Bölüm 73

Hafta boyunca Keş hariç herkesle konuşup, mümkün olduğunca Keş’in olabileceği yerlerden uzak durdum.. Şerefsizin yüzünü bile görmek istemiyordum.. Herkes bana sırt çevirebilir, bunda haklı haksız aramam ama götümü siktirdiğim piç bana tavır alamaz! Haksız olsam bile beni herkesin önünde haklıymışım gibi savunup, yalnız kaldığımızda da “Bugün yaptığın hoş değildi, aslında özür dilemen lazım..” vs diye uyarabilirdi.. Hadi sevişme olaylarını siktir et abi! İnsan arkadaşının arkasında durmaz mı? Herkesle bir olup bana baskı yapacaksa, kendim olup onu yok sayarım.. Yok olsun sikik!


Keş’e bilenmediğim saniyem yoktu.. Sabah sporlarından kaçmamaya başladım, belki stres atarım bayılana kadar da yorulup geceleri rahat uyurum diye.. Ben spordan kaçmayı bıraktım bırakalı Keş de kaçmıyordu.. Sabahtan akşama o takımda yanyanaydık, dünya 360derece olabilir ama benim dünyam 270dereceydi.. Keş’in olduğu o 90lık dilimi yok sayıyor, 270lik alanda cirit atıyordum.. Cazibe yeniden benimle konuşmaya başladı. Çarşamba sabah sporu öncesi gözgöze geldik, kendimi tutamayıp gülümsedim.. Aslında haykıra haykıra kahkaha atma dürtüsünün frenlenmiş versiyonuydu o gülümseme.. Cazibe de bana gülümseyip yanımdan geçti.. Tam içimden “oh yaa bu belayı da hatasız kazasız savdık” diye geçirirken ensemde patlayan o Osmanlı tokadı yüzünden gözlerim yuvalarından çıkıp yere yuvarlandı. Bütün öğrenciler anıra anıra gülmeye başladılar.. “Sen bi şaka yapıp güldürdün, ben de bir şaka yapıp güldürdüm.. Şimdi barıştık işte.” diyerek uzaklaştı bizim çocuk beyinli.. Abi ne o öyle yaa “Sen bana yaptın ben de sana yapim de ödeşelim” mantığı! Beynim ağzımdan çıktı tokadın şiddetiyle..


Cuma günü öğlen 12:00’da haftasonunu müjdeleyen tören vardı.. Biz yine “toplu sünnet” için hazırlanan çocuklar gibi giyindik şıkır şıkır, toplandık tören alanında.. Hepimiz en temiz eğitim kıyafetlerimizi giymiştik. Okul müdürünün teşriflerini “tören rahat”ında bacaklar açık eller arkada bir şekilde bekliyorduk.. Sabahtan mataralarımıza koyduğumuz sulara tuz katmamız tembihlenmişti.. O tuz içimizdeki şeytanı öldürmek için değil tabi, sadece sıcaktan bayılmamak içindi..


Mataralarımızdaki tuzlu suyla tören alanında bir saati geçiktir bekliyorduk, “Birazdan teşrif edecekler kendisi” denilip duruyordu ama ne gelen vardı ne giden.. Hava 45derece falandı.. Böyle o İzmir’in öğlen güneşi var ya adamın kafatasından girip götünden çıkar ve yeri aydınlatırdı.. Gölgen bile öğle vakitlerinde ayaklarının altına saklanıp kaçardı güneşten. Sıcak o kadar dayanılmaz bir hale geldi ki, ayaktaki öğrencilerden ikisi bayıldı.. Tabi bunların bayılmasıyla çıkan damburdumbur diye bir ses hepimizin dikkatini o tarafa çekti.. Sıraların arkasında yine idare gölgedeydi, bayılanları görünce bunları bir telaş aldı ve direkt zavallıları da kendi sığındıkları gölgeye taşıttılar.. Onlar arkada bayılanları ayıltmaya çalışırken aramızdan üç kişi daha yere yığıldı.. Keş’le bir an gözgöze gelip sırıtmaya başladık.. Dakika başı biri bayılıyordu ve o gölgelikte idaredekilere yer kalmamıştı bayılanlardan.. Sıcak o kadar yoğundu ki, üzerimizdeki kıyafetlerden o ütülenme kokusu yükseliyordu.. Üstümüzdekilerin koltukaltı bölümleri bembeyazdı, terliyorduk ama ter daha kıyafeti tam ıslatamadan kuruyordu.. O beyazlık da kuruyan terin bıraktığı tuzdu.. Bildiğin kimin bir gün önceden fazla tuz tükettiği anlaşılıyordu..


