Bölüm 77

Sonunda işeyen Keş, ellerini yıkayıp yanıma geldi “E hadi ne bekliyon oğlum yaksana şunu” diyerek.. Yarım dakikada 16 yılın muhasebesini yapabiliyorken, 5 dakikada üstümü giyinemeyen bir Anıl’ım ben.. “Seni bekledim, sen yak” diyerek sigarayı uzattım.. Ardından çakmağı yakarak sigaraya doğru uzatıp yüzünü sanki onu bir daha göremeyecekmişim gibi incelemeye başladım.. İki çeşit şeytan vardı: Rütbesi alınmış melek, atanarak terfi etmiş insan.. Keş benim cehennemimim gardiyanıydı, ama ne çeşit bir şeytan olduğunu hala çözemiyordum..


“Oğlum bu ne lan, hiç mi temiz kıyafetin kalmadı?” dedi tshirtümdeki ayran lekesine bakarak. “Lafı değiştirip dört fırt çekmeye çalışıyorsun ama yemezler, ver şunu” diyerek sigarayı aldım.. “Yok lan, istersen bana ver kirlilerini; ben evde yıkatırım anneme” dedi.. “Saçmalama yeaa olmaz öyle şey, hepsi yosun bağlamış durumda.. Annen görürse çok utanırım.” dedim.. “Ya nolcak oğlum, hem çok kirliyseler benimkilerin arasına koyar öyle tıkarım makineye o görmeden..” dedi. Donlarım falan bildiğin renk atmıştı tozdan kirden ama Allah’tan patinaj izi falan yoktu arkalarında.. “Tamam bi bakarım.. Çok bi kirlim yok zaten” dedim utanarak.. “De bi siktir git yeaa” diyerek gülmeye başladı, atarlanmak istiyordum ama gülmekten ağzımı toplayıp iki lafı bir araya getiremiyordum..


Sigaranın dumanını halkalar şeklinde üfledi.. Aylardır çıkardığı o halka şeklindeki dumanlarla millete artistlik yapıyordu, kaç defa bana öğretmesini isteyecek gibi oldum ama gururuma yediremedim.. Hani “Kendim de başarabilirim, ben bana yeterim!” havalarındayım ya, “Ne o, beceremiyor musun? Neyse yeaa gel gel ben sana öğretirim!”i duyacağıma “Pfff oğlum ne saçma işlerle uğraşıonuz la! Oynama da ver şu sigarayı adam gibi içelim.” demeyi tercih ediyordum.. İçten içe nasıl kıskanıyorum anlatamam.. “O yapabiliyorken, ben niye yapamıyorum!” diye fesatlanmaktan; Keş etrafta yokken ondan habersiz aldığım yedek paketleri “halka çıkarma” çalışmalarım için kullanıyordum.. Ağzım “:O” şeklinde dumanı dışarı kesik kesik salıyordum ama benden halka değil bildiğin küre çıkıyordu.. Bir de Keş’in yapabildiği bir şeyi yapamıyor olmak beni sinir ediyordu.. Başkaları yapabilse, Keş de benim gibi beceremese hiç umrumda olmazdı.. ama Keş yapabiliyorken.. Yok abi şu çamaşırları verdikten sonra bu haftasonu gerekirse sabahtan akşama sigara içip o halkaların nasıl çıkarıldığını keşfetmeliydim! Sonuçta Gandalfvari gemiler üflemek değildi hedefim, yeni dünyanın sıradan insanlarından biriyim, orta dünyanın Bilbo gibi minnak bir hobbiti bile yapabildiyse benim harikalar yaratmam an meselesiydi.. Zaten iki gün önce halka olmasa da dairemsi bir şekil çıkarabilmiştim, gelişme var yani o ışığı görmesem kendimde cidden o kadar paket sigarayı mundar etmezdim.


Suratıma doğru fırlattığı son halkayı usulca içime çektim ve gülümsedim “Hadi şu kirlileri çantana sığdırmaya çalışalım” diyerek.. Keş’i ve kirli çamaşırlarımı kamp yerinden uğurladıktan sonra çadırıma geri dönüp kampetime uzandım.. Yine bana kalmıştım.. Kamp boyunca Pan’ı ders çalışmamızın zorunlu olduğu saatler harici pek görmemiştim, ayrı takımlarda olduğumuz için farklı programlara tabi tutulduğumuzdan buluşup hasret gideremiyorduk.. Ne de olsa kamptan sonraki yaz okulu döneminde yine beraberiz diye de bu görüşememe durumunu pek takmadık.


