Bölüm 37

İyi ki bi kütüphanede muhabbet ettik, hafta başında bizim Bebe solumda oturan çocukla yer değiştirmiş, yanıma yerleşmişti. Niye sağımdakiyle yer değiştirmedi diye sormadım bile kendime.. Çünkü sağımda E.T. dediğimiz arkadaş oturuyordu.. Yaşadığımız dünya ile bağını koparmış, tası tarağı toplayıp Nirvana’yla ortak eve çıkmış biriydi ET.. Derste hoca konuştuğumu çakmasın diye esner gibi yapıp elimle ağzımı kapatarak fısıldadığım esprilere kendini kaybederek gülüyordu.. Her defasında hoca “ET yine neye gülüyorsun, komik mi geldi anlattıklarım” diye azarlasa da beni hiç ele vermedi.. Okulun tiyatro kulübündeydi ET.. Bir karakteri onun kadar iyi canlandıran yoktu, tiyatronun altın çocuğu diyordu kulüpteki öğretmenler ona.. Kulüpte çalıştıkları oyunlar bunlara bir kaç hafta önceden A4 ebatında kitapçıklar olarak dağıtılırdı. İşte bu kitapçıklar başlatmıştı arkadaşlığımızı, bir de Penguen dergisi.. Her ders sıra altından kıs kıs gülerek Penguen okurduk, başlarda karikatür sevmezdim.. Hep bu ET’nin kendini kaybede kaybede gülmeleri yüzünden “acaba ne okuyor da bu, bu kadar gülüyor” diyerek başladım okumaya. Tamam mizah hoştu, bazı espriler güldürüyordu ama haykırtacak cinsten değildi.. Zamanla ET’nin gülüşünün böyle olduğunu, aslında normal gülemediğini anladım, o yüzden de ne zaman derslerde canım sıkılsa ET’ye fısıldayarak “Bu adamı karısıyla yatakta hayal etsene ‘Ben geldim minnoşum’ derken” gibi saçma şeyler söylüyordum.. Söylediklerim komikti bazen ama ET komik oluşuna değil hiç yeri ve zamanı değilken söylememe gülüyordu.. Bir keresinde ET yine gözler kapanmış salya akıta akıta uyukluyordu derste, öyle bir canım sıkıldı ki daha uyuyalı 5 dakika olmasına rağmen özledim onu.. Napsam napsam derken göğsümdeki isimliğim yere düştü.. Okulda çok fazla öğrenci olduğundan herkes sağ göğsüne adı, soyadı ve okul numarasının yazılı olduğu, idare tarafından dağıtılmış, arka tarafında çengelli iğnemsi bi sistem bulunan isimlikleri takmak zorundaydı.. Yerden isimliğimi alırken ET’yi dünyaya döndürmenin yolunu da bulmuştum.. Aradan 5 dakika daha geçti, böyle kollarımı bağlamış masum masum oturuyorum. Kolları bağlarken sol elime de isimliğimi almıştım iğnesi açık bi şekilde, ve sol elim sağ koltuk altımdan ET’ye değdi değecek moddaydı.. Hoca tam bir şey yazmak üzere arkasını döndü, iğneyi batırıverdim ET’nin koluna.. Çocuk öyle bir zıpladı ki yerinden, sıra mıra ne varsa devrildi.. Oturduğum yerde gülüp yakayı elvermemek için bacaklarımı çimdiriyordum ama ne fayda.. yere silgi düşürmüş gibi eğilip ağlaya ağlaya gülmeye başladım.. öyle bir krize girdim ki nefes alamıyorum.. Bizim ET de sandalyeden yuvarlanmış, salyası ağzıyla kazağı arasında köprü kurmuş şekilde bana bakıyordu.. Hocanın onca baskısına rağmen o gün bile ele vermedi ET beni, ve işte o gün ben ET’yi tüm garipliklerine rağmen arkadaşım olarak kabul ettim..


