Bölüm 146

Pan, Artist ve Efes Kimya sınavından da çıkmışlardı.. Geriye bir tek Matematik sınavı kalıyordu ki o da 4 gün sonraydı.. ve yine sınavları çok iyi geçmişti.. O yüzden dedik ki biz yeniden okuldan kaçalım ve kutlayalım bunu! Hem ne demiştik “Bokunu çıkarırcasına tadını çıkarıyoruz hayatın”. Yine grup sözcüsü olarak Efsane Abi’nin yanına ben gönderildim..


Bu sefer Efsane Abi de ders çalışıyordu; Atom Karınca’nın odasının tam karşısındaki kısımlardan en köşede olanına tek başına oturmuş dalgın dalgın kitabına göz gezdirirken buldum onu.. Kısmın kapısını çalıp “Müsait misiniz Abi?” diye sordum.. Başını kaldırıp “Haa sen miydin Anıl; gelsene..” dedi sıkkın sıkkın.. Yanındaki sandalyeyi çekmişti oturmam için.. Oturdum itiraz etmeden ve “Ne çalışıyordunuz Abi?” diye sordum masum masum.. “Siktiret yaa, kolay konular… Yaz boyunca çalıştım zaten mezun olabilmek için; öylesine göz gezdiriyordum sıkıntıdan..” dedi.. Oturduğum yerde huzursuzca kıpırdanıyordum saf saf.. “Noldu lan ne dicen yine?” diye sordu gülerek.. O gülerken “içimdeki ibne” bakakaldı yine.. Gülmek erkeklere, erkeklerden ziyade insanlara çok yakışıyordu; o çirkin deyip durduğumuz insanlar bile gülerken çok güzeller.. O gülerken ben de sırıta sırıta böyle bakmaya devam ediyordum.. “E söylesene oğlum ne sırıtıyon” dedi birden.. “Abi biz, yani mümkünse biz yine dışarı çıkmak istiyoruz.. Biliyorsunuz kimya…..” derken sözümü keserek “Tamam anlaşıldı” deyip oturduğu yerde gerindi ve yine gülümsedi.. “Efendim?” dedim sorar gibi o gülümserken.. “Efendini sikiiim senin amk tamam lan çıkarız akşama; denize de gireriz yine ayılmak için sabaha karşı.. Hadi şimdi ben biraz şu konulara bakayım..” dedi yine aynı gülümsemeyle..


Efsane’yi o kısımda ders çalışırken bırakıp gülümseyerek çıktım koridora.. Koridor’a çıkar çıkmaz Atom Karınca “Anıl buraya gel” diye seslendi.. “Buyrun Efendim” diyerek yanına gittim, ama görseniz beni “saygı paçalarımdan akıyor”.. Hele geçen gün yediğim o iki tokattan sonra ben kiiiiim Atom Karınca’ya saygısızlık etmek kim.. “Hmmm, napıyordun orda!?” diye sordu gözlerini gözlerime dikerek.. “Bir şey yapmıyordum efendim” dedim.. “Kim var orda?” diye sordu.. “Efsane Abi ders çalışıyor içerde..” dedim.. “Senin ne işin var onunla?” diye sordu..


Efsane Abi’ye boşuna “efsane” denmiyordu.. Okuldan kaçıp durduğu herkes tarafından biliniyordu ama kimse tarafından yakalanamıyordu.. Efsane’nin yanında çok sık dolaşır olduğum da idarenin gözünden kaçmamış demekki.. “Arkadaşıma bakıyordum, ama orada olmadığını görünce kantine bakmaya karar verdim..” dedim mıymıy bi’ tonda.. “İyi bakalım” dedi Atom Karınca derin bir nefes vererek.. “Arkadaşına bakmadan önce falanca öğrenciyi bul getir bana..” diye de ekledi.. “Emredersiniz. Fakat nereden başlayayım aramaya?” diye sordum.. “Ben senin üstünü başını aramaya karar vermeden kaybol!” dedi birden parlayarak.. “Emredersiniz” deyip başımla selam verdim ve arkamı dönüp bir üst kata doğru koşmak üzere iki adım attım ki “Şaaaaaaaaaaak” diye bir ses patladı sırtımda.. Ardından da o keskin yanma hissi.. Atom Karınca hala geçen günün sinirini üzerinden atamamış olmalıydı.. Koşuyorum ama nasıl koşmak var ya gözümden yaş geliyor sırtıma yediğim o “Osmanlı şamarı”ndan dolayı.. Üst kattan üç öğrenci koşarak merdivenlere geldi.. “Oğlum noldu lan öyle” diye bana soruyorlardı.. “Atom Karınca sırtımı sıvazladı” dedim dişlerimi sıkarak.. Pan’la Artist de merdivenlere koşmuştu sesi duyunca..


