yorumlar