Bölüm 35

Bir tenefüs yine ben sevgilimi ziyarete giderken bir baktım, benim manita hademeyle.. Öyle bir içime oturdu ki.. Hayır yani bi de hademe dayamış ağzını sopanın ucuna, böyle iki eliyle de sopadan destek alarak camdan bakınıyordu.. Ben bunları ağız ağıza görünce bana bir mide bulantısı geldi ki sormayın.. Direkt lavobalara gittim, öyle bir öğürüyorum ki iki öğrenci “Oğlum Anıl, iyi misin lan, şşşşt alo istersen revire götürelim” falan dedi, “İyiyim ben iyiyim, kahvaltıyı kaçırdım açlıktan oldu” deyip savdım başımdan.. O gün bugündür vileda sopalarından uzak duruyorum.. Bir sopa tarafından da aldatıldım ya, ben daha neyin peşindeyim.


Sigara içtiğim tayfayı değiştirdim değiştireli sürekli alt katlarda Pan’la takılıyordum, bu sayede Keş ne yapıyor ne ediyor, iyi mi kötü mü hiç haberim yoktu.. Olmasın da zaten.. Ama canımı sıkan nokta şu ki Keş’ten uzak durcam derken Sırık ve Gürbüz’le de aram açıldı. Hayır bir kavga falan ettiğimizden değil ama birbirimizi selam verebilecek kadar bile görmüyorduk.. Arada Gürbüz’ü özlemiyor değildim. Pan kardeşim olup çıktı, ama Gürbüz öyle değildi, içten içe seviyordum danayı.. Gülüşü, kolunu omzuma atışı, benim dibimin düşüşü.. Seviyordum sevmesine ama sikişerek aramızdaki samimiyeti bok etmek istemiyordum.. Pan haricinde neredeyse konustuğum arkadaşım yoktu, e Pan’ı da kardeş sınıfına aldık, bu demek oluyor ki bildiğin “arkadaşsız” bir salağım ben.. Bana kaldım yine. “Demir attım yalnızlığa, bir hasret denizinde” teyteytey.


Keş, yok!


Osbir çekesim, yok!


Parmaklamak, yok!


Vileda sopası desen, beni aldatıyor!


Her şey haram olmuş bana, haberim yok!


Bu sefer canlı cansız her türlü varlık tarafından siktir yemiş bir şekilde tuttum kütüphanenin yolunu.. Allah’ın vileda sopası bile kalbimi kırmıştı yaa, ben o sopanın benim için yaratıldığına inandırmışken kendimi olcak iş değildi. Cidden ben o vileda sopasının kaderine terkedildiğini falan düşünmüştüm. Neyseki kütüphane güvenliydi, hademeyi görüp görüp öğürmektense burada brownie yer kitap okurum daha iyi. Harry Potter serisinin yayımlanan tüm kitaplarını ikişer kez okumuştum çoktan, acaba yeniden mi başlasam diye düşünüyordum.. Her bunalıma girdiğimde, sinirlendiğimde, mutsuz hissettiğimde falan Harry Potter okumaya meyilliydim.. İki kalemi uç uca ekleyip etraflarını siyah bantla kapladığım bir asam bile vardı, bu asa öylesine kutsaldı ki benim için, bir kere bile duşa götürmemiş, tuvalete onunla girmemiştim.. Gece uyumadan önce elimde asa büyüler savuruyordum dört bir yana, malum gündüz vakti o asayla dolansam “Psikopat Anıl” otoritesi saniyede madara olurdu.. Okul çapında alt sınıfların hürmet gösterdiği Anıl, geceleri “Wingardium Leviosa, Expelliarmus, Crucio, Avada Kedavra, Bombarda Maxima, Stupefy, Expecto Patronum” diye sayıklıyordu.. Ya o değil de millet sıkılınca, bunalınca, daralınca, üzülünce; kısacası beklentiye girince adam gibi besmele çeker dua eder, ben asa çekip sağa sola büyüler savuruyordum..


Harry Potter olmasın bu sefer cidden kafa sikici bir şeyler okumam lazım diyerek mitoloji bölümünde dolaşmaya başladım.. Ama ben bunları çoktan okumuştum; o bunun kafaya baltayla vuruyor aman da falanca tanrıça yarılan kafadan pırtlıyor, filanca yarı tanrıyla falanca yarı tanrı bi gece çok içiyor sonra Keş gibi orantısız dengesiz insanlar yaratıyorlar vs.. Bana böyle daha esaslı bir konu lazım üzerinde okuyup öğrenebileceğim, öğrenebileceklerimi de kullanabileceğim bir konu.. Çok ceza alan ve bir çok cezadan da yazdığı mantıklı savunmalarla yırtan biri olarak “Hukuk” alanında kitaplar okumanın bana fayda sağlayabileceğini düşündüm birden..Bundan böyle 19 Mayıs çalışmaları ve derslerden arta kalan tüm vakitlerimde hukuk adına ne varsa okumaya çalışacaktım.. Kalkıp satır satır kanun okumaktan bahsetmiyorum. O kanunlardan nasıl faydalanabileceğimi öğreten tarzda eserler mesela.. Tarihi duruşmalar.. Engizisyon mahkemeleri.. Bilimin din karşısında verdiği ayakta kalma mücadelesi ve de dinin bilim karşısında verdiği ayakta kalma mücadelesi vs.. Saçma bir şekilde heyecanlanmıştım, sanki ertesi gün sırmalı cüppeyle hakim karşısına çıkıp birilerini ipten alıp ipe götürecektim..


Bu sefer o kütüphane yolunu, koltuğumun altında hukuk kitaplarıyla aşındırmaya başladım.. Çoğunlukla bu kitapları kütüphanede okuyordum, etrafta hukuk okurken gören öğrenciler bi bok yemek üzere olduğumdan şüphelenirdi, öğretmenlerse o boku çoktan yediğimi bir çıkar yol araştırdığımı düşünürlerdi.. O yüzden sinsi sinsi kütüphanenin kuytu kenar masalarında ders çalışıyor ayağına okumaya başladım.. Hep o talk-show’larda hukuğun sıkıcı bir konu olduğunu, renksiz ve zor bir alan olduğunu eleştirip dururlardı, okuldakiler de aynı kafadandı.. Hukuk’tan sanki hukuk bir cumhurbaşkanıymış gibi bahseden insanlardı bunlar, “Hukuk Bayar”.. Okudukça bu insanların okumadıkları şeyi eleştirdiklerini anladım, Hukuk Bayar diye biri yoktu aslında.. Ben böyle kütüphanede sinsi sinsi okurken “Naber Anıl, sen de mi buraya saklanıyorsun artık” dedi biri.. Sesten Keş olmadığını anlamıştım, daha tatlı ve uysal bir sesti; “Yaa sorma” diyerek merakla döndüm arkama..

Yorumlar