Kendi yatakhaneme girdiğimde yüzüm gülüyordu.. ET’yle Bebe; ET’nin yatağa oturmuş hala aynı dergiyi inceliyordu.. “Hayırdır yüzün gülüyor?” diye sordu Bebe gülümseyerek; “Gülmesin mi?” deyip yanlarına oturdum.. Az önce kabinde olanlar o kadar hoşuma gitmişti ki, bir daha yapasım vardı.. Yedikçe yiyesi geliyor insanın!
ET’nin yatağında hep beraber fısır fısır komik bulduğumuz cümleleri sesli okuyup gülerken, sol köşedeki ranzanın altından Çak seslendi “Pşşt Anıl bi baksana abi?” diye.. “Söyle?” diyerek sol arkaya doğru döndüm yatakta.. “Gelsene az..” dedi.. Yerimden kalkıp onun yatağına oturdum “Ne oldu la?” diyerek.. Çak dediğim çocuk doğuştan bronz tenli ve yeşil gözlüydü.. Şahsen yeşil gözlü insanları hep “çiyan” olarak nitelendirsem de Çak’ın yeşili rahatsızlıktan çok huzur veren bir yeşildi.. Boyu 174cm civarında, kumral saçlı, değişik bir çocuktu.. En yakın arkadaşı Kurt’tu; ikisi de benim kısmımdan olduğundan aynı yatakhaneyi paylaşıyorduk.. Kurt sarışındı, “kumralına güneş vurmuş” bir sarışınlıktı onunki.. Gözleri buz mavisiydi; bildiğin Kurt mavisi.. Anlayacağınız koca okuldaki bir kaç “zeytin” gözlüden biriydim.. Arkadaşlarımı renkli gözlü oldukları için kıskanıyor muydum? Asla!!!!! Kıskanmaktan öte, boğasım geliyordu piçleri… Ne bileyim, en azından kahverengi olsaydı gözlerim böyle güneşe çıktıkça sarıya çalan bir kahverengi… Çak’a “Çak” deme sebebime gelirsek; her ne zaman bir espri yapsa veya her ne zaman biri bir espri yapsa hemen “çak çak çak çak, bu çok bombaydı” diyerek tek el havada “çak” yaparak kutlardı bunu.. ve o her “çak çak çak çak” dediğinde, espri komik olmasa da yarılırdık sebepsiz..
Ben Çak’ın yatağına oturduğumda; Kurt, üst ranzadan kafasını uzatarak Çak’a “Haa o mesele mi?” diye sordu.. İçimden “Acaba tuvalette bizi mi duydular amk!” diye telaşlanarak gittikçe artan bir merakla bakmaya başladım ikisine.. Çak “Yaa kusura bakma geçen gün Kargaburun öyle piçlik yaparken senin yanında olacağımıza oturduk aptal aptal taşak geçtik.. Sonra düşündük de.. Yani aynı durumda biz olsak kavga çıkarırdık.. Yani hoşgördüğün için sağol.. Sadece özür dilemek için seslendim sana…” deyip dudak büktü.. “Hoşgördüğümü kim söyledi ki” deyip gülümsedim… “Valla oğlum yaa, cidden özür dileriz” dedi Kurt üst ranzadan iyice eğilerek.. “Abi.. Tamam sağolun ama, herkesin içinde taşak geçiyorsunuz.. ama konu özür dilemek olunca, bunu kimse duymadan halletmeye çalışıyorsunuz.. Dilediniz tamam çok güzel.. ama cidden sikimde değilsiniz..” deyip omuzlarımı silkerek kalktım ordan.. ET’nin ranzaya doğru yürürken “Şşşt, oğlum lan bak ayıp ediyon, şşşt, baksana bi buraya…..” deyip duruyorlardı hala..
İnsanları anlayamıyorum.. Sınıfta kalsaydım bu şekilde utanmadan özür dileyebilirler miydi? ya da özür dileyebilecekleri kadar yakınlarına uğrar mıydım bir daha…. Onlara bu fırsatı yaratır mıydım?
