Bölüm 133

Lise hayatımın üçüncü senesi, hikayemde geçen olayların genelininse ikinci senesine hoşgeldiniz.. Umarım hoşgeldiğimiz kadar hoş görür; iki ağlar bir güler, beş sövüp bir sayarız..


133 bölüm boyunca dertleştik durduk.. Yer yer yorumlarıyla kendilerini de dinlememi sağlayan okurlarıma çok teşekkür ederim.. Oy(like)’layan arkadaşlarımın elleri dert görmesin.. ve ve ve çeşitli sebeplerden dolayı yorum yapamadığını bana üşenmeden “mesaj” olarak açıklayıp “seninleyim” diyenler, çok sağolun; ben de sizinleyim. Sonuna kadar.


Uykusuzluğunuza, kahvaltılarınıza, teneffüs/molalarınıza, okul/iş çıkışlarınıza; kısacası beni “hayatınıza” dahil ettiğiniz için iyi ki “varsınız” ve iyi ki “umursuyorsunuz”.


***


Ne yazık ki mutluluk ona giden yolda bulunmuyor… Gideni herkes hoş görür çünkü suçlayabileceğimiz dağlarımız var bizim, o gidenin önünde duramayan dağlar.. Ya gelenler? Gelenler de hep bir yolunu bulup hoş bulabilirler mi? Hoş bulamadığımızda gittiğimiz için kendimizi mi daha çok suçlarız, yoksa o davet edenleri mi? Peki ya gittiğin yer; buyur edildiğin değil de mecbur kılındığınsa.. ve “Kaç kere gider insan?” hiç saydınız mı? Ben saydım.. “Gelmek”ler hep o gitmek’lerden bir fazla.. Gidişler de sen yaşadığın müddetçe o gelişlerden bir eksik kalıyor.. Çünkü bir kere geldiğin bu dünyadan henüz gidememişsindir.. İroniktir ki “ona giden yolda bulunamayan bu mutluluk” gidişlerin sonuncusunu çağrıştırıyor.. Tamamımız yollu, tamamlanamayanımız yolcu..


Annemin elleri elimdeydi; ne de iyiydi… Tatil boyu gözardı ettiğim ailem.. Annem.. Kardeşim.. ve dahi PP.. İçim parçalanıyordu.. Kardeşimin “Hadi abim, gel bi sarılayım” deyişi.. Annemin bakışları.. Vedalarım hep “Allah’a emanet olun…”du. Kardeşime uzun uzun, aceleye getirmeden sarıldım.. Sarılırken kulağına “Kaç kurtar kendini… Kaç..” dedim.. “Nereye abi? Nasıl?” dedi irkilerek.. “Çalışarak..” deyip gülümsedim.. “Söz bak çalışıcam.” dedi uslu uslu.. “Bilirim, sözünü benden iyi tutarsın” diyerek bir daha sarıldım.. Birbirimize “anladım ben seni” dercesine gülümsedik.. PP’ye sarıldım “Hadi kendine dikkat et baba..” diyerek.. “Sen de.. Bak şikayet istemiyorum okuldan.. Çalış da ver şu sınavlarını..” dedi.. Bu adama babalık çok yakışıyordu aslında, tek sorun ona “insanlığı yakıştıramadığım” an’lardı.. O anlarımız da olmasa bu zaman ne de güzel geçip gidecekti.. Anneme sarıldım.. Sarıldım..


Hani konuşmuştuk sizinle, demiştim 14 yaşına kadar 10 ev değiştirdik diye.. İşte ben her ev değiştirişimizde “veda ettim” aynı sokakta toz yuttuğum arkadaşlarıma.. 16 yaşındayım abi, 16 yaşında! Peki ya değişen ne? Artık sadece daha sık veda ediyorum.. “Zamanla alışırsın!”cılarım hiç bitmedi, hiç geberip gitmedi “orasına” kazık çaktımını bakire beyinlileri! “Bakire beyinliler” diyorum onlara çünkü o beyne hiç bir “sik” girmemiş abi! Yok, harbiden girmemiş; girseydi “Zamanla alışırsın!” derler miydi hiç.. Beyni sikilen “adam”ın alıştığı görüldü mü? Alışılsaydı şikayet eder miydik her beynimiz sikildiğinde “ooooofffffff” diye! Dünya “alışma” yeri değil; “alıştırma” yeri arkadaş!.. Kim kimi daha önce alıştırabilirse…


Her defasında annem beni “Bak ne kadar bereketlisin, yine yağmur yağıyor sen giderken” diye avuturdu.. Evet, her veda edişimde yağmur yağdı; yağmur yağdı yağmasına da o yağan yağmurlar bana sadece “şehir ağlıyor” dedirtti.. ve yine kavgamın topraklarına ah’ımın göğü böyle indi.. Öyle sakin, öyle çisil çisil indi ki göz yaşlarım utandı.. Sarıldım anneme.. “Gece uyumamış olursanız molada ararım” diyerek gülümsedim.. “Bak varır varmaz aç o valizleri kırışmasın kıyafetlerin!” dedi.. Ah be kadın, ah be anne! Hayat seni kırıştırırken sen iki gömlek bir pantolonun derdindesin; nasıl da masumsun böyle…


Anneme “son bir kere daha sarılmalar”dan nefret ediyorum! Nefret ediyorum kardeşime “kendine dikkat et!” demelerimden… PP’ye “Her şey yolunda”ymışçasına gülümsemekten… Valizlerimi “Hadi abim hadi!” diyerek aceleyle bagaja yerleştiren muavinlerden! Nefret ediyorum ben bu gitmelerden!


“Okuluna varınca alışırsın” ile “Evine varınca alışırsın” arasında büyük fark var.. Okul benim “rugan ayakkabı”m; evimse “halı”mdı.. Halıda yürüyerek kapıyı açıp rugan ayakkabılarımı giyerek “evim”den uzaklaşmıştım.. Otobüs Çanakkale’ye vardığında hava yine açmıştı.. Karanlığa da alışıyordu insan; batırın güneşleri, uyumak istiyorum.. Uyumak ve de o giden ben değilmişimcesine “varmak istiyorum”..


Bu otobüs yolculuklarımda tüm şoförler bana inat ve “gitme”lere rağmen duygusal parçaları birbiri ardına çalmaya bayılıyorlardı.. Eh be şoför amca! Sen bir sonraki otobüs seferiyle evine döneceksin de ya biz?


Telefonumu çıkarıp Pan’a mesaj attım “Kardeşim ben yola çıktım, sabaha karşı terminale varırım. Beraber mi gitsek okula?” diye.. Beş dakika sonra yanıt geldi “Sen önden git okula etrafı kolla, sigara sokucam.”.


Memleketimle beraber tüm o karamsarlığımı da geride bırakarak gülümsedim.. Yeniden “ufak meseleler”in “büyük efendiler”i olacaktık.. Kendimi, Pan’la beraber, sıcaktan kavrulan sınıflarda ders çalışıp, kahve içerken hayal etmek bile içimi garip bir şekilde gıdıklıyordu.. Her ne zaman içim gıdıklansa, kalbim güler benim.. ve yine kalbim gülüyordu.

Yorumlar