Bölüm 139

Ertesi gün Pan beni kolumdan tutup, mezun olamayıp da yaz okuluna kalan, o son sınıf öğrencisiyle tanıştırdı.. Elemanın ismini daha öncesinden epey bir duymuşluğumuz vardı, ama ilk kez kendi gözlerimle o efsaneyi görme şerefine nail olabilmiştim.. Efsane diyorduk ona çünkü bunu haketmişti.. Gayet sıkı bir şekilde kameralarla ve nöbetçilerle korunan bir okulda, hiç bir kamera ve hiç bir nöbetçiye yakalanmadan geceleri dışarı çıkıp geziyordu..


Pan, “Abi bak bu da Anıl” diyerek takdim etti beni.. Efsane; “Haaa, hani şu senin eküri.. Nasıl gidiyor?” diyerek elimi sıkarken heyecandan titriyordum.. “Abi, hakkınızda çok şey duyduk.. Çok memnun oldum..” dedim titreyen bir sesle.. Pan’la beni görmeniz lazım, o an Madonna gelse ve “Hi dudes!” dese; karıya “Bi dakka canım bak Efsane’yle konuşuyoruz burda; bölme bizi!” diyerek dirsek atıp kaş göz yapar ve yine pür dikkat Efsane’yi dinlemeye devam ederdik. Dengesiz bir heyecan hali işte.. Efsane’nin yanından ayrılır ayrılmaz Pan’la bir hayallere daldık ki sormayın.. Biz böyle her gece okuldan kaçıyoruz falan, sabaha kadar o mekan senin bu mekan benim sıçana kadar içiyoruz; sabaha karşı da okula dönüp derslere giriyoruz..


TAM DA HAYALİMİZDEKİ ÖĞRENCİLİK!


Mutluluktan içimiz içimize sığmıyordu.. Oturduk dolaplarımızın başına “Dışarda bunu mu giysem yoksa bunu mu?” diye tişörtlerimizi denemeye başladık.. Hayır şimdi bir de Efsane’nin yolundan gidecektik; bu da bizi “okulun yeni efsaneleri”ne dönüştürecek! O yüzden giyeceğimiz şeylere dikkat etmeliydik; bir efsane olmak kolay değil! “Lan oğlum hiç bi birinci sınıf yapamadı bunu, bir tek Efsane birinci sınıfken kaçmış okuldan! veeeee şimdi de biz kaçıcaz” dedim heyecandan yaşaran gözlerimle.. “Harbiden de oğlum düşünsene lan gerçek içkiler içebilcezzz” dedi Pan sevinçten sesini kontrol etmekte zorlanarak.. “Sikerim abi! Kolonyaya laf yok!” dedim gülerek.. “Sokturtma lan kolonyana, kırmızı tuborg içicezzzz” dedi Pan..


Pan’ın bu “Kırmızı tuborg içicez!” demesi hevesimi kursağımda bırakmıştı.. Keş geldi aklıma, onunla yaptığımız şu telefon görüşmesi… Keş de kırmızı tuborg’tan yanaydı hep.. Nereden geliyor o sevdası bilmiyorum, belki de “kırmızı marlboro”suna çok yakıştırmıştı tuborgu.. Acaba şu an ne yapıyordu? Daha da kötüsü; acaba şu an “kimi” yapıyordu Keş? Hiç aklına geliyor muyum acaba…


Aykırı düşüncelerden sıyrılıp “Efes Dark içeriz oğlum ya siktirtme tuborgunu, tuborg beni kusturuyor amk” dedim bozuntuya vermeden.. “Deli misin lan! Kırmızı tuborg’dan baba bira mı var mal!” dedi heyecanlı heyecanlı.. Hevesi kırılmasın diye “Peki o zaman bak ben 4 efes dark artı bir kırmızı tuborg alırım, sen de 4 tuborg kırmızı ve bir efes dark alırsın?” dedim gülerek.. “Gel şunları 5+1 yapalım ha ne dersin?” deyince Pan; “Oğlum delirdin mi amk okulun yolunu bulamayız o zaman..” dedim.. “Bulmak isteyen kim amk” diyerek güldü..


Akşam yat yoklaması öncesi Efsane Abi’nin etrafında minnak çekirgeleri olarak toplandık.. Bizim sınıftan yaz okuluna kalan iki çocuk daha vardı yanımızda, biri kısa boylu ve sevecen, diğeri tombik ve uzun boyluydu.. Pan ve ben gibi bu ikili de çok iyi arkadaşlardı.. Uzun olandan “Kıvırcık”, kısa olandan da “Artist” diye bahsedeceğim olayların devamında.. Kıvırcık, isminden de anlaşıldığı gibi kıvırcık saçlıydı; Artist ise boyundan büyük artistlikler yapıp duruyordu ve boy meselesinden ötürü garibimi kimse siklemiyordu.. Aslına bakarsanız ben bizim bu Artist’e hafiften sempati duyuyordum.. Seksüel bir sempati değil tabii ki; sadece ben “ibneliği”mi gizleyebiliyorken, o “kısa boylu olma”yı gizleyemiyordu.. Sırf bu “gizleyemediği gerçeklik” yüzünden insanlar tarafından siklenmemesi bana koyuyordu.. ve düşünmeden duramıyordum; acaba “ibne olduğum” alnımda yazsaydı, onun kadar “artist” olabilir miydim?


