Bölüm 174

O akşam yatağıma yattığımda yarı’m huzurlu, yarı’m yarımdı.. Keş’e tuvalette sigara içme sözü verip, unutmuştum.. Bazen düşünmeden edemiyorum; acaba daha kaç tane sözü, söz verdikten sonra unutup, söz vermemişimcesine “kaygısızca” yoluma devam ettim? Bir kaç saat öncesinde verdiğim sözü unutuyor ve yarım saat sonrasında hatırlayabiliyordum.. Ya bir kaç ay öncesinde verdiğim sözler? ve bir kaç yıl öncesinde?


Hadi başkasına verdiğim sözleri geçtim de; ya kendime verdiğim sözler? Farkında olmadan kendi kendime de satış koyduğum gerçeği..


“Yok, yok! Bu böyle olmaz” diyerek tuvaletim gelmiş gibi bir hızla battaniyeyi savurup yataktan kalktım.. Keş’in koğuşundan hala ses geliyordu, belli ki herkes uyumamış.. Doğruca koğuşa dalıp “Pşşşt” dedim.. “Anıl? Sen misin lan?” diye seslendi Gürbüz.. “Pşşşt” bu arada bizim birbirimize “Seni özledim” deme şeklimizdi.. Tıpkı “Sigara içelim”in; “seninle olmak istiyorum” deme şeklimiz olduğu gibi.. Karanlıkta önümü keşfede keşfede Gürbüz’ün yanına seğirttim.. “Otursana oğlum, ne dikiliyon ayakta” diyerek yanını gösterince “Haa öyle bir bakayım dedim” diyerek oturdum.. Keş kendi yatağında horuldayarak uyuyordu..


Gürbüz; onların yatakhaneden bir çocukla sohbet ediyordu.. Konuştukları konuysa “iddaa”.. “Abi şu maça ne dedin sen?”, “Şunun ilk yarıya ne yaptın?”, “O lige güven olmaz aga çok yanıltıyorlar!”, “Geçen hafta beni şu maç yatırmıştı! Yatmasaydı dehşet para vuruyordum!”…… Muhabbet öyle ilgi çekiciydi ki; oturduğum yerde esnemeye başlamam on dakikamı almadı.. Gürbüz “Oğlum şöyle geriye doğru oturup yastığa yaslansana, ayaklarını uzat da uyuyakalırsan kafan gözün dağılmasın ranzanın demirlerine vurup..” diyerek tişörtümün sırtından çekeleyerek gösterdiği yere yerleşmemi sağladı.. Yatağın baş tarafında Gürbüz’le ben göt göte oturuyoruz, sırtımızda da yastık; kıç tarafta da iddaa konuştuğu eleman sırtına kendi yastığını koymuş şekilde oturuyor.. Bunların futbol muhabbeti uzadıkça benim göt kaydı durdu yatakta ve en sonunda başım Gürbüz’ün omzunda uyuklamaya başladım.. Hazır uykum gelmişken kendi yatağıma geçeyim de rahat rahat uyuyayım diyorum; ama sonra yatağa giderken uykumun açılması riskini göze alamıyorum.. Bi de konuşmalar ninni gibi geliyor böyle, üzerime o sesleri örtmüş şekilde tek göz kapalı onları dinliyorum.. Bir ara diğer eleman “Aha uyuyor herhalde” dedi; Gürbüz “Dur oğlum uyusun rahatsız etme” diyerek konuyu değiştirince hiç istifimi bozmadan kafamı omzuna hepten yerleştirip uyuklamaya devam ettim..


Kaşınan göte yarrak, Şam’dan şahlanarak gelirmiş!


Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama Keş’in uykulu uykulu “Anıl mı o?” diye sorduğunu duyunca irkilerek uyandım.. Ben ki on tane alarmlı saatle uyanamayan öküz; “Anıl mı o?” diyen bir fısıltıyla yerimden sıçradım.. “Benim ben” dedim “her şey yolunda” diyen bir sesle.. “Haa… Napıyon oğlum burda?” diye sordu biraz daha kendine gelmiş şekilde.. “Hiiiç.. Öyle sıkıldım, öyle yani hem uyku tutmadı da öyle bi bakayım dedim öyle geldim işte öyle” dedim.. Normalde konuşurken aynı kelimeyi aynı saat içinde “iki”den fazla kez kullanmamaya özen gösteren ben; aynı cümle içinde “beş” kere “öyle”lemiştim.. “Hmmm” dedi sadece ve tuvalete kalktı.. “Neyse gözlerim kapanıyor abi; ben daha fazla dayanamıcam.. Hadiyin iyi geceler” diyerek kalkıp, peşinden koridora çıktım.. Kendi koğuşuma geçerken Keş; tuvaletin ilk bölmesinde ellerini yıkamış aynaya bakıyordu.. Şöyle bir aynadan göz göze geldik ve ben “Senin derdin ne?” diye soramadan kendi koğuşuma kaçtım..


Yatağıma oturduğumda bacaklarım titriyordu korkudan.. Alt tarafı Gürbüz’ün yanındaydım be abi ve bu konuyu konuşarak hallettik sanıyordum.. Belli ki verdiğim sözü unutmanın cezasını çekiyordum.. Çocukluğumdan bu yana olan her şeyi hatırlamaya yeten hafızam, bir kaç saat öncesinde verdiğim sözü hatırlayamayacak kadar nankördü.. “Peki ya öğlen yemeğinde ne yediğimi hatırlıyor muyum?” diye sordum kendime.. Baktım sorunun içinden çıkamıyorum, nöbetçinin yanına gidip “Abi bir şey sorcam ama taşak geçmeyeceğine söz ver?” dedim.. “Tamam söz; sor bakalım” diye gülmeye başladı çocuk.. “Biz öğlen yemeğinde ne yedik bugün?” deyip büyük bir heyecanla yanıtı bekledim.. “Mercimek çorbası, pilav ve rosto..” dedi “nerden çıktı bu şimdi” bakışıyla.. “Çok sağol yaaa” diyerek arkamı döndüm ve tam o sırada “Teyallaaam ya, oğlum tam bi malsın” diyerek gülmeye başladı..


Koğuşuma girerken yeniden huzur bulmuştum.. Kendime sorduğum sorulardan birine yanıt ararken, ikisini duydum.. Evet, artık öğlen yemeğinde ne yediğimizi biliyordum.. ve bildiğim bir diğer şey ise; insan, verdiği her sözü “tutmak” için vermiyordu; “istediğimizi duymak” için verdiğimiz sözlerin kurbanıydık.. En azından ben o nöbetçi gibi “iki saniye önce”sinde verdiğim sözü, “iki saniye sonra”sında unutmuyordum..


Umarım Keş de beni anlayışla karşılar.. Söz verilir… Söz unutulur… Eğer verdiğim sözü bana hatırlatmayacaksa ne diye yaşıyorum ki bu anları onunla? Her nasıl ki öğretmenlerimizin “söz”lerini deftere sırf sınav öncesi tekrar edip “hatırlamak” için “yazıyor”sak; sevdiklerimizin “söz”lerini de onlarla, onları sınava tabi tutmadan önce “hatırlatmak” için “yaşıyor”uz.


Yastığıma başımı gömerken aklımda kalan son şey; “Ben onu hatırladığım konulardan yeterince çalıştırdım sınav öncesi..”ydi.. Ne var biraz da o bana hatırlatsa “Bak şuraları unutma, sınavda sorarım” diyerek..


Hem abi yaa, bana borç para verse ve ben bu parayı iade etmeyi unutsam, kimse es geçmez! “Bak öderim dedin hala ödemedin” diye başıma dikilip dururlar! Söz konusu ödünç alınan şey “para” değil de “duygu” olduğunda neden insan “bak şunu unuttun” deme özürlüsü oluveriyor ki?


Yarından tezi yok, hayatımda her kim bana tavır alıyorsa, karşısına dikilip; nöbetçiye öğlen ne yediğimizi sorduğum gibi soracağım “Biz ne bok yiyoruz burada?” diye. Bana bilmediğim bi sebepten ötürü surat yapan insanlara, biraz da ben surat yapayım; bildikleri sebeplerden ötürü..


Ama önce o sebepleri bulmalıyım…


Sora sora.

Yorumlar