ET “Noldu abi niye çağırmışlar?” diye sorunca “Özür dilemek için..” dedim sıkkın sıkkın.. “Ben sana demiştim, bak pişman oluyorlar yavaş yavaş.. Eeee sen ne dedin?” diye sordu.. “Sikimde olmadıklarını.” diyerek gülmeye başladım.. Bebe’yle beraber sessiz güleceğiz diye yorganı ısırıyorduk.. ET “Hmmm” diyerek rüyalar alemine daldı yine.. “Ne hmmmm’ı lan; o akşam yaptıkları götlüğün özürü olamaz..” diyerek kafasına vurup kucağındaki dergiyi çekip aldım.. “Versene oğlum, hep beraber bakalım işte” diyerek dergiyi geri almak isteyince “Biraz da benim kucağımda olsun, iki saattir senin sikine doğru eğilmekten ensem tutuldu!” diyerek sarıldım dergiye.. ET haykırarak gülmeye başlayınca iki üç kişi “Amınıza koycam haaa uyumaya çalışıyos burda!” diye çıkıntılık yaptı.. Üç salak birbirimize şu hastanelerdeki hemşire portreleri edasıyla “Şşşşşt” yaptık ve ET’nin kafasına bağladığı el fenerinin ışığıyla dergiyi okumaya geri döndük..
Dergide okunabilecek tek satır kalmadığını anladığımızda saat 1’e geliyordu.. “Hadiyin beyler bi sigara içelim de yatalım ufaktan..” diyerek yerimden kalktım.. İkisi de yüzüme bön bön bakıyordu.. “Off lafın gelişi içelim dedik amk.. Siz sigara içmeyin, su için.. Hatta su da içmeyin, geberin amk” diye gülerek dolabımdan bi tek sigara alıp tuvalete geçtim.. Son kabinin önüne geldiğimde, kabinlerle pisuvarlar arasındaki duvara yaslanıp yaktım sigarayı.. Daha ikinci nefesteyken Kurt girdi tuvalete.. Pisuvara belli bir mesafeden atış yaptığından, neyi var neyi yok görüyordum.. “Bu çocuk en son ne zaman etek traşı oldu acaba? ve o maden.. O madeni nerede büyüttü öyle amk!” diye iç geçirerek fel fecir bakıyordum oraya.. Derken madenini bir kaç kere sallayıp donunu topladı ve yanıma gelerek “Bi fırt alabilir miyim?” diye sordu..
Allah’ı var o an “fırt”lamasını değil “fort”lamasını istiyordum.. “Al ama ıslatma filtreyi..” diyerek uzattım sigarayı.. İki gözünü de kapatarak bir nefes çekti ve sigarayı bana geri uzattı.. “Bu neydi şimdi abi?” dedim gülerek.. “Barış çubuğu tüttürüyoz oğlum işte” diyerek öksürmeye başladı.. “Sigaramı mundar etmeden de deneyebilirsin bunu” dedim sırtına vurarak.. “Olsun.. Paylaşmak daha güzel. Hadi sağolasın” diyerek çıktı tuvaletten.. Kurt’lu hayallerle kaşınan MiğferDibi’m, o az önce gördüklerime hasret; arkasından bakakaldım..
Su içip yatağıma uzandığımda bildiğin heyecandan kuduruyordum.. Çak “Pşşşt” diye seslendi üç yatak öteden.. “Hııııı” dedim uyumak üzereymişim gibi.. “Gelsene oğlum az muhabbet edek?” diye fısıldadı.. “Yok abi, geç oldu.. Uykum var zaten.. Sizin gibi tatilden yeni dönmedim ben.. Hadi iyi geceler” diyerek yastığıma gömüldüm.. “İyi geceler..” diye fısıldadı oflayarak..
Saatler sustu, hayaller konuştu.. Olası, olması, olmaması.. Hadi bir cesaret be oğlum!
Bazen uyumak kadar zoru yok; bilmem, büyük ihtimal ne’ye uyanacağını bilememekten kapanmıyor o gözler.. Uyandığım “gün”; uyuduğum “gece”yi özletmez umarım.. ya da boşver yaa.