Pan, Artist, Efes ve ben doğruca tuvalete girdik ve gömleğimi çıkarttım üzerimden.. İlk kez dayak yemiyordum elbet ama bu başka bir şeydi.. Normalde böyle olaylara ağzını ayıra ayıra gülen Pan bile sırtıma soğuk suyla ıslattığı peçeteleri basıyordu.. Atom Karınca’nın vurduğu yerde mosmor bir el izi vardı.. ve alabildiğine kabarmış şekilde.. Pan ıslak peçeteyle sırtımdaki o yeri soğutmaya çalışırken bir yandan da “Offfffff, offf amk offf napmış böyle amk” çekip duruyordu.. Alt kattan Atom Karınca’nın sesini duyduk “Anııııııııııl! O öğrenci beş dakikaya odamda olmazsa devamı gelecek!” diye bağırıyordu.. Üstümü başımı giyinip çarçabuk fırladım tuvaletlerden ve bizimkilere “Koğuşlarda buluşalım” diyerek cebimdeki sigara-çakmak vs bulundurmamız yasak olan ne varsa verdim..


Beş dakika sonrasında kan ter içinde yanımda o öğrenciyle beraber yine Atom Karınca’nın karşısındaydım.. Bu sefer başımı alabildiğine dik tutarak gözlerine gözlerine bakıyordum.. Bu düzenin bir diğer saçmalığı da buydu.. İki altın kuralımız vardı:


1- “Üst” her zaman haklıdır.


2- “Üst”ünün haksız olduğu durumlarda birinci kural geçerlidir.


Dolayısıyla gelmişine geçmişine sövmek bir yana “Neden bunu yaptınız ki?” diye bile sormaya hakkım yoktu.. Gözlerimi gözlerine dikmiş bir şekilde sessizce beklemeye başladım.. Ardından yüzüme baktı ve “Çekilebilirsin.” dedi sakince.. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan baş selamı verip döndüm çıktım odadan.. Doğruca ikinci kat tuvaletlerine gidip ortadaki kabine girdim ve kapıyı kilitleyerek, taharet musluğunu açıp, duvara yaslandım.. Duvarın serinliği sırtıma “yediğim” şamarın acısına iyi gelmişti; peki ya kendime “yediremediklerim”e iyi gelebilecek bir şey var mı?


Duvardan sırtımı ayırmadan çömeldim ve ellerimle yüzümü kapatıp ağlamaya başladım.. İnsan neden yüzünü saklar ağlarken? Zayıflığımızı kimse görmesin, bizi herkes “güçlü” bilsin diye saklıyorduk belki yüzümüzü… Peki niye yalnızken de kapatıyordum ki yüzümü; neden “başım dik” bir şekilde ağlayamıyordum.. İç çeke çeke ağlarken o kabinde yine bir yanıt buldum kendime.. “Benim korktuğum başkasının beni güçsüz görmesi değildi. Kaçtığım şey; kendi zayıflıklarımı kabullenmek..” Uzuuuun uzadıya bir ağlama krizi değildi bu; beş dakika, bilemedin on dakika sürdü sürmedi.. Gözlerimi sildim ve elimle yelleyerek kirpiklerimin kurumasını bekledim.. Ardından o kabinden yine “ben” olarak çıktım; arkadaşlarımın beni tanıdıkları “ben”..


Yüzümü bir kaç defa yıkadıktan sonra biraz su içtim ve aynaya baktım.. Evet, evet gözlerim kırmızı değildi.. Ardından koğuşlara giderek bizimkilere katıldım ve yine en iyi bildiğim şeyi yapmaya başladım.. “-mış gibi davranmak”.. Bizimkilere gülümseyerek “Offf lan hala sırtım yanıyor haa sağlam vurdu piç” dedim.. Artist “Sorma lan üst kattan duyduk” diyerek güldü.. Efes “Lan oğlum yılın tokadıydı lan” dedi gülerken.. “Deme öyle la, yediğim diğer iki tokadın da hakkını vermek lazım” dedim sırıtarak.. Pan yorum yapmamıştı.. Sadece “Geçmiş olsun” dedi hafif gülümseyerek.. “Gel beraber olsun” dedim gülerek..


