Bölüm 120

Sırık, diğerlerinden iki gün önce geldiği için yine geldiği gibi iki gün önceden döndü.. Allah’tan bu sefer Tekirdağ/Merkez’e gidiyordu da yine PP’ye el pençe divan, yalvarmak zorunda kalmamıştım.. Sırık’tan sonra da Efes’le Tuborg’u otobüse bindirince kaldım yine odamda bir başıma.. Bütün yıl beraberdik, yaz okulu boyunca da beraberdik ve de tatilimizin belli bir bölümünde de bir araya geldik.. ama özlüyordu insan.. Hatta insan, ne kadar çok vakit geçirirse o kadar kısa sürede, özlüyordu insanı.. Otobüsleri hareket ederken “iki parmak selamı”mı çaktığımda kendimi “İnşallaaaaah otobüsünüz bozulur da gidemez, kalırsınız burada!!” diye iç geçirirken buldum..


Vedalardan da nefret ediyorum, insanlara bağlanmaktan da! Daha çok ufak şeylere takılır, onlara bağlanırdım ben.. Bir mürekkeple “oynaşırdım”, bir dolmakaleme “hayran olur” ve bir de kağıtlara “bağlanırdım”.. Harf harf, hece hece “vuruşurdum” kelimelerle.. Kelimelerle vuruşarak sabahlarken, cümlelerin koynunda uyuyakalırdım.. Her sabah başka bir cümlenin koynunda uyanırdı duygularım, evet, düşüncelerim orospuydu benim.. Ve bu orospu bir tek “kendine iyi bak”lara domalmadı; o yüzden hep “görüşmek üzere!”.


Yaz tatilimin başında anneme gelip gelmediklerini sorduğum “abi”lerden Cem’le tanıştırmıştım sizi.. Şark ve Garp abiler? Şark, baba tarafından bir akrabamız; Garp’sa anne tarafındandı.. Kırmızı basmalı tokai’min babası Şark’tı.. Şark ve yakın arkadaşı Doğu.. Şark’la Doğu’ya “aynı anlama gelen” iki “ayrı isim” vermemin sebebi de bu.. Garp’sa benim 5 yaş göt ağrımdı.. Üç hafta tuvalete çıkamamıştım.. Hala sızlar o beni “çocukluğumdan vurdukları yerim”..


Çoktan kullanılmaz hale gelmiş eşyalarımızın taksitlerini ödemeye devam ettiğimiz bir dünyada yaşıyoruz; ve buna rağmen yaşıyoruz.. Hala kullanılabilir durumdaki eşyalarımızla utandırıldığımız bir dünyada yaşıyoruz; ve buna rağmen kullanmaya devam ediyoruz.. Mecburuz.. Bir simitçinin, tekeri kuma saplanmış arabasını kan ter içinde sürüklediği o kızgın sahilde, simitinin “sıcak”lığını özendirmeye çalışması kadar umut doluyuz.. Sahildekiler, simitçinin “sıcak” simitini sıcak olduğu için almaz; aç oldukları için uzatırlar parayı.. Peki ya hayatlarımızdakiler? Onlar da “sıcak”lığımızı görmezden gelip, aç oldukları için mi uzatırlar ellerini? Mevsim yine “Çok üşüyorum, biraz sarılabilir miyim sana?” olsa keşke.. Örtmesinler üstümü, sarılsınlar yeter.. Boş ver simiti şimdi, açken daha güzel üşür insan.. Peki ya OÇ’ken? Tabii ki sana soruyorum; o orospu çocuğu ben değilim, sensin aşkım…


Mevsim “Çok terledim yaa, biraz yana kayar mısın?” ama fikirlerim üşüyor benim.. “Ne yaptım ben?”le vakit kaybedemem, yanıtlayacak “Ne yapacağım şimdi?”lerim var.. Garp’ı görmek istiyorum, ona beni nasıl siktiğini anlatıp; yüzünü izlemek istiyorum.. Zerre-i miskal “intikam” kokmuyor bu istek; sadece “bilmek” istiyorum..


Garp benim “camel”ımın babasıydı.. Her giden bir parçasını bırakmıştı tamamımı götürürken.. Uzandım kağıdı buruş buruş olmuş “Bittim ben” diye ağlayan “camel” paketime ve bir tek çıkarıp şöyle bir baktım.. Sigara, sen ne güzel şeysin öyle.. Sigara gibiydim ben de, yanmadıkça zarar vermem kimselere.. Yanıyorum tabii, yanıyorum yanmasına da henüz rüzgarlar dinmedi; dumanım öksürtmüyor ibneleri.. Şu fırtına bir dinse.. Şimdilik “duman”ım bir tek kendi gözlerimi yakıyor; bir tek beni ağlatıp öksürtüyor.. Öksür Anıl, bir daha öksür ve sonra yine.. Taa ki bir balgam gibi yapıştırana dek geçmişi yüzlerine..


Onlara, onlar bana kız arkadaşlarını anlatırken, Keş’i anlatmak istiyorum.. “Sizle başlayan bu sikiş bir türlü bitmedi; verdikçe veresi geliyor insanın…” diyerek gülmek ve yaktığım sigaranın dumanını “benden adisi yokmuş gibi” yüzlerine savurmak.. Kahpelenmek istiyorum karşılarında, arsız arsız ve de paha biçilmez ucuzlukta; ibneliğimden korksunlar, “Allah aşkına sus, bir duyan olacak” derlerken avuçlamak istiyorum madenlerini “Ben söylemedikçe kim duyabilir ki?” diyerek öperken boyunlarından..


Alt kata inip Garp’ın telefon numarasını anneme sordum.. “Ne bileyim oğlum ama bak bu annesinin numarası; ara sor ona işte” diyerek çoktan arama butonuna bastığı telefonu kulağıma doğru uzattı..


“İyi akşamlar yengecim.. Hahahaha çok teşekkür ederim hoşbulduuuuk”


“Misafirlerim vardı ondan ilgilenemedim, hahaha evet ben de sizleri çok özledim..”


“Evet ben de onu soracaktım, evde mi o?”


“Ooo tamam ben bekliyorum telefonda, giyinsin de öyle verirsin telefona..”


“Ha çıktı mı odasından, ne çabuk! Çoook teşekkür ederim, hadi görüşmek üzere”


Histerik bir şekilde ev içinde at koşturur gibi volta atmaya başlamıştım.. Bildiğin odadan odaya zıplaya zıplaya koşuyordum, annem de balkonda akşam kahvesini içerken bana bakıyordu “Bu çocuk kesin karıştı hastanede” der gibi..


“Alo?” dedi Garp tuhaf bir telaşla..


“Naber? İnsan bir arar yaa, hiç mi özlemedin beni?” dedim..


“Özledim tabi, insan kardeşini özlemez mi?” dedi..


Arka odaya geçtim ve “Bunu buluştuğumuzda da söyle bana, bir kere de benimki ağzındayken dene bakalım.. Şu an telefonda pek anlaşılmıyor sesin, hadi şarj bitmek üzere; yarım saate alırım seni evden.. Öptüm” diyerek kapadım telefonu..

Yorumlar