Gün boyu o güneşin altında bayılmama mücadelesi vermekten yorgun düşmüştüm.. Yoklamayı çadırların önündeki yolda alacak olmasalar direkt uyurdum.. Uykuya da hasrettim aylardır.. “Aylar oldu hiç uyumadım ben oğloooom” diyemem tabi, ben sadece nöbetçiler tarafından silkelenerek uyandırılmadığım sabahları özlemiştim..Huzur’a da hasrettim belki ama henüz “huzur” ne görmedim, görmediğim bir şeyi de kalkıp size “Offf yeaaa o sıralar bir damla huzura hasrettim” diyerek özlediğimi söylersem yalan olur.. Ben “halı”yı bilirdim, üstünde ayakkabısız dolaşılabilen alan; “yatak”ı bilirdim, içinde mışıl mışıl uyunmalık icat.. Yatakta sevişme olayı’yla da henüz tanışma fırsatım olmamıştı; yatak harici hemen her yerde seviştim ama o yatak benim gözümde sadece evli insanların kullandığı yerdi.. Kendimi yatakta sevişirken düşünemiyordum, yakalanma korkusu gözümü bürümüş olsa gerek.


Akşam yoklamasından sonra bütün geceyi tuvalette geçirdim.. Sigarayı sigaradan yakarak piç ettiğim saatler sonunda dumandan gözlerim kızarmış şekilde pes ettim.. Olmuyorsa olmuyor kardeşim.. Beceriksizim napim yani! Ertesi gün Lodos’la takılmaya başladım.. Uzaktan bakıldığında “psikolocik manyak” diyebileceğin, yılan gözlü bir arkadaştı Lodos.. Yılan gözlü deme sebebim fesatlığından veya kenafirliğinden değil, elemanın göz rengi bildiğin “çiğ yeşil”di.. Böyle sarımtırak açık bir yeşil.. Baktığı kişiyi nazarıyla devirebilecek cinsten.. Yani bende yarattığı his buydu o gözlerin. Özünde esaslı bir çocuktu.. (Esaslı çocuk: Henüz bana bir kötülüğü dokunmamış insan türü).. Cumartesiyi kolalarımız, brownielerimiz ve sigaralarımla beraber onun çadırda geçirmeye karar verdik.. Benim disiplin puanım epeyce düştüğünden kendi çadırımda mecbur olmadıkça sigara içmiyordum, çadır bezi o kokuyu saatlerce hapsediyordu.. Lodos’a Lodos deme sebebim, ılık bir çocuktu.. Biriyle kavga ederken bile ılık ılık ederdi o kavgayı, soğuk rüzgarlar estirmek yoktu onun lügatında..


Lodos’un kameralı bir telefonu vardı, bizim okula sigara soktuğumuz yöntemlerle o da telefon sokmuştu.. Oturmuş ben böyle halka atma denemeleri yaparken o da telefonuyla oynuyordu.. Bir ara sessizlikten o kadar sıkıldım ki “Off canım sıkıldı ben bi osbir çekip gelcem.” dedim. “Telefonla denedin mi hiç?” diye sordu.. Soruyu nereden anlayacağımı şaşırıp “Ha?” diyerek Lodos’a baktım.. “Telefonla diyorum hiç denedin mi?” dedi yeniden.. “Yok abi yani telefonla nasıl denenir ki?” dedim, gözlerim şaşkınlıktan logar kapağı gibi açılmıştı.. İçimden “Yuh yaa benim o sırrımı nerden öğrendi bu yılan gözlü!” diye merak ederken bir yandan da elindeki telefona bakıyordum “Acaba bu telefonu alabilir miyim ki? yanlardan biraz geniş gibi ama…” diye düşünerek.. Yani hiç olmadı telefonun alarmını 10 dakika sonraya kurarım, telefonu da bir poşete sarıp o 10 dakika içinde MiğferDibi’me sokarım.. Ardından alarm çalmaya başlayınca gözlerimi dömberte dömberte “Hadiyin, hobaaaa! Bülbülüm altın kafeste öter aheste aheste!” diye kıvranırdım kabinde..

Yorumlar