Bölüm 84

Siz hiç gelmeyeceğini bildiğiniz bir treni beklediniz mi? Peki ya nerede yaşadığını bilmediğiniz birine uçamayan bir güvercinle haber göndermeye çalıştınız mı? İşte o kabinde çömelmiş o treni bekliyordum, söylemek istediklerim de varmayan dilimin esiri olmuş tıpkı o uçamayan güvercin gibi gideceği yeri bile bilmez durumdaydı.. Kabinin sol duvarına gözlerimi dikmiş yaşananları hafızamdan o kalebodurlara tek tek yansıtırken bazı anlarda kafam duruyordu.. Kalebodurlara bakıyordum boş boş, bir an öncesinde bir şeyler düşündüğümün farkındaydım ama ne düşündüğümü unutuyor ve ne düşünmem gerektiğini yakalayamıyordum.. Kafamın içinde büyük bir boşluktan başka hiç bir şey olmuyordu o anlarda.. Ben, sigaram ve karşı duvardan ibaretti o saniyeler.. Anladım ki şu düşünceler de olmasaydı, insan yapayalnız kalıyordu.. Ve anladım ki tek başımayken bile oldukça kalabalıkmışım ben..


O haftayı da böyle kalabalık geçirdim; ben, sigaram ve o kabinin kalebodurları.. Allah’tan bütünlemede ben iki dersten o tek dersten kaldığı için farklı sınıflarda olacaktık.. Ardından da yaz tatiline çıkılacağı için Eylül’e kadar rahatım.. Hafta boyunca olur da yüzüme bakarsa gözlerini yakalarım da bir iki konuşuruz belki diye onu izledim, ne yüzüme baktı ne de benden tarafa döndü.. Bana sorması gereken şeyleri bile bi punduna getirip başkasına sordurtuyordu.. Elimden geldiğince “normal” karşıladım bu tavrını, +1 olarak ekledim “unutulacaklar” listeme. O listeye Keş yüzünden ikinci bir başlık atmıştım.. “İstemeden başıma gelenler” ve “Bile bile lades dediklerim” diye ikiye ayrıldı Keş’le beraber geçmişim..


Sabah akşam içimden bela okuyup okuldan atılması için dua ediyordum.. Annem “Sebepsiz yere insanların üzerine bela okuyarak kararırsan, o bela döner dolaşır seni bulur!” demişti bir keresinde bana.. İçim rahattı o yüzden, sebepsiz yere bela okumuyordum..


Nihayet kampın da sonuna gelmiştik.. Eşyaların derlenip toplanıp okula geri götürülmesi vs telaşı bana “asıl kafama takmam gereken” her ne varsa unutturmuştu.. Tek düşündüğüm okula geri dönmek ve sabah akşam spordan uzak yaşamak.. Kütüphaneyi özlemiştim, o kitapları, saman kağıdı kokusunu, kahve üstüne kahve içmeyi, serin tuvaletlerde sigara keyfini, okulun yanıbaşındaki o fabrikadan yükselen kekik kokusunu özlemiştim.. Çadırlar yetmiyordu saklanmaya, o binaların arasında kaybolmayı özlemiştim..