Bayılanların sayısı 20’yi geçince idaredekiler “Herkes otursun!” diye anons verdiler.. Bir yandan da telsizlerle kamp revirindekilere “Ambulansı getirin!” diye bağırıyorlardı. Oturmasına oturduk ama bildiğin götüm “ızgara” yapılıyormuş gibi hissediyordum, yok böyle bir cozurdama! Baktık millet oturduğu yerde bile sırt üstü kaykılıyor, Keş’le gevrek gevrek gülmeye başladık.. Mataralardaki tuzlu suyu millete bayıldıktan sonra içiriyorlardı, iyi de o suları “bayılmayalım” diye kullanmamız için hazırlatmamışlar mıydı? İşte mantığın bittiği yerde başlayanın okuluydu bizimki.. O sırada Fellah da yanımızdaydı, hani şu müstehcen yayınları sesli okumaya bayılan piç.. Hah işte aynı zamanda o piç sikinin boyutuyla da övünmeye bayılırdı. Sanırsın ondaki patlıcan, dünyanın geri kalanı hep bamya.. Keş “Ne o lan Fellah, sizin Arabistan bu kadar sıcak olmuyor mu? Bayılcak gibisin şşt alo!” diyerek gülmeye başladı.. “Oğlum bak seni bi sikerim, o bayılanlarla birlikte ambulansa bindirip dikiş attırmaya gönderirler!” dedi Fellah.. Keş’le ikimiz hala gülüyorduk Fellah’ın triplere.. “Sahi lan kaç santimdi seninki?” dedi Keş gülmeye devam ederek; “19 santim ve kapkalın..” dedi Fellah gururla.. “Ehh fena değilmiş, 19 santim insanı dikişe gönderiyorsa benimki senin kafayı Ay’a değdirir değdirir geri getirir..” diyerek savaş açtı Keş.. Fellah birden sustu “Tamam amk kes! Hoca bakıyor.” diyerek.. Keş’in son söylediği beni güldürmemişti, tamam Fellah’ınkiye kıyasla Keş’inki öndeydi ama Ay’a kafa atmayı başaramamıştım henüz..


Bir de hiç anlayamadım, şu an hala anlayamıyorum ve hiç bir zaman da anlayamayacağım. Niye erkekliği santim santim ölçme gereği duyuyor ki bu insanlar.. 14 santim siki olan daha mı az erkek bu ikisinden? ya da siki olmayanlar daha mı az mert?


Abi ilkokuldayken “ahahahha daha sünnet olmamış” diye milletin çüküyle taşak geçen bebeler vardı.. Hadi onlar henüz beynini keşfetmemiş olanlardı.. Ortaokulda “Aaaa senden hala gelmiyor mu, ben avuç avuç boşalıyorum.. Hem benimki bembeyaz geliyor, göbek deliğime kadar fışkırıyor”cular vardı.. Hadi onlar da henüz beynini keşfedememiş olanlardı.. Ama lisedeyiz lan lisede, hem de hazırlık okumuşuz bu ikinci senemiz.. Lan hala mı beyninizi keşfedemediniz? Sikin büyük olunca ne oluyon oğlum? Adamlığı sikinden mi öğreniyon? Amacın ne? 30 santim yarrağı olanı cumhurbaşkanı mı yapıyorlar? 70 santim siki olan peygamber mi ilan ediliyor? İşte demiştim ya hani “Türk tokmakçısı böyle embesil, karşıdakinin canı ne kadar yanarsa kendilerini o kadar erkek hissediyorlar” diye.. Ulan sikerken beni en çok bağırttıran sen olmuşsun olmamışsın çok mu önemli? Önemli tabi amk, kanlı çarşafların gerdek ertesinde pencerelere asılışını ADETTEN sayan bir ülkenin evladı bunlar.. Ya Allah aşkına, Japonlar kendi bayraklarına bizim o bayrağa yüklediğimiz anlamı yükleseydiler bu kadar ilerler miydiler? Ben beni bağırta bağırta sikecek olanın mı peşindeyim!? Beni bağırta bağırta siksen nolcak? Tamam ekmek somunu gibi sikin var, en büyük yarrak sende; mutlu musun? Ulan girdiğin deliği belediye çukuru mu sanıyon yavşak! Bula bula koca okulda sikiyle övünen birini bulduğum için kendime o kadar kızgındım ki anlatamam.. Onun öyle bas bas “Hahhaaa bendeki yarrak var ya seni Ay’a çıkarır” diye böbürlenmesi bana kendimi hor kullanılmış kışlık bot gibi hissettirmekten başka boka yaramadı. Götümden kan gelmesine bayılmadım! Hayır yani götçülerin siklerinin ebatlarıyla bu kadar böbürlendikleri bu yavşak düzende, götverenler “hahhaaaayyyy ben de çok genişim, hatta o kadar genişim ki bölüğünü kaybeden yüzbaşı bile içerde.. Bölüğünü kaybettiği yetmezmiş gibi çıkışı da bulamıyor..” diye böbürlenebilir mi? KOCCAAMAAAAAN BİR SİKİM VAAAAAAR demek büyük şeref, GÖTÜMÜN DELİĞİ ACCAAAAAYİP GENİŞLEDİ OĞLUUUUUM demek orospuluğun dibi..Yavşak bunlar oğlum, böylelerinin götüne çimento döküp denize atmak var; boğulsun pezevenkler!


O an tenhada olsak Keş’in kafasına en yakındaki taşı vurur pekmezini akıtırdım.. Lan sen sikini “benimkinden büyüğü yok” diye gururlandırırken, götümü de “onunkinden faraşı yok” diye aşağılamış oluyorsun piç! Kimse bilmiyor sikiştiğimizi tamam da “Oğlum ben biliyorum lan, ben biliyorum! Şerefsiz!”..


Sağımda solumda millet patır patır bayılırken elime aldığım bir dal parçasıyla önümdeki toprağı kazıyordum. Kazdığım yere ne ben sığardım, ne de keşkelerim.. Burnumun ucundan iki damla ter botlarıma düştü.. Siyah botun üstündeki ter damlası toz katmanını çözmüştü, bense hakikati… Siyahın da siyahı vardı.. Tıpkı aslı’nın astar’ı olduğu gibi.. İkili ilişkilerde dökülen ter, akıtılan göz yaşı veya saçtığın “maden” sularıydı sana aslının astarını, siyahın siyahını gösteren.. Başlangıçta söz vardı. Sonra sessizlik geldi.. İşte tüm o sözcükler tükenince, insan insanı anlamaya başlıyordu..

Yorumlar