Bölüm 96

“Çok gülen, çok ağlarmış” diye korkutularak büyütüldüm ben.. Öğretileni öğrenmekten vazgeçtiğim gün yendiğimi düşünüyordum bu korkumu ama yine de içimde tuhaf bir his vardı.. Pan’ın geğirerek “Sigara” deyip, ardarda hava yuttuktan sonra yeniden geğirerek “ve de çakmak lütfen” diye alkış beklercesine yüzüme bakması içimde oluşan o tuhaf hissi sikip atmıştı.. “O da bir şey mi bak sen bi de bunu dinle bakalım anlayabilcen mi?” diyerek arkamı döndüm, “Oha lan oha! Amına korum piç! Duuuuuuuuur!” diyerek en yakın kabine atlayıp kilitledi kendini.. Kabinin önünde arkam dönük osurmaya hazır şekilde sinsice bekliyordum.. İçerden paldır küldür bir ses geldi.. “İyi misin lan” diyerek kapıya vurmaya başladım.. Bizim Pan üstü başı su içinde açtı kapıyı.. “Sikicem oğlum yaa hep senin yüzünden” diye dudak sarkıta sarkıta çıktı kabinden.. Gülmemek için zor tutuyordum kendimi.. “Oha nasıl becerdin lan bunu?” dedim merakla.. “Ya sikicem amk! Sana bakmak için taharet musluğunun kurnasına basıp kapıya tırmanmaya çalıştım.. Ayağım kayınca da sifona tutunayım derken sifon da ben de aşağ…..” demesiyle tuvaletten kaçtım. Kat koridorunu da koşarak geçtim ve binalar arasındaki “ara balkon”lardan koğuşlara bakan taraftakine çıkıp pencereyi açarak avaz avaz gülmeye başladım.. Pan’ın yanında gülmek istememiştim kafasına sifon düştü diye.. Öyle bir bağırarak gülüyorum ki, taş bahçede koğuşlardan kısımlara doğru yürüyen elemanlar bana doğru bakıp “Haa Anıl’mış yaa sorun yok” diyerek geçiyordu.. Birden Pan “Orospu karı gibi güleceğine gel de koğuşlara gidelim üstümü değiştirmeye” diyerek balkon kapısına dikildi.. Elinde de hamura dönmüş bir paket sigara, yüzüme ciddi ciddi bakıyordu.. Onu öyle görünce bacaklarımın dermanı kesildi. Olduğum yere bok çuvalı gibi yığılıp zikir çeke çeke kahkaha atmaya başladım.. “Sikicem ama haaa” deyip duruyordu, ciddiyetinden de zerre ödün vermeden.. O ciddiyetini korudukça ben krize giriyordum; çıkarmış telefonunu benim sırtımda kurulamaya çalışıyor bir de.


Ayağa kalkıp eşşek gibi sırıtarak “Hadi gel sana kuru bir şeyler bakalım” dedim.. Pan’ın da yüzü yumuşamaya başlamıştı.. Merdivenlerden inerken “Dur şimdi burda bekle sen” dedim.. “Dondum amk ne beklemesi lan!” dedi.. “Oğlum saçmalama, hocalara ve idareye yakalanmamamız lazım. Seni böyle görürlerse sifonu kırdığını anlarlar!” diyerek merdivenlerden ilk ben indim.. Merdiven boşluğundan ben elimle “gel gel gel gel” işareti yaptıkça o da pıtır pıtır parmak uçlarında koşarak geliyordu yanıma.. Bu şekilde ben önden gidip “Temiiiiiz! Gel!” dedikçe o arkadan takip ederek koğuşlara kadar vardık. Alelacele üstünü başını çıkarıp kıyafetlerini dolabına tıktı.. “İyi bari öğrencilerden bile gören olmadı” diyerek kafa sallıyordu bana.. Yeniden kahkaha atar gibi oldum ama çarçabuk sakinleşip “Tabi yaa, ucuz yırttık!” diyerek başımı yukarı aşağı sallamaya başladım.. “Sikicem ama belanı harbiden haa! Hala gülmemek için zor tutuyon kendini!” diyerek sağ elinin parmağıyla “seni gidi seni” işareti yaptı bana.. Nefesimi tutmuş, gülmemek için yanaklarımı ısırıyordum.. Kuru kıyafetlerin verdiği rahatlamadan olsa gerek Pan da attı kendini yere “Yaaa abi harbi komikti ama yaa” diyerek. Bu sefer bacaklarımı döve döve eğilip kalkarak gülmeye başladım.. “Oğlum sen ne gülüon lan!” dedi ciddileşip ama durabilen kim. “Offf sus amk sus nefes alamıyommm” diyerek yeniden dövünmeye başladım.. Sesi tamamen kısık bir cihazdan o anki halim yansıtılsaydı “Yazııık evi barkı yıkılmış ağıt yakıyor zavallım” derlerdi.. “Sen ne gülüon o zaman!” dedim hafif sakinleşince.. “Ben sana mı gülüyom mal! Kendime gülüyorum!” diyerek yeniden gülmeye başladı. Yanyana kısımlara doğru yürürken hala gülüyorduk.. “Bana bak, bu olaydan bir kişiye bile bahsedersen yaşatmam seni!” diyerek o işaret parmağını burnumun dibine soktu.. “Tamam oğlum, hem anlatsam da inanmazlar bu kadar salak olabileceğine” diyerek koşmaya başladım.. Kantine girdiğimizde ikimiz de “yok yok bi şi olmadı yaa” moduna girip sakin sakin sıraya girdik..