Akşam yat yoklamasından sonra hazırlıklarımızı yapıp gece yarısını beklemeye başladık.. “Neden her defasında gece yarısını bekliyorsunuz ki?” diye sorarsanız; tabii ki balkabağına dönüşmeyecekti arabalarımız, gece yarısında nöbet değişimi oluyordu.. Bu nöbet değişimlerinde de etraf hareketli olduğundan yakayı ele verme riskimiz büyük.. O yüzden dolayı bekliyorduk ki eski nöbetçiler gitsin ve yenileri başlasın nöbete.. Nöbet değişiminin hemen ardından ortalık çok sakin olurdu; çünkü o yarım saatlik dilimde ne bir teftiş, ne de kontrol yapılır.. Tabii yaa ne sandın! Organize işler bunlar..


Gece yarısını beklerken evlatlıklarımızın yanına uğradım.. Kafa kafaya vermişler ingilizce çalışıyorlardı etüt odasında.. “Nasıl gidiyor lan?” diye sorarak kavradım enselerinden.. “İyi gidiyor abi..” diyerek gülmeye başladı Velet yine benim her zaman yaptığım gibi.. “Aferin sana.. Ya senin nasıl gidiyor lan?” diye sordum Tıfıl’a.. “Abi çok kafam karışıyor şu tense’lerde….” diyerek of’ladı.. Gülümseyerek “Kayın bakalım kenara” diyerek bir sandalye çektim aralarına.. Tıfıl’ın önündeki karalama defterini alıp temiz bir sayfa açarak tüm tense’lerle ilgili bir harita çizdim.. O harita üzerinde stabilo kalemlerle farklı noktalar işaretleyip, oklarla “Bak sen şu yeşil noktadayken bu tense’i; mavideyken şunu, kırmızıdayken bunu…” diyerek sırasıyla bütün tense’ler için örnek birer cümle yazıp anlattım.. Tıfıl da Pan gibi bayılıyordu “HaaaaAAaaaa şimdi anladım” demeye.. Yarım saat sonrasında Pan geldi etüt odasına “Pşşşt Anıl! Oğlum gel bi tütek lan” diyerek.. “Hadi bu gece buna bakarak çalışın, yarın anlamamış olursanız başka şekilde deneriz” deyip ikisinin de saçlarını elimle karıştırarak ayağa kalktım.. Alt tarafı bu ikisiyle aramda “bir yaş” vardı ama bu şekilde abilik taslamak bana kendimi iyi hissettiriyordu..


Pan tuvalette “Oğlum ne uğraştın la elemanlarla.. Onlar geçip sen kalırsan çok pis gülerim” diyerek sırıta sırıta yaktı sigarasını.. “Sikicem amk aklın fikrin kalmakta la; belli mi olur belki hepimiz geçeriz” dedim gülerek.. Biz böyle tuvalette sigara içerken Efsane Abi geldi “Hadiyin gidiyor muyuz?” diyerek..


Çalılar arkasında sine sine çıktık yine dışarı.. Sahile doğru yürürken içimden “Bugünleri özleyeceğim…” diye geçiriyordum.. Tekel büfesindeki adam bizi görünce gülmeye başladı “İyi alıştınız gençler” diyerek.. “Sorma abi yaa” diye diye yüklendik nevalelerimizi.. Yine aynı şekilde bizim kimyazedeler bankta yerlerini alırken; Efsane Abi’yle ben de deniz kenarına yerleştim..


Efsane’yle “aynı” şehrin ışıklarına bakarak, “farklı” hayallere daldık.. O benim “sol yanım”dı; ben onun “sağ kol”u..


Sigara… Bira.. İzmir.


Bir nefeslik “hayat” ve bir yudumluk “hayal”..


Şehrin ışıkları… Körfezin karanlığı.. Efsane’nin sıcaklığı.


“Hadi ama bu kadar yavaş içersen üşürsün yine denize girdiğimizde” diyerek attı kolunu omzuma.. “Sanırım beş tane yetmeyecek abi” diyerek fondipledim elimdeki kutuyu.. “Dur o zaman ben üçer tane daha alayım” dedi.. “Sarhoş olup boğulmayalım abi” dedim gülerek.. “Yok lan merak etme, ben göz kulak olurum sana” diyerek eliyle saçlarımı karıştırıp kalktı ayağa.. Arkasından bakarken hala gülümsüyordum..


Pan, diğerleriyle arkada kimya sınavını tartışıyordu; “Hayır lan yarrak kafalılar, siz yanlış biliyorsunuz o böyle olacaktı; nah öyle!” diye.. Dikkatlerinin bizim üzerimizde olmamasına sevinerek bakkaldan çıkan Efsane’ye gülümsedim.. Elindeki poşetleri sallayarak göz kırptı bana.

Yorumlar