Bölüm 64

İki hafta sonra okuldaki tüm öğrenciler ve idari kadro YazKampı’na gidicez. Ben bu YazKampı olayını ilk yılımdayken, gitar çalan bebelerle bi ateşin etrafında kola içerek şarkılar söyleyebileceğimiz, gündüzleri de denizin ve güneşin tadını çıkarıp evlerimize dönmeden önce bronzlaşıp seksileşebileceğimiz bir kamp olarak düşlemiştim.. Böyle bir ay çadır hayatı yaşayıp doğayla barışmak ve rahatlamak adına okulun bizi bir yıl siktikten sonra ödül olarak verdiği bir imkan olarak görmüştüm..


Tüm o “görmüştüm”ler, “düşlemiştim”ler; “Aldın mı babayı,naber!”lerin öncüsüymüş.. Benimki gibi bir okulda YazKampı demek; çadırlarda yaşamak demekti.. Doğayla bütünleşmek demekti ve de bronzlaşmak.. Tamam bu noktaya kadar her şey doğru ama nerden baktığınıza bağlı.. Benim için doğayla bütünleşmek, trekking-hiking neyim yapmaktı.. Onlara göre doğayla bütünleşmenin yolu o dikenli çalıların, gereksiz yere yaratılmış bitkilerin üzerine yatıp metrelerce sürünmekten geçiyordu.. Bir de kısa kollularlayız.. Siz hiç İzmir’de yazın öğle vakti o keskin taşların dikenli kaktüsümsü bitkilerin olduğu toprak bir araziye boylu boyunca uzanıp süründünüz mü? Sürünmediyseniz bundan sonra da denemeyin.. Çadırlarda yaşamak kısmı güzel ama sivrisinekler pek yaman.. o spreyleri taşaklarına kadar fıslatmak demekti bu çadır hayatı.. Taşaklarına kadar diyorum çünkü sen bir noktayı spreylemeden geçince, sabah o noktadan 40 sinek tarafından ısırılmış olarak uyanırsın… Gündüzleri apış arandan boşanan terle abdest alıp, gece battaniye altında üşümekti o çadırlar..Bronzlaşmaya gelince, tshirtünün kapatamadığı yerler arap götüne dönerken diğer bölgelerin teleme peynirini utandırmasıydı bronzlaşmanın bizim okulcası..


Kısacası yıl boyu süregelen sikişi yeterli görmeyen mantığın “Bir de açıkhavada sikek bunları” hevesiydi bu kamplar.. ve iki hafta sonra mesleki eğitim kisvesi altında yine işkence görmeye gidecektik.. “Offf” demenin yasak olduğu, sike sike “Bak iyi ki böyle yapıyorlar, ilerdeki meslek hayatına çok güzel hazırlanıyoruz” dedirtilen koskoca bir ay..


Düşündükçe içim kararıyordu.. Hayır bir de bütünlemelerde Pan yalnız kalmasın diye matematik ve geometri derslerinden son sınavlarda soru kağıdına bakmadan cevap anahtarını doldurduğum için kalmıştım.. Kardeşimi o sıcakta bu okulun içinde yalnız bırakıp memleketimde deniz kenarında limonlu bira içmeye gönlüm razı gelmemişti.. Hem memleketten de keyif aldığım söylenemez, eve gidip pederle birbirimize girmektense okulda kalıp Pan’la terlerim daha iyi..


