Bölüm 148

O geceden sonra dört gün boyunca kimse kimsenin yüzüne bakmadı.. Sebebi “yaşadıklarımız” değildi bu sefer.. Evlatlıklarımızın sınavı, bizim matematik belası ve de Efsane’nin sınavı aynı güne denk geliyordu.. Yumurta götümüze dayanmadan tam gaz çalışmak bize ters olduğundan böyle son dört günü neredeyse uyumadan ders çalışarak geçirdik..


Sınavlardan sonra bir gün daha okulda beklememizi söylediler.. Tüm sınavları açıklamadan kimseyi memleketine göndermek istememişlerdi.. ve Biz matematik sınavından sonra yeniden okuldan kaçmaya karar verdik.. “Hadiyin son kez hep beraber içelim” demişti Efsane.. Efsane’nin sınavı güzel geçmişti.. Sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim.. Onca göz göze gelip birbirimize göz kırpışlardan sonra ona veda etmek zorunda olmak koyuyordu.. İşin garibi “alışmıştım ilgiye”.. Düşünsene; çevrende sana bakıp gülümseyen, bir derdin olup olmadığını gün içinde en az beş kez soran, sana içki ısmarlayan ve denizde beraber yüzerken sarılan biri.. Efsane benim ilk “iyi alışkanlığım”dı..


Başlarda “Offf allaaaaam yeaa nooolur sevişeyim şunla” diye kıvranan ben; zamanla “varlığıyla tatmin olmaya” başlamıştım.. Dostluklarda “benzerliklerimiz” önemliyken, duygusal ilişkilerde durum tam tersiydi.. Efsane’yle birbirimize ne kadar “benzediğimiz” değil; ne kadar “benzemediğimiz” önemliydi benim için. Aynı şeylere ağlayan iki insan birbirine ne kadar destek olabilir ki? Efsane’yle bende de durum böyleydi; benzemediğimiz yönler yaklaştırıyordu bizi birbirimize..


“Farklılık zenginliktir” diyorlar; hayır abi! “Farkındalık zenginliktir”.. ve ben Efsane’nin ilgisinin “farkındaydım”.. Farklılıklarımızsa; zenginliğimiz değil “tamamlayıcı”larımızdı.. Zenginlik; “fazla”dan sahip olunan şeylerin tanımıydı.. Bizim farklılıklarımız “fazla” değil, “kıvamında”ydı.


Matematik sınavından sonra akşamüstü sularında Keş mesaj attı.. İki haftadan fazla süren sessizlikten sonra bana yazdığı ilk şey “Pşşşşt”di.. Ne yanıt vereceğimi bilemediğimden sadece üç tane soru işareti gönderdim; “? ? ?”.. Üç tane kocaman soru işareti..


Anında yanıt yazmıştı “Nasıl geçti?” diye.. “Senin kadar yetenekli olmasınlar ama bu piçler de sağlam geçiriyor.” yazdım.. Telefona bakarken o an Keş’in mesajımı okuyup güldüğünü hayal ediyordum.. ama öyle olmamıştı.. Yaptığım şakanın bokunu çıkarmak yerine “Harbi o kadar kötü mü ya :/“ yazmıştı.. “Siktiler abi işte.” yazıp yolladım.. Matematikteki başarısızlığımın yasını tutmak istiyordum; içmek ve benimle aynı duyguyu paylaşan insanlarla dertleşmek.. O yüzden Keş, o an, konuşmak istediğim son kişiydi.. Bir de abi ne gereği var “acını paylaşıyorum, kıyamam” dedirtmeye.. Siktirsin gitsin tatil yapsın piç!


Zaman zaman hepimiz “kolay” ile “doğru” arasında bir seçim yapmak zorunda kalıyoruz.. İşte ben çoğu zaman “kolay”ı seçenlerdenim.. Efsane’nin yanında olmak “kolay”dı; üzüntümü Keş’le paylaşmamak da “kolay”dı.. ve anladım ki her “kolay” olan, hep “yanlış” değildi.. Bazı “doğru”lar bir çok “kolay”dan geçiyordu.. ve çoğu zaman “yanlış”tan geçse de “doğru”ya inat “zor”u seçer insan.. Belki de yanlış olan seçimlerimiz değil, bizleriz..


