Bölüm 79

Lodos’la bu telefon sapkınlığının aramızda “sır” olarak kalmasına karar verdik. Bir de haklı çocuk, ne yani her osbir çeken “Kanka yeaa senin şu telefonu bi gezdirem mi ben?” diyerek kapısına mı dayanaydı!


Pazar gününü de Keş’in gelmesini beklerken, tuvalette halkalar çıkararak geçirdim.. Hem benim attığım o halkalar Keş’inki gibi çelimsiz de değildi, Keş bildiğin minnak halkalar atıyordu seri bir şekilde.. Benim attığım halkalarsa apağırdı, tombik çemberler halinde çıkıyordu ağzımdan.. Bir de o kabinde havaya asılıp dağılmadan duruşu var ya! Hey yavrum heeeey!


O akşam yoklamaya kadar Keş’i bir türlü bulamamıştım. Sanırım istenmediği vakitler harici yanıma uğramamaya yeminliydi. Çadırlar önünde alınan yoklamaya Keş yine geç geldi “Senin temizleri çadırına bıraktım” diyerek.. “Sağolasın ama ne acelen vardı ki? Yoklamadan sonra da alabilirdim..” dedim.. Ardından sessizce yoklama sırasının bizim takıma gelmesini beklemeye başladık. Hevesimi piç etmişti bu tavrı.. Ben de sanıyorum paşamız gelcek “Off be oğlum nerelerdesin sen, saatlerdir seni arıyorum amk!” diye atarlanıcak.. Ardından “Amk senin la kes traşı, asıl ben seni arıyorum saatlerdir, yoksun ortada!” diye cilvelencem.. Sonra biz birbirimize, birbirimizi nerelerde aradığımızı söylerken “nasıl oldu da denk gelemedik?”in yanıtını bulcaz ve gülüşüp barışcaz.. Boru mu lan? Çamaşır yıkattığım ilk erkekti Keş, bırakın da az ilgi bekleyelim!


Yoklama sırası bizim takıma geldiğinde benim suratım ebem gibiydi, öyle bir somurtuyordum ki bildiğin gıdık gıdık üstüne binmişti boynumda.. Hayır bir de piç sağında solunda kim varsa goygoyun amına koyuyordu, bi tek benden taraf dönmüyordu. Sinir katsayım öyle yükseldi ki o öyle bana sırtı dönük milletle gülüşüp eğlenirken ensesinde amuda dikilesim geliyordu! Böyle orda amuda dikilip ellerimi birden çekerek kafa üstü çakılcaktım o koca kafasına! “Sikerim yeaa ne bok yerse yesin poffflaması”yla yine dünyayı 270derece görmeye başladım.. Piç dışarı çıktı ya, anlatacak çok şeyi var tabi “Orda içtim, burda kustum, 2. paket de bitmişti bakkaldan yenisini aldırdım..”… Kimse kalkıp da benim telefonla nasıl seviştiğimi dinlemek istemezdi.. Hoş, ben de anlatamazdım o ayrı.. “Anıl, sen naptın bu haftasonu?” diye sorsalar; “Çadırda koptuk abi ya! Çok çılgın bir partiydi, 14 tane brownie yemişim, baktım kesmedi, gönderdim bizim çocukları kantine bi 5 paket daha alsınlar diye.. Kolaların biri bitti diğeri açıldı!”..


Yoklama biter bitmez Sincap’ın peşinden çadırlara doğru yürümeye başladım, akşam makara-kukara yapar, yine içtiğimiz kolalar burnumuzdan gelene kadar güleriz diye.. İdare’nin olduğu çadırların önünden geçerken Keş seslenerek yetişti arkamdan.. “Heh?” diye bir ses çıktı benden.. “Ne heh’i oğlum dur nereye gidiyon öyle hemen” dedi.. “Bizimkilerle az muhabbet eder sonra da yatar uyurum, yarın erken kalkılcak..” dedim. “Biliyoruz yarın erken kalkılcağını, hani aynı okulda okuyos falan?” dedi artist artist. “Offf be abi, taşak geçme yav harbiden modumda değilim” diyerek yeniden çadırlara doğru yürümek üzere hamle yaptım.. Tek elini omzuma atarak durdurdu, karşıma geçip iki eliyle kollarımdan tutup yüzüme baktı.. Yüzüne bakakaldım o an “napıyo bu mal” diye.. “Noldu?” diye sordum. Göz kırptı sadece.. “E gel o zaman beraber gidelim bizim tayfayla muhabbete?” dedim.. Sol eli kolumdan belime doğru indi.. Kaşlarım, alnımı yok sayarcasına yukarı kalkmış fal taşı gibi açtığım gözlerle yüzüne bakıyordum.. Gözlerime baktı, dudaklarıma baktı ve sağ eliyle sol elimden tutup, elimi madeninin üzerine koydu.. Kendini bana öyle çok yaklaştırmıştı ki, karşıdan bakan biri aramızdan diğer tarafı göremezdi.. Etrafımızdan yüzlerce öğrenci geçiyordu ve biz idarenin çadırları önündeydik.. Yüzüm ütüye yapışmış gibi yanıyordu.. Yeniden gözgöze geldik ve sol elimi madeninde belli belirsiz hareketlerle gezdirmeye başladım.. Nefesi, boynumun sağ tarafındaydı.. Boğazım kupkuruydu, konuşamayacak kadar heyecanlıydım.. İdaredeki yöneticileri görebiliyordum, Keş’in onlara sırtı dönük olduğundan o an “aramızda” olanları kimse göremiyordu.. “Aramızda olanlar” derken cidden “aramızı” kastettim.. Çadırdaki uluorta sevişmemizde “karanlık”ı örtünmüştük.. Şimdiyse beni Keş’in sırtından, Keş’i de benim sırtımdan başka gizleyen bir şey yoktu.. Birbirimizin arkasına saklanmış, birbirimizle sevişiyorduk.. Korku, çekingenlik, kaygı, telaş, utanç.. Al işte herkesin önündeydik.. Keş ve Anıl olarak, yüzyüze.. İki eli de belimdeydi.. Benimse bir elim madeninde, diğeriyse sağ bacağında.. Dudaklarımızı konuşuyormuşuz gibi kıpırdatıyorduk, uzaktan bakanlar “fısır fısır konuşarak bi vukuat planı yaptığımızı” düşünsün diye.. Evet, vukuatlıydık.. Suçumuz büyüktü…


Göz göze geldik.. Göz kırptı, göz kırptım. Kırparak yaşıyorduk an’ı; dolu dizgin yaşamak yasaktı bize, ayıptı, günahtı, iğrençti.. Gülümsemelerimiz bile yarımdı.. Bir tebessümün yarısı onda, yarısı bende.. Dudaklarını tek çizgi yapıp gözlerini irice açarak “sorar” gibi baktı bana.. İki gözümü de aynı anda kapatıp “onaylar” gibi başımı öne eğdim.. Alnını kırıştırıp alt dudağını dışarı çıkararak “Nerede?” der gibi baktı.. Bir gözüm açık diğeri kapalı bir şekilde ağzımı bükerek “Sence..” der gibi baktım.. “Tamam o zaman.” der gibi kocaman gülümsedik birbirimize, koluma girdi ve çadırlar bölgesini ikiye ayıran o taş yoldan tuvaletlere doğru yürümeye başladık..

Yorumlar