ET elinde iki haftaya kalmaz provasına başlayacakları “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı-Haldun Taner” kitapçığıyla gelmişti yemeğe.. Her dönem sonunda bir oyun sergiliyorlardı.. Derslerden sonra 19 Mayıs çalışmalarına katılıyordu ve ardından da tutkuyla bağlı olduğu tiyatro kulübüne gidiyordu, eleman bildiğin azim sıçıyordu.. Yemekte kocaman bir gülümsemeyle çıkardı yeni kitapçığını ve bana verdi “Abi bir okusana yaa bu seferki oyun cidden süper olacak” diyerek.. Bu çocuğun bir kere de “Offff bu oyun ne boktan yaa” dediğini duymadım, hep “süper olacak”, sürekli “müthiş bi oyun”… Kitapçığı bana vermesinin sebebi okumam değildi aslında, daha çok o kitapçığın sol sayfalarındaki boş yerlere kitabın konusuna uygun kara kalem çalışmaları yapayım diye.. Her yeni gelen oyunun arka kapağı ve sol sayfaları benim, ön kapağı ve sağ sayfaları onun olurdu; dersler boyu o sağ taraflara karikatürler çizer ben de sol taraflara kara kalem portreler doldururdum.. Ön kapakla arka kapaksa yarıştığımız yerlerdi, ikimiz de saatlerimizi harcayıp “en güzelini” çizmeye çalışırdık. Bazen derslerden sonra ET tiyatro çalışabileceği bir arkadaş bulamazdı, ben giderdim yanına sürpriz yapıp “Ver bakalım şu oyunu.. hadi sen ezbere rol yapcaksın ben de okuyarak, haa uymaz dersen yalnız bırakabilirim seni” diyerek.. ET’nin ne zaman yalnız kaldığını nasıl tahmin ettiğimi biliyorsunuz zaten, benden habersiz kuş bile uçamaz olayı..


Yemekten sonra akşam etüdü için yine kısımlarımıza çıktık.. Herkes harıl harıl yaklaşan sınavlara kafa patlatırken, ET ile ben yine dünya işlerinden uzaklaşmış kendimizi sanata adamıştık.. Kafalarımız tokuştu tokuşacak modda bütün oyunu baştan sona iki kez okuduk.. Onun hevesini kırmak bu hayatta yapabileceğim en son şeylerden biriydi.. Çok çocuksu ve art niyetten uzak bir tavrı vardı, hele ki yeni bir oyuna başlarken.. Normalde başka biri gelse bir paragraf bir şeyler okutmaya çalışsa, itin götüne sokarak siktir ederdim ama ET başkaydı, o beşyüz sayfalık bir oyunla da gelse oturur sıkılmadan onunla okurdum o oyunu.. Bu hayatta her ne olursa olsun sizi satmayacak, yarı yolda bırakmayacak türden arkadaş bulmak çok zor.. Ben böyle arkadaşlıkları yatılı okuldayken bile bulamıyorsam, dışardakilerin birbirini tanıyıp güvenmelerine imkan yoktu; ben beraber yatıp beraber kalktığım, birlikte yemek yediğim insanlar tarafından satıldım durdum.. O yüzden aylarca beraber uyuyup yine beraber yeyip beraber sıçmayan insanların karşıma dikilip de “biz kankayız yeaaaa” demelerini hiç bir zaman anlayamayacağım.. ve hiç bir zaman ciddiye de alamayacağım..


Oyunu iki kere baştan sona okuduktan sonra birbirimize baktık ve piç piç gülmeye başladık.. “Sayfaları ne kadar da temiz dimi?” dedi ET gülmeye devam ederek.. “Bence boş yer olayı biraz abartılmış, bu kadar boşluğa gerek yok gibi” dedim, hala gülüyorduk.. “Ne zaman..” dedik aynı anda, “Şimdi.” dedim.. ET adamımdı yaa, başkası olsa “Yaaaa şimdi boşverelim bunu, sınavlara çalışalım..” derdi.. Ben 2B-3B-4B-6B ve 8B kurşun kalemlerimi dizerken sıraya, o da HB serisini ve uçlu kalemlerini sıralıyordu.. Benim avcumda hamur silgim, onun elinde “milan-soft” silgi başladık çizimlere.. Etüt çoktan bitmiş, yatma saatini haber veren boru çalınıyordu.. “Hadi beyler, yat-yoklaması’na geç kalmayalım” dedi Bebe; “Oha lan sen de mi burdaydın!” dedim.. Bunu soru sorar gibi dememiştim o yüzden o da yanıt vermek yerine elindeki kitabı işaret etti bana “kitap okuyordum napim.” der gibi.. ET’yle ben bu gece yatmadan önce taslağını oluşturmamız gereken diğer çizimleri tartışırken Bebe de yanımızda kitabıyla sessiz sessiz yürüyordu.. İyi bari, susacağı yeri bilmesi hoşuma gitmişti..

Yorumlar