Bölüm 68

Bizim okulun “eses”i pek meşhur.. Size göre açılımı “Eskişehir” olanın, bize göre açılımı “ya Seve Seve ya Sike Sike”ydi.. “Olduğu kadar, olmadığı kader” deyip taşşak sermek yerine başımıza Tansu Çiller kesilen idarenin baskısıyla “Ya olacak ya olacak” saçıyorduk. O yüzden bu çadırlar ya kurulacak ya kurulacak dendiğinde pek şaşırmadım.. Yırtıkları yamanmaya bile değer görülmemiş, dedemin tumanını özleten o bez çadırları birer birer kurmaya başladık.. Lan tabii ki 450 kişi önce ilk çadırı sonra ikinci çadırı kurarak ilerlemiyorduk.. 3 kişilik gruplar halinde kuruyorduk zalımın çadırlarını.. Arada benim gibi, sağında ya da solundaki diğer 3’lü grubu “Kanka yeaa siz bize yardım edin, biz de size” diyerek ayartıp, “İki çadırı da 6 kişi beraberce kuralım yea” deyip verdiği sözü unutarak “Evet beyler, bakın öndeki ana direk yamuk duruyor! hah evet evet onu böyle 5cm kadar sağa kaydırsanız tam oturcak sanki” diye komutlar vermek üzere büyükçe bir taşın üstüne çıkıp geviş getirenler de vardı.. Her neyse biz çadırları ıkına sıkına kurduk, içlerine de kampet dediğimiz bez yataklarımızı kurup yerleştik. Geçen senelerden birileri ayakkabı boyasıyla bizim çadırın tavanına “Welcome to the Hell.” yazmış.. Sonuna nokta koymayı da ihmal etmemiş piçler. İyi yaa zaten bilmiyordum, artık gece boyu uyumadan önce tavana bakar bakar ezberlerim bunu.


Eğitimler başlamış, son gaz anamız ağlıyordu.. Hergün sabahın köründe uyandırılıp koşturuluyor, ardından ter saçarken takım idarecilerinin “5’ten geriye sayıyorum, bitirdiğimde hala karada öğrenci varsa öğlene kadar süründürürüm hepinizi” anonsuyla birbirimizi ite kaka sabahın buz gibi sularına kendimizi bırakıyorduk.. 5 dakika kadar suda bekletildikten sonra yine o düdük çalınıyor ve koşarak çadırlar bölgesine gidiyorduk.. “2 dakika içinde eğitim kıyafetlerini giyip burada olamayana sürprizlerimiz olcak” anonsuyla bir buçuk dakika içinde giyinmiş şekilde toplanıp kahvaltıya götürülüyorduk.. Kahvaltı olayı 450 kişinin sıraya girip bi masanın önünden geçerek görevliler tarafından hazırlanmış plastik tabaklardaki kahvaltılık “hakları”nı alıp, metal bardaklara sıcak su doldurarak masalarına geçmesiydi.. Kahvaltı için verilen süre 10 dakikaydı, bu süreye sıraya girmek de dahil.. Kısacası kahvaltı yoktu.. Vardı da yoktu.. Kahvaltıdan sonra öğlene kadar spor yaptırılır.. Öğlen yemeğine yine kıyafetler değiştirilmiş şekilde gidilirdi.. Öğlen yemeğinden sonra saat 3’e kadar izinlliydik, o sıcakta beyin kanaması geçirelim istemiyordu idare.. Bizi siklediklerinden değil, kendi başları yanmasın diye almışlardı bu kararı.. Bu öğle yemeğinden sonraki boş zamanlar “Pan ve benim” gibi bütünlemeye kalan öğrenciler için konan etütlerle bize haram olmuştu.. Ardından öğleden sonra sporu ve eğitimleri başlar ve bu akşama kadar sürer.. ve akşam yemeği, peşinden de akşam etütleri.. sonrasında çadırlar önündeki yolda toplanıp yüzümüze tutulan el fenerleriyle sayıldığımız “yat yoklamaları”.. Farkındaysanız “Duş almamız için 1 dakika bile verilmedi” gün boyu. Tuzlu tuzlu gezdiriyorlardı bizi, sanırım kokmayalım diye.. Olay böyle olunca benim Keş’le sikişme hayallerimi at sikmişti. Değil sikişmek, oturup iki dakika sohbet için bile halimiz kalmıyordu..


