Bölüm 140

Saat gece yarısına yaklaştığında eşofmanlarımızı çıkarıp okul içinde kullandığımız günlük üniformalarımızı giydik.. En önde Efsane Abi, arkasında Kıvırcık ve Kıvırcık’tan sonra Artist, Artist’in arkasında Pan ve en arkada ben.. Hepimizin arasında yaklaşık 10’ar metre mesafe vardı, hem ne demiştik “Kargalar sürüyle, kartallar tek uçar.”. Efsane abi en önden Kıvırcık’a “Tamam gelin gelin” işareti yaptıkça, o işareti sırayla birbirimize ileterek ilerliyorduk..Ben de en arkadan gelerek grubun bir nevi götünü kolluyordum.. Tamam heyecan verici diye atladık olaya ama yakalanırsak ucunda “disiplin kurulu”na çıkmak vardı.. Öğrenciler arasında biz bu disiplin kurulu mevzusuna “disko” diyorduk kısaca; ve benim Disko’ya çıkmam demek, “Tekirdağ’a ilk otobüsle geri gönderilmem” demekti..


“Firar etme”nin bu denli riskli olması mı yoksa “Dışardaki hayat” mı beni cezbetti bilmiyorum ama, o taş bahçenin altındaki tünellerden sinsi sinsi okul revirinin oraya doğru koştururken çoktan “Benim burda ne işim var, ne gereği var bu kadar saçma bir risk almanın…” moduna girmiştim.. Etrafta ölüm sessizliği vardı.. Bir kaç çekirgenin ötüşüyle bir anda irkildim.. Revirin sol tarafındaki çalıların arkasına gizlenerek “Sıradaki hamlemiz ne olacak” konusunda konuşmak için mola vermiştik.. Pan’ın koluna belli belirsiz dürterek kaş göz hareketleriyle “Yapmasak daha iyi sanki” demeye çalıştım.. Pan omzumdan tutup yine kaş göz yaparak yanıtladı “Şimdi mi söylüyorsun amk” der gibi.. “Napiim la mal!” bakışı attım keskin bir hareketle.. Pan “Hadi hadi, caymak yok” der gibi ısrarlı bir şekilde dudak bükünce, “Tamam madem” der gibi derin bir nefes verdim.. Bu sırada Efsane Abi 20 metre ötedeki çalıların arkasına sıvışmış bize el kol işaretleri yapıyordu.. Çaresiz takip ettik, sonuçta bu işin erbabı oydu ve o ne derse o olacaktı.. Revirin sol tarafından okulun önündeki Kekik Fabrikası’nın arka tarafından geçen o koşu parkuruna geldiğimizde her yer gün gibi turuncuydu.. Bu nokta olası “firar”ları engellemek amacıyla ekstra aydınlatılmıştı.. O yüzden çalıların arkasına gizlene gizlene ilerliyorduk.. Kekik Fabrikası’nın tam arkasındaki tepede bir nöbetçi kulesi bulunuyordu.. Bu kule 7/24 nöbetçisi olmasından ziyade “panoramik güvenlik kamerası” bulundurmasıyla da tehlike arzediyordu.. Tehlike arzetmek az kalır, ödümüzü koparıyordu!


Kekik Fabrikası’yla bizim okulu ayıran tellerin dibinden bir koşu parkuru geçiyordu.. Koşu parkuru diyorum ama bizim bu parkur daha çok, bir arabanın geçmesine zar zor yetebilecek genişlikteki, o “toprak köy yolu”nu andırıyordu.. Parkurun sol tarafını fabrikadan ayıran teller iki insan boyundaydı, gözümü korkutan o tellere tırmanmak değildi ama bir de tepede sarmal şekilde uzanan jilet gibi keskin dikenli teller vardı.. İçimden “Bir kaç bira için değer mi amk” diye sayıklamaya başlamıştım bile.. Parkurun sağ tarafından başlayan çalılar ise tepenin eteklerinden nöbetçi kulesine kadar uzanarak bizi gözlerden uzak tutmak için harika bir kalkan oluşturuyordu.. Parkurla aramızda sadece bir öbek çalılık vardı.. Ellerimizdeki siyah poşetlerden dışarıda giyeceğimiz kıyafetleri çıkarıp üstümüzü değiştirmeye başladık.. Efsane Abi’yi, o saçları kadar turuncu ışığın altında sadece iç çamaşırıyla görünce “Bir kaç bira için değil bu firar” dedim kendime.. İçim içimi yiyordu, Bu Efsane mezun olmadan önce mutlaka bir boklar yaşamalıydım.. Hayır ama cidden! Yani oral ya da analdan bahsetmiyorum bile, “elime verse yeter” modundaydım..


