Bölüm 177 - Final

Ertesi gün dersler boyunca Çak hariç her yere baktım kısımda; akşam “Ona kardeşim bile inanmazdı abi..” deyip gülerken neyi kastetmişti sorusu beynimi kemiriyordu.. Allah’tan haftasonları evine gidiyor, okulda kalmıyordu.. Bu kadar mı çok dikkat çekmeye başladık ki?


Derslerden sonra brownie ve kahvelerimizi alıp Keş’le beraber favori kısmımıza geçtik.. Keş, kısma girer girmez kapıyı kapatınca “Neden kapadın abi?” diye sordum.. “Pencereyi açınca cereyanda kalmayalım diye..” diyerek omuzlarını silkip yanıma geldi.. Pencereyi açıp; mermer pervazın, o çerçevenin iç tarafında kalan kısmına kahvelerimizi koyarak, dışarıya bakmaya başladık…


Her hafta aynı pencere, her hafta farklı manzaraydı. Bu pencereden ne zaman baksam İzmir farklı görünürdü gözüme; o yüzden bir kere bile “Off bu ne yaa hep aynı yere bakıyoruz” diye isyan etmedi gözlerim..


Keş hafiften omzuma dürtüp “Osurmayacaksan arkana geçim mi?” diye sorunca ağzımdaki kahveyi ön bahçeye püskürterek katıla katıla gülmeye başladım.. “Nasıl bir malsın anlamadım ki” dedim ve “Tamam geç, elimden geleni yapıcam” diye ekledim.. Arkamdan başını omzuma koyarak sarıldı.. Kıyafetlerim üstümdeyken bana kimse böyle sarılmamıştı. Bana kimse sarılmamıştı ki!


İki dakika romantizmin tadını çıkaramadan sağ kulağıma üflemeye başladı.. “Abi yapmasana” diyorum; başını arkama saklayıp sessiz sessiz gülüyor.. Yine duruyor duruyor ve tam kahveden bir yudum alıcam bu sefer diliyle dokunuyor kulağıma.. “Bak bahçeden görenler olcak!” diye sırtımı kamburlaştırarak ittiriyorum, daha çok gülüyor..


“Abi bak! Valla bak, biri açıcak kapıyı! Sonra görcez ebemizin amını!” dedim huysuzlanarak.. “Tamam tamam, bak böyle durunca, en azından dışardan kimse görmez..” diyerek alnını enseme yasladı.. Akıl kârı değildi.. ama… ama Nasıl kıyıp da “Kes şunu Keş” derim.. Dersem adamlığıma yazık.. Dersem adamıma yazık.


İkide bir “Yanıma geçsene, hava sıcak”, “Bak valla görecek biri”, “Abi delirdin mi amk bak sikerler belamızı” gibi yeni bir bahaneyle geliyordum ama her defasında sıkılmadan “Bir şey olmaz”, “Boş ver”, “Olsuuun” diyordu..


İzmir’le göz göze geldik yine; dedi ki “Boşver be Anıl, dinle onu..”


Körfez sakindi o gün.. Gümüş sulardan yükselen şafak rengi bir pus.. Güzelbahçe iskelesi hala işliyordu; kışları genelde vapur kalkmaz oradan.. Henüz kış gelmedi ki.. Henüz ağaçlar sarılmadı.. İskeleden yeni kalkan bir vapurun direği göz kırpıyordu çam dalları arasından.. Vapur bile kıyıyı seyretmeye doyamamış, uzaklaşmaya korkuyordu; ben nasıl korkmayım ki, ben nasıl uzaklaşayım….


Sonunda vapur, tamamıyla kendini gösterdi bize.. Arkasında bıraktığı ters “V” şeklindeki dalgaların gittikçe açılarak suyu kırıştırması… Kırışıklık bir manzaraya bu kadar yakışır.. Çam kokuyor.. Deniz kokuyor.. Keş dokunuyor.. Keş sarılıyor.. Bizi izliyor İzmir bugün.. Körfez alnımdan süzülüyor Keş bana sarılırken.. “Terledim” diyorum.. Yine “Olsun” deyip susuyor.. Şimdi susmak vakti zaten.. Çok konuşuyoruz, hiç susmuyoruz… Şimdi susmalı, konuşarak olmaz zaten.


İzmir bize bakıyor… ve biz İzmir’e.


Rüzgar bizi kokluyor.. Bizse birbirimizi…


İzmir sır tutar, İzmir gördüğü her şeyi anlar ama kimselere anlatmaz..


O ilk yıldız göz kırpıyor.. “Dur sakın dilek tutma” diye bağırasım var.. Çünkü o yıldız hiç kıpırdamaz.. Yıldız bile değil o! Yıldız taklidi yapan sıcak bir gezegen… Hoş; bizim de dilek taklidi yapan olmazlarımız var… Ne diyordun? “Olsun”…


Olsun be adam..


Okula giren otobüsler umrumuzda değil.. Duymuyorum bile seslerini.. O an omzumda harcanan nefes ödüyor hesabımı.. Daha masadan kalkasım yok ki.. Daha sana doymadım ben.. “Baksana şuraya” diyerek “ay”ı gösterdi bana.. “Ay’a baksana” dememişti.. Arkadan uzanıp sol bileğimden tutarak “Şuraya” diye işaret etmişti.. “Dolunay mı bu?” diye sordum.. “Neyse ne amk” diyerek güldü ve ekledi “Güzel olması yetmez mi?” diye.. “Yetmez mi ki..” diyerek sustum..