Okula geri döndüğümüzde, kamp öncesi dağıtılan her ne varsa yine aynı şekilde taş bahçede kızgın güneş altında oturarak tek tek geri verdik(kıyafetler hariç, onlar çoktan hurdaya çıkmıştı). Keş diye biri hiç varolmamışçasına huzurluydum, işin garibi ufaktan mutluydum da lan.. Kendi kısmımın en arka sırasına geçmiş uzaktan yine kendi kısmının en arka sırasında oturan Pan’la işaretleşiyordum.. Bir aylık kampta bir kaç kez görüşmüştük o etüdlerde ama oturup yayıla yayıla muhabbet edecek zamanımız olmamıştı. Özlemişim kardeşimi.. İşaretlerle “Bu akşam yemekten sonra beni bekle!” dedi bana.. “Sen beni bekle piç!” dedim yine işaretleşerek.. Yeri yumruklayarak gülmeye başladı.. “Oğlum amk senin la tamam beklerim” işareti yaptı.. “Yemekten önce duş alabilsek ya la! Keçi gibi koktum!” dedim işaretlerle.. Yine yere kapanıp gülmeye başladı ve başını kaldırıp “Sen zaten hep keçi gibi kokuyon mal” dedi.. Bu sefer de ben gülmeye başlamıştım.. ET, “Anıl? İyi misin abi niye gülüyon durduk yere?” diye kolumdan dürttü.. “Yok yaa Pan’la muhabbet ediyos da mal mal konuşuyor işte” dedim gülerek.. “Pan hani şu alt kattan arkadaşın olan Pan?” diye sordu.. “Evet amk kaç tane Pan tanıyon bu okulda!” dedim.. “Yok ama baksana o nerde sen nerdesin, ortalıkta gerilmiş bir tel ve iki plastik bardak da göremiyorum.. Nasıl bi muhabbet anlayışınız var abi…” dedi, “Oğlum biz dünyalılar işaret diliyle de anlaşabiliyoruz, sen o güzel kafanı hiç yorma” diyerek önüme döndüm.. ET haklıydı aslında, Pan’la aramızdaki el-kol hareketleriyle anlaşma tekniklerimiz çok farklıydı; dışardan bakan biri öldür Allah anlayamazdı ne yaptığımızı.. Kullandığımız o işaret dili herkesçe bilinen işaret dili değildi, biz zamanla kendi aramızda geliştirdiğimiz çeşitli el kol hareketleri üzerinden konuşuyorduk.. Bazı özel kelimeleri de değişik dudak hareketleriyle tanımlıyorduk.. Mesela “Keçi gibi kokuyon” demesi için çok da çırpınmaya ihtiyacı yoktu, başını hafif sağa ya da sola eğip koklar gibi yapıp bana şaşı gözlerle bakması yetiyordu bunu anlatmaya.. Aynı şekilde “Sen beni bekle!” derken çok bi şi yapmam gerekmiyordu; kaşlarımı çatıp onu işaret ediyordum, sonra kendimi işaret edip iki elimin avuç içini yere doğru çevirerek iki gözümü de kapatıyordum.. Bizi anlaşılmaz kılan olay, bu el kol hareketlerini çok hızlı ve belli belirsiz yaparak birbirimizi anlayabilmemizdi, dışardan bakan o an “Aaaaa bak Pan kendini koklar gibi yapıp Anıl’a şaşı baktı” diyemezdi.. Zor bu kardeşlik meseleleri abi neyse…


Yoklama yine son kısımdan alınmaya başlanmıştı.. Sıra bizim kısma geldiğinde kapıda Sırık’la Gürbüz beklemeye başlamıştı bile. Hoca offlaya pufflaya yoklamayı aldıktan sonra yerimden kalkıp bizimkilere doğru gittim “Hayırdır la özlediniz mi beni?” diye gülerek. “Oğlum sikicem şimdi dur iki dakka taşak yapma bak dinle, benim pederin tayini sizin memlekete çıktı! Bu yaz beraberiz lan!” diyerek beni kucağına alıp kaldırdı Sırık.. Bizim Hulk’ın kucağında fır dönerken Keş’e takıldı gözlerim, uzaktan uzağa izliyordu mal mal.. Hiç oralı olmadım.. “Lan ayrılmayız o zaman abi bu yaz!” deyip yeniden kucakladım Sırık’ı, bildiğin kucaklaşma olayını abartmış, liseli kızlar gibi çığlık atıyorduk koridorda.. Gürbüz “Yeter oğlum amınıza koycam la!” diye isyan etti.. “Siktir git babaannenin bahçelerinde soğan yol bu yaz, bizim güneşlenmemiz gereken bir sahil ve içmemiz gereken tonla bira var!” deyip kaçmaya başladım, Gürbüz lafımın bitmesini beklemeden kovalamaya başlamıştı.. Bizim katın koridorlarında ben önde, Gürbüz arkada, Sırık da peşimizde fır dönüp duruyorduk.. Bunların kısmın önünden geçerken Keş “Yeter amk sigara içmicez mi!” diye seslendi.. Biz hala koşuşuyorduk ortalıkta.. İlk soldan merdivenlere atlayıp 5’er 6’şar inmeye başladım; “Hadi beyler sonra görüşürüz ben kaçtım” diyerek.. Madem benden kaçmak isteyen Keş’ti, O’nu görmek istemeyen de ben olmalıydım..

Yorumlar