Sivil kıyafetlerimizi giyindikten sonra “Abi bu telleri nasıl aşıcaz” diye fısıldadım Efsane’ye.. Bana dönüp o “ballı gözler”iyle gözlerime bakarak elini omzuma attı ve “Merak etme, bana güven” diyerek gülümsedi.. Bu “Merak etme, bana güven”i biri bana yatakta söylese bu kadar coşturamazdı libidomu.. Hem bu hayatta kaç kere bir “Efsane”ye rastlama şansı olur ki insanın.. “Peki” dedim gülümseyerek ama öyle bir “peki” deyişti ki bu; ilkokul kızlarının “kikikikikiki” tınısındaydı.. Der demez de kendimden utandım ve saçma düşünceleri de okul kıyafetlerimle birlikte kara poşetime koyup Efsane’yi takip etmeye başladım.. Çömelerek tellerin dibine geldiğimizde Efsane telleri tek eliyle kaldırıp “Sana demiştim, burayı kesmek bir haftamı aldı ama çok kullanışlı” diyerek gülümsedi.. Tellerde açtığı gedikten geçer geçmez kendimi Kekik Fabrikası’na bakarken buldum; “kuş bakışı” bakarken! “Abi napcaz burası çok yüksek!?” diye fısıldayarak Efsane’ye döndüm.. “Ellerinle sarkıt kendini duvardan ve bırak aşağı.. Çok ses çıkarmadan düşmeye çalış, yakalanırız yoksa” diye fısıldadı bana..


Yüzme havuzundaki 3 metrelik kuleden bile havuza atlarken “yaaallaaaaahbismillaaaaaaa” diye çığlık atan bir Anıl’ım ben.. 5 metrelik kuleden o havuza atlarkense “çığlık bile atamıyordum”.. 3 metrelik bir duvardan kendimi fabrikanın “beton” zeminine “sessizce” salmamı bekleyen bu Efsane’ye nasıl sövsem de sakinleşsem bilemedim.. “Anıııl, abim bak hadi acele et” diyerek omzuma dokundu ve gözlerime baktı.. Öyle güzel ve öyle tatlı tatlı baktı ki “Geber!” dese “Hayhay^^” derdim.. Duvardan aşağı kendimi sarkıttım ve o şekilde asılı kaldım.. Okuldan kaçmaya cesaretim var tamam da bu demek değil ki duvardan atlamaya da cesaretim olacak.. Ben o şekilde yarasa gibi asılı beklerken duvarda; hepsi birer birer sırayla saldılar kendilerini duvardan aşağı.. Efsane’nin sesi geliyordu aşağıdan “Kıvırcık, abicim bak şimdi yavaş yavaş sanki fabrikada nöbetçiymişin gibi şu karanlığın oraya kadar ellerin ceplerinde yürü” diye.. Efsane sırayla hepsini gönderdikten sonra bana doğru “Korkma, ben aşağıdayım, tam senin hizanda.. Düşmeni engelleyemem ama en azından yavaşlatırım” diye fısıldadı.. “Abi valla yapamıcam ben kendimi yukarı çekip geri döneyim” dedim çaresizce.. “Denize girmeden mi?” dedi fısıldayarak.. Bir anda öylesine sertleştim ki ellerimi bıraksam “madenim”le asılı kalırdım o duvarda.. “Tamam o zaman abi, üç deyince bırakıyorum ama tut allasen beni” diye fısıldadım.. “Hadi bir-kiiiiii-üç!” dedi aşağıdan..


Beni tam olarak havada yakalayamamıştı ama yere düşmeme engel olmak için, ayaklarım yeri bulur bulmaz, sarılmıştı.. Bir kaç saniye o şekilde kalakaldım.. Yüzüm duvara dönük, arkamda Efsane ve sağım solum beni saran o kaslı kolları.. Bir anda üstümü başımı düzeltme bahanesiyle madenimi pantolonumda sağa doğru yatırdım ve Efsane’ye doğru dönüp “Sağol abi, ilk hangimiz yürüyecek?” diye sordum fabrikanın içini göstererek.. “Ne zaman ihtiyacın olursa..” dedi gülümseyerek ve ekledi “Neden beraber yürümüyoruz lan” diye..