Gülümseyen bir suskunluktu bizimki.. Anlaşan bir suskunluk. Uzlaşan ve de karışan…


“Tam olarak nerede şimdi sizin ev?” diye sordum.. Hoşuma gitmişti bileğimden tutarak manzaranın “orasını, burasını” dürtmesi.. Bu sefer sağ bileğimden tuttu ve “Bak, işte tam orası” dedi..


Sen de orası kadar, ve orası gibi güzelsin be adam..


“Güzelmiş” dedim.. “Gördün sanki…” diyerek güldü.. “Gösterdin işte” dedim gülümseyerek.. “Brownie yer misin?” diye sordu.. “Yerim ama şimdi değil” dedim gülerek.. “Tamam ben yiyorum” dedi.. “Ye ama omzuma silme ağzını” dedim.. “Tamam” dedi.. Bir ısırık aldıktan sonra iki adım gerileyerek “Pşşşt”ledi.. “Haa ne var” diye döndüm ve brownie’li öptü beni..


Sen brownieden de tatlısın be adam….


Arkam bir İzmir, önüm başka İzmir, dudaklarımın arasında en İzmir….. Ay sarı, sokaklar turuncu, dağların ardı koyu kırmızı.. ve biz, biz seninle her rengiz bu gece.. Gece utansın; o karanlık, biz ışık ışık.. Yine yüzümüzü İzmir’e döndük; İzmir’e uzun süre sırt çevirilmez..


İzmir imbatıyla öpüyordu alnımızdan.. İzmir bize hak veriyordu, bizi böyle de seviyordu.. Belki de böyle daha çok.. Kim bilir.. Belki en çok böyle……


Geceyi fersah fersah örtmeye başladık İzmir’in üstüne.. İzmir’in örtünmeye itirazı var, sokakları ışık ışık; bizim gibi, bizim kadar… ve İzmir bu gece de çıplak. Bizim için, bize kadar.


Varsın verilen sözler unutulsun be adam.. Söz vermeye ne gerek, sen yanımdasın ya.. ama söz sana.. Söz……….


İzmir gibi önümdesin de.. ve İzmir kadar arkamda.. Dört yanım İzmir bu gece..


Evlerin çatılarını sayıyorum sessizliğimizi üzmemek için.. Hane, hane.. Daha ne?


Bir tatlı kıyametle çıkıyor kırmızı otobüsler okul kapısından birbiri ardına.. Siz de gidin tabii.. Bırakın bizi kendi halimize..


Çam bile geceye aşık olmuş, lacivert şimdi her yer.. Sen kırmızı, ay sarı, ben turuncu.. Geceyi sana çalıp aldım bu rengi..


Seni de geceden çaldım be adam, hem de sabaha hatıra..


Çam gibi, çam kadar sattım rengimi.. O bile yeşilinden geçip, laciverte varabiliyorken; ben nasıl gri’mden kaçıp, turuncuya sarılmayım..


Bu pencere hep açık kalsın.. Kapı hiç açılmasın.. ve Biz İzmir’e bu kadar yakın, gözlerden o kadar uzak…


Sen bana… Ben de sana kalayım be adam..


Biz, bize kalalım.


Gece sessiz, körfez durgun, İzmir sakin, biz suskun..


İmbat serin, sen sıcaksın.. ve ben ılık.


Gece aydınlık, körfez yanıyor, İzmir “Hadiyin” diyor. ve iki kalp birbirine sesleniyor:


Tam.


Tam.


Bu sefer yok yarım kalan. Ben “tam”, sen “tam”, biz “tamam”.

Yorumlar 1

  • Aşk 101 değil de Anıl 101 çekselerdi tadındaki ilk kitabın sonu. Bu kitap beni çocuk olduğum, hayatın ne olduğunu bilmediğim 2000'lerin başlarına ışınlıyor sanki. O koridorlardan ben de seninle birlikte geçiyorum. Seperatörleri geçiyor, üstünde tek pencere olan kabine giriyorum. Kulağıma maşrapaya çarpan su sesi geliyor. Gözlerim dumandan yanıyor. Sonra İzmir'e bakıyorum o hapishanenin içinden. Kekik kokusu burnuma doluyor. Pan'ın annesinin "Eyvah!" deyişi kulağımda yankılanır her yumurtalı patates yiyişimde. Tekirdağ otobüsüne biniyorum seninle, Avrupa yakasına geçerken Eceabata kadar martıları izliyorum. Güneşin doğuşuyla seninle sigara içiyorum. Şu edebiyat alemi yok mu! Herkes okuduğu için popüler olan saçma sapan birçok kitap var. "Sadece bir anı! Bunun edebi değeri nedir ki!" diyeceklerdir eminim. Her geçen gün karanlığa gömülen bu topraklarda aşkın peşinden koşan bir çocuğun gözlerinden dünyanın nasıl döndüğünü görmemiz umurlarında bile olmayacak. Malum site sorun çıkarmasaydı 2017'de bütün bunların sonunu görebilecektik. Eskiden bin kişiydik şimdi 100 kişi hatta belki de 10 kişiyiz okuyan. İyi ki bir şekilde hayatıma girdin turuncunun en güzel tonu ;) (Emoji mi oda ne?)