Olayın tek avutan yanı onca işkenceyi çekerken sağınızda solunuzda sizin gibi “taşşakları sıcaktan dizlerine sarkıp çorba olmuş insanlar” bulunması.. “Neden hep ben yaa niye ben!” diye isyan edemiyordum olayın “ben”le sınırlı olmadığı gözüme gözüme sokulurken.. Keş’le çok sigara içtiğimizden dolayı o koşularda ve eğitimlerde hep en geride kalıyorduk.. Hergün aynı fanteziyi yapıyorduk “Yaa aslında hazır en arkada kaldık, kimse yoklama da almıyor; acaba şurdan çalıların içine atlayıp ordan gizlice çadırlara mı kaçsak?” diye.. Ya şimdi buraya her şeyi açık açık yazıyorum, hiiiiç kendimi her gün o eğitimi o işkenceyi çekmiş gibi gösteremicem.. Biz Keş’le, yanımızda Sincap’la beraber kampın 3. gününden itibaren sabah sporlarından kaçmaya başladık.. Belli bir yere kadar grubumuzla beraber koşup, ilk müsait yerde “incek var” demeden sıvışıyorduk. Ardından kantine gidip kolalar gofretler alıyor ve çadırlar bölgesindeki en arka çadırlardan birine saklanıyorduk..


Sincap kim la? Sincap benim bu okulda tanıdığım ilk ilk ilk ilk öğrenciydi.. Onunla muhabbetimiz okul kapısından girer girmez başlamıştı.. Babasının yolundan ilerleyip aynı mesleği yapmaya can atan, boyu benden bir tık kısa, alabildiğine beyaz olan teni ve kömür gibi saçlarıyla bildiğin fransız tipli bir çocuktu.. Türklüğünü ele veren tek şey; yıllarca kullanılmış yağlı boya fırçasını andıran kaşlarıydı.. O kaşların her bir teli ayrı yöne bakardı.. Okula kaydolduğum ilk günler o kaşlar beni Sincap’ın esprilerinden fazla güldürdü.. ve şu an hala bu okuldaysam ve pes etmediysem bunu bir tek Sincap’a borçluydum.. Sincap da Bebe gibi disiplin puanı yüksek bir öğrenciydi. ama sümsük ve ezik değildi.. “Piçlik” dendiğinde gözü dönen, kalbi duran fırlamalar candır benim için; Sincap da öyleydi işte.. “Hadi spordan kaçıyoruz” dediğimizde fincan tabağı gibi açılan gözleriyle “Oha süper” diyerek peşimizden gelmişti.. “Ceza alır mıyım, yakalanır mıyım, yakalanırsak ne olur, dayak yer miyim?” vs sikinde değildi onun.. Ona yeter ki piçlik olsun, sonuna kadar gelir senle.. ve o sonuna kadar gelirken de yol boyu altına sıçarsın gülmekten..


Sincap’ı bana sevdiren de bu özelliğiydi.. Hayatı bize açılan pencereden görmek yerine, o duvarda açtığı ufak delikten kendi manzarasının keyfini çıkarıyordu.. Gösterilene değil, görmek istediğine bakardı.. Öyle bir bakardı ki, senin baktırıldığın pencerelere duvarlar örer, sana yeni bir sen katardı.. O yüzden Keş “Oğlum siktirtme belanı lan bizi ele vercen, 3 kişi kaçamayız” diyerek Sincap’ı ittirdiğinde “Gelsin abi, hem çadırlar kontrol edilcek olursa biz saklanırken o çıkıp idareyi uzaklaştırır” diyerek bizimle gelmesi için ikna etmiştim.. “O mu yapcak bunu, bi siktir git oğlum yeaa” demişti Keş.. Aradan iki gün geçince de o dediklerini unutmuş gibi bizim Sincap’la kanka oluvermişti.. Ne zaman günlük etüt ve eğitimlerin sonuna gelsek “Hadi bir şeyler alalım, Sincap’ı da bulup muhabbet edelim az” diye gözlerimin içine bakar olmuştu.. İçimden “oh be sonunda ilişkimize renk katacak biri geldi” diye ayakta alkışlıyordum..

Yorumlar