Sıradayken parmağımla Pan’a önümüzde bekleyen çocuğu işaret edip edip “Söyliiiiim mi ha söyliiiiiim mi” der gibi kaş göz yapıp duruyordum.. Belimden öyle bir çimdirdi ki “Atın beni denizlereeeeee!”… Pan’a babası ekstra harçlık verdi diye kucak kucak brownie alıp koğuşlara geri döndük.. Gün boyu yaşadığımız gel-git’lerden sonra okul yemeği çekilmezdi.. O haftasonu Pan’ın okulda kalmak istemesinin sebebi “ders çalışmak”tı.. En azından biz annesiyle babasına telefonda ağız birliği yaparak böyle söylemiştik.. Koğuşlara gittiğimizde “Ya oğlum banyolar açık mı acaba lan” diye sordum.. “Yuh amk ne zamandır gitmiyorsun da açılış-kapanış saatlerini unuttun?” diyerek yanımdan iki üç adım uzaklaştı.. “Kokuyom mu piç! Gelsene şuraya!” dedim.. “Yok lan ne gelcem! Mayalanmışsındır amk sen eğrelti otları çıkmıştır çatalında!” diyerek gülmeye başladı.. “Vaaaaay! Beyimiz sinsi sinsi biyoloji çalıştığı yetmezmiş gibi bi de bize laf sokuyor! Pekii, görüşcez oğlooom!” diyerek önden önden yürümeye başladım.. Yine havaya tehdit savurmuştum.. “Tamam la tamam gel yaa” diyerek peşimden koşmaya başladı.. Pan elini omzuma koydukça ben omuzlarımı silkiyordum “Bi git yeaaa” diyerek.. Üç adım attık atmadık “şırraaaaak” diye yerleştirdi şamarı enseme “Yıkan o zaman piç!” diyerek ve kaçıp yarıla yarıla gülmeye başladı.. Hakikatten de insanın kendi canı yanınca komik olsa bile bir olaya gülesi gelmiyordu.. “Bi siktir git amk görürsün sen!” diyerek koğuşlara çıkan merdivenleri koşarak tırmanmaya başladım.. İlk kata vardıktan sonra da koşarak iki kat aşağı inip banyolar açık mı diye baktım.. Banyoların açık olduğunu görünce yine o sinirle koşarak iki kat çıkıp koğuşuma girdim ve bornozumu giydim.. Sağ elim dolabımın içinde tangır tungur her şeyi devirerek şampuan arıyordum.. Pan arkadan gelip “Al bak istediğin kadar kullan, elini korkak alıştırma” diyerek şampuanını uzattı.. Gülmemek için zor tutuyordu kendini, dudakları titriyordu.. “Tamam amk gül ama ben aşağı indikten sonra.. Hem bak, ben gelmeden yemeye başlama şu brownieleri!” diyerek uzattığı şampuanı alıp merdivenlere doğru yürümeye başladım..


O gece Pan’la sabaha kadar ota boka güldük.. Bir kere bile birbirimize “Sınav nasıl geçti” diye sormamıştık.. Ertesi gün sabah yoklaması alınmayacağı için bir çılgınlık yapıp öğlene kadar uyumayı planlıyorduk.. Sabaha karşı bir an durgunlaştık, gecelerin hep bi kör saati vardır insanı düşüşe geçiren.. İşte o kör saatteydik.. Boş bir koğuşun pencere önünde yere oturmuş, sessiz sessiz geceyi dinliyorduk.. Okulun içindeki sokak lambalarının dışardakilerle arasında belli bir mesafe vardı.. İşte o mesafeydi bizi özgürlükten alıkoyan.. Böyle anlarda o sokak lambalarının ışığı vurdukça yüzüme, içimi doldurur turuncu bir hüzünle.. ve ben alırım bu turuncuyu “aşıksam aydınlığa”, “vazgeçmişsem karanlığa” çalarım.. “Kaybettiysem…” demedim, çünkü insanlar kaybetmezler; insanlar vazgeçişleri kendilerine yediremedikleri için “Kaybettim..” derler.. “Dayımı kaybettik…” diyorlar. Kaybolmaz kimse, ya hayat onlardan vazgeçer ya da onlar hayatlarından; ama kaybolmazlar.. “Cüzdanımı kaybettim..” derler; aramaktan vazgeçtikleri içindir o, arayan insan “bulamıyorum” der kaybettim diyerek boynunu bükmek yerine.. O gece turuncuyu ne aydınlığa vurdum ne de karanlığa yordum; ikiye bölüp, bir gün o “vazgeçiş”leri “kayıp” olarak görecek kadar karanlığa karışmayalım diye kardeş payı yaptım.. Her yeni gün, “turuncu” başlayıp “turuncu” bitiyor.. Umarım bu bizim paylaştığımız turuncu, “başlangıcın turuncusu”dur.

Yorumlar