Hafta boyunca YazKampı süresince kullanacağımız istihkakların önemli bir bölümünün dağıtımı yapıldı.. Adrese teslim bir dağıtımdan bahsetmiyorum.. Günde 6 saat o taş bahçede güneşin altında oturup beklemek demekti bu dağıtımlar.. İdari kadro palmiyelerin gölgesinde buzlu limonatalar içerken biz terden götümüzün arasına kaçan donlarımızı çekiştirmekle meşguldük.. Gölgede taşak serinleten idare, olayı aceleye getirip hata yapmamak için ultra-mıymıy çalışıyordu.. Çalışıyordu dediğim, kısımlardaki kıdemli öğrencileri yanlarına çağırıp “Evet şimdi herkes kendi kısmındaki öğrencilere matara dağıtımı yapsın” diye emir veriyorlar, emri alan kıdemli öğrenciler “depo ve istihkak”tan sorumlu öğrencilere gidip kendi kısımlarındaki öğrenci listelerine göre matara alıp o mataraları güneşin altında bekleyen biz zavallılara dağıtıyor, ardından yeniden palmiye altında limonata höpürdeten piçlerin yanına gidip “Dağıttık” diye bilgi verip yeni bir emirle depoya geri dönüyorlardı.. Matara dağıtımı kolay kısımdı, asıl işkence sporda ve sürünürken kullanılacak kıyafetlerin dağıtımıydı.. “Bizim kısım için 24 matara” der gibi “Bizim kısım için 24 eğitim kıyafeti” diyemezlerdi.. Herkesin bedeni ayrı olduğu için o kıyafetleri tek tek gide gele dağıtmak zorunda kalıyorlardı.. Saatler boyu güneş altında istihkak beklemekten lacivert olan okul içinde giydiğimiz kıyafetin gömleği önce mora, sonra da pembeye dönmüştü.. Tıpkı enselerimizin önce pembeye sonra da mora döndüğü gibi..


Böyle beklemekten başka bir şey yapılmayan zamanlar için pantolonumun belinde hep bi kitap saklardım.. İdare bizi kızgın taşlara oturtup palmiye altına gider gitmez de kaburgalarımı deşen kitabı yerinden çıkarıp okumaya başlardım.. Bu aylarda okuduğum kitaplar genelde fantastik türde olurdu, beni kavuran sıcağı görmezden gelmek başka türlü mümkün olmuyordu.. Keş’le arayı düzelttik düzelteli yine eskisi gibi kendi kısımlarımızın en arkasına oturuyorduk.. Kısımlarımız yanyana olduğu için bu sayede çok ses çıkarmadan konuşup eğlenebiliyorduk.. “Ya bırak oğlum şu kitabı lan canım sıkılıyor.” diye koluma dirsek atıp duruyordu Keş.. “Dinliyom ben seni dinliyom” diye başımı kaldırıp baktığımdaysa hevesi kaçıyordu.. Yine hevesi kaçmış bi şekilde “off salla amk” diyerek döndü önüne.. Kitabı yere bırakıp “Lan belki aynı takıma denk geliriz kampta, sigara içerken kolaylık olur.” diyerek dürttüm kolunu. “Ya bırak oğlum ne sigarası amk sıcaktan beynim akmış burda sen hala sigara diyon” dedi. “Dondurma, soğuk kola falan deyip nevrini mi döndüreyim?” dedim gülerek.. “Ya bi siktir git off ne diyon ya valla siktir git amk kitabını mı okursun ne bok yersen ye” dedi hepten sinire bağlayarak.. “Tamam tamam, bu yaz napcan?” diye sordum konuyu değiştirerek, “Ebenin amını” dedi. İkimizde yarılmıştık, sinir bozukluğu ve sıcağın altında beklemek insanı hoşafa çeviriyordu.. Bizim haricimizdeki tüm öğrenciler baygın halde oturuyor, oflayıp pufluyordu.. Biz en arkaya geçmiş gülerken yüzümüzü önümüzdekilerin sırtına gizleyip gülme olayını abartarak eşşeğin amına suyu kaçırıyorduk.. İdareden biri palmiyelerin altından “Kimse o gülenler, kessin! Bir daha uyarmıcam!” diye bağırdı.. iyice sinmiştik kısımlarımızın arkasında. Hani “Gülme!” dendi ya, hepten nefesimiz kesiliyordu gülerken.. “Neyse ben kitaba dönüyorum, ceza almayak şimdi” dedim.. “Tamam tamam, ne bok yersen ye” deyip önüne döndü.. Aradan 5 dakika geçti geçmedi “Pşşt” diye yine kolumu dürtmeye başladı.. Başımı kitaptan kaldırmadan “hıııı” dedim.. “Lan dağıtımdan sonra kantinden kola alalım ikişer kutu, sigarayla yara yara gider” dedi.. “Güzel olur valla.. Pan da susamıştır” dedim gülümseyerek.. “Haa doğru ya, ben onu hep unutuyorum.. Sen artık onla sigara içiyodun.” diyerek önüne döndü.

Yorumlar