İşte Artist’e duyduğum sempati bu “cesaret”inden ötürüydü.. “Boyu” kadar değil, “kalbi” kadar konuşuyordu çocuk.. Kıvırcık; bu “ikili”nin “boy”uydu.. Artist ise “kalbi”.. Peki ya Pan ile benim arkadaşlığım? Bende olmayan bir şey beni ona; O’nda olmayan bir şey ise onu bana yakınlaştırmıştı.. ve ben bu “şey”in ne olabileceği konusunda tek bir gün bile oturup düşünmemiştim.. Sanırım Pan ile beni “kardeş” yapan o “şey”; takıntılarımızın arasındaki “boy farkı”ydı.. Benim “kalbime” taktıklarım, Pan’ın takılsa takılsa “aklına” takılırdı; Pan’ın “kalbinde buldukları”ysa, benim sadece “aklım”dan geçiyordu.. ve bir de Pan’ın ufak sorunlarımızı, büyük dertler şeklinde anlatması; benim büyük dertlerimi, ufak sorunlara dönüştürüyordu.. Birbirimizin sorunlarını gördükçe kendi sorunlarımızı “küçümseyerek” her şeye “gülmeyi öğreniyorduk”.. Evet, evet; her ne zaman bunalsak, o “eski sonuçlar”ımıza “yepyeni nedenler” bulup, yine bir şey olmamışçasına “gülmeyi başarıyorduk”.. Artist ile Kıvırcık olmak; “Boy ile Kalbi” birleştirmekse; Pan ile Anıl olmak da “Ağız ile Kulağı” birleştirircesine “gülmek”ti.


O gece hep beraber yat yoklaması sonrasında, gece yarısı öncesi okuldan kaçmak üzere, anlaştık.. “Anlaştık” belki çok yanlış bir kelime; daha çok Efsane abi “karar verdi” ve biz minnak çekirgeler “onayladık” bunu.. Pan’la nasıl heyecanlıyız var ya; kendi sınıf arkadaşlarımızın ilki olacaktık, ve belki de bu “okuldan kaçma geleneği”nin sonuncuları.. Hayatımda ilk kez “ilk olmanın” keyfini çıkarıyordum. Tamamen yeni tişörtlerle ve yeni bir kotla “okul harici bir yerde boy gösterecektik”..


Saçma gelebilir belki ama hepimiz günün her anı “biri mi bakıyor ordan amk” modundayız bu günlerde; ki harbiden “birileri bizi sikik sikik izliyor” !! Bu hep böyle oldu abi! Gerek molalarda/teneffüslerde, gerek restaurantlarda yemek yerken veya kafelerde takılırken, ve hatta sokaklarda yürürken.. Bayramlarda mesela, “acaba gelen/giden ne düşünür” kaygısıyla alıyoruz o kıyafetleri; biz öyle düşünmesek bile “ailemiz” böyle görüyor olayı.. ve bu benim ilk kez “Kimse Beni Göremeyecek Yürüyüşü”m olacaktı.. Herkesten ve her türlü “acaba?” kaygısından uzak bir “kaçış”… Kim “tav” olmaz ki? Hadi ama yaaaa! Hemen her gün “Yaaaaa keş’ke beni farketmese…..” diye arşınladığımız o yolları, kaç kere gerçekten de “Kimselere görünmeden” arşınlayabildik ki? ve kimse sikimizde olmadan…


İşte benim elime geçen fırsat da tam olarak “bu”ydu.. ve ben bunu kaçırarak “kendime ihanet etmek” istemiyordum..


Ben, “Keşke yapmasaydım…” bir Anıl’ım; “Keşke yapsaydım…” bir Anıl değil.


Yaa bu arada Efsane Abi’nin ne kadar karizmatik olduğundan bahsetmiş miydim? ve de “turuncu” saçlarından? Kaslı ve hafif kıllı göğsünden de mi bahsetmedim? ya yeşiline ihanet edip “bal”a çalan o göz renginden? ve “Beyler gece içtikten sonra denize gireriz” dediğinde “Abi şortum yanımda değil” dediğimi, “Boşver oğlum lan ben de çıplak yüzücem zaten nolcak amk” diye kolunu omzuma attığını…


Offff var ya! Bu “Efsane” benim önüme de, arkama da çok yakışır..


Efsane Anıl…


Anıl Efsane…

Yorumlar