Ne güzel de kafam karışmış değil mi? Bir tarafta bana “yanlış” yapanın “doğru” olduğunu savunan duygularım; diğer yandaysa bana “doğru” gelenin “yanlış” zamanı seçtiğini söyleyen aklım… Hayat bir imtihandır diyorlar ya; siktirsinler ordan! Hangi imtihanda bir “yanlış” tüm “doğruları” götürür? ve “kime göre?”; “neye göre?” gibi tatlı sorular varken bize “şu, bu, o; çok yanlış” demek kimin haddine?


Ergenliğini seven nadir insanlardanımdır.. Bir an alayına duygusal bir modda buhran geçiren ben, bir an sonrasında “amaaaaaan sikerim yeaaa” diyerek, “bir an öncesinde düşündüklerim hiç aklımdan geçmemişçesine” yoluma devam edebiliyordum.. “İç hesaplaşmalar candır!”; candır tabii “hesap bana kalmadığı sürece”..


Efsane’yle beraber yine ve son kez aynı yere oturduğumuzda “gece sustu”; “biz başladık”.. “Yanyana oturup bira içmeyi, beraber denize girmeyi; her bunaldığımda beni gecenin bir vakti de olsa üşenmeden dışarı çıkarışlarını çok ama çok özleyeceğim be adam!”


Pan, ben, Efes, Kıvırcık, Artist.. Birbirimize saniye başı “Olmadı matematik de tek ders sınavına kalsın yeaaaa” deyip duruyorduk.. Sınav o kadar kötü geçti ki aramızdan biri bile “şurdan şu kadar puan gelse, burdan bu kadar…”vs. benzeri hayaller kuramıyordu.. İkinci biradan sonra ders muhabbetinden çektim kendimi.. “Abi sizin sınavınız nasıl geçti?” diye sordum Efsane’ye.. Saçlarımı karıştırarak “İyiydi yaa, sonunda geçiyorum.. Hoca da söyledi zaten geçireceğini..” dedi gülümseyerek.. “Hadi yaa” dedim istemeden.. “Ne o lan! Kalsam sevinecek gibisin..” diyerek burnumu sıktı.. “Yok.. Senin gitmene üzülmüyorum, ben kendi kalışıma üzülüyorum..” dedim başımı eğerek. “Anlaşıldı.. Bir kaç bira daha?” diyerek ayağa kalktı.. “Olsa da sıvazlasak.” dedim gülerek..


Birden “Ne?!” diyerek döndü bana.. Arkama dönüp Pan’ların bize bakıp bakmadığını kontrol ettim ve “Olsada sıvazlasak diyorum” diye fısıldadım.. “Sen var ya sen çok tehlikelisin” dedi gülerek ve arkasını dönüp bakkala doğru yürümeye başladı.. Üçüncü birayı dördüncüye bir sigarayla bağlarken hala gülüyordum.. Geri döndüğünde “Al bakalım sıvazla” diyerek efes-extra’yı kucağıma koydu.. “Abi naptın! Ben dark içiyorum, bu beni mahveder..” dedim.. “Merak etme ben seni tutarım” dedi ve “Hadi fondiple elindekiyi de extra’ya başlayalım” diyerek kucağıma koyduğu birayı açtı.. Dark birayı fondipledikten sonra “Bu extraları neye içiyoruz?” diye sordum.. “İkişer tane gelmişimize, ikişer tane de geçmişimize” diyerek güldü..


Şu alkolü icat edenden Allah razı olsun; her söz özel, her yüz güzeldi içtikçe.. ve Efsane.. Efsane içince daha da bir efsaneydi..

Yorumlar