O an Efsane’nin kastettiği “beraber yürümek”le ile benim anladığım “beraber yürümek” arasındaki fark “kaç cm” çok merak ediyordum.. İnsanların istediklerini, istedikleri gibi, istedikleri zaman “söylemeleri”nin hoş karşılandığı bir düzende; istediğimi, istediğim zaman, istediğim gibi “anlamamı” da hoş karşılayabilirler mi? İnanın sikimde bile değil! O an “tahrik olmak” hoşuma gidiyordu ve ben anlamak istediğimi, anlamak istediğim gibi anladım.


“Sen öyle diyorsan..” diyerek gülümsedim Efsane’ye.. Enseme hafiften vurarak “Az piç değilsin!” deyip gülümsedi..


Diğerlerinin yanına vardığımızda Pan stresten yerinde duramıyordu.. “Senin yüzünden yakalanıcaz amk! Nerdesin oğlum, siktimini 3 metresi lan ölmezsin!” diyerek bana doğru yürümeye başladı.. Efsane Abi Pan’ı göğsünden hafif ittirerek “Yavaş ol bakalım, bazen kimin ast kimin üst olduğunu unutuyorsunuz” dedi ve “Hadiyin şu fabrika nöbetçisine bir uğrayalım bakalım dönüşte kim olacak nöbette, bi sorun çıkmasın” deyip önden yürüdü..


Kimin ast-üst olduğunu unutabilirim ama kimin alt-üst olduğunu çok iyi anlayabilirim.. ve kimse benim, kardeşimle arama, bu şekilde giremez!


“İyi de abi, size karşı bir saygısızlığı mı oldu ki Pan’ın” diye sordum Efsane’ye.. “Yok, bana karşı değil.. Asıl sorun, benim olduğum yerde sesini bu kadar yükseltmesi!” dedi Efsane sinirle.. “Sesini, sizin olduğunuz yerde, size karşı mı yükseltti ki abi?” diye sordum en sakin ses tonumla.. “Yooo, hele bi yükseltsin bana karşı!” dedi yine sinirli bir şekilde.. “Hele bi yükseltsin de ondan sonra konuşuruz, haksızlık yapıyorsunuz; sonuçta bu onunla benim aramdaydı ve sizlik bir saygı/saygısızlık durumu yoktu..” dedim..


Hiyerarşinin nimetleri… Bu nimetlerin keyfini süren onlarca öğrencinin aksine Efsane bir anda geriye dönerek Pan’a “Özür dilerim kardeşim, bir anda gerildim ama seninle alakası yoktu.. Yarım saattir okul içinde saklana saklana yürümek deli etti beni.” dedi.. İşte Efsane’yi benim gözümde “efsane” yapan da tam olarak bu “özür dileme”si oldu.. Üniversite mezunlarının, ilkokul mezunlarından özür dilemeyi “aşağılanmak” olarak gördüğü “eğitimli” bir dünya bizimki.. ve ben “hiyerarşi”nin “kural”; “aşağılanmanın” ise “normal” olduğu bir düzende; bir “üst”ün, “alt-üst” olan bir “ast”ından, “özür dilerken” hiç mi hiç zorlanmadığına da şahit oldum.. “Adamsın Efsane” dedim içimden..


“Yok abi önemli değil, olur öyle arada..” deyip sustu Pan.. Yandan Pan’a doğru bakarak antin kuntin kaş göz hareketleri yapmaya başladım.. Pan da çizgifilmlerden fırlamış ağız burun hareketleriyle karşılık vermeye başladı.. ve biz yine gülmeye başladık..


Kardeşlik hakkında bir diğer şey de buydu.. Ne kadar kızarsan kız, iki dakika sonra kendini yine gülerken bulabiliyordun.. ve bu “gülmek”; çoğu zaman bir “espri”den çok, “barış”ın yansıması oluyordu.. Her “an” biraz daha giriyordu hayat götümüze …giriyordu girmesine ama her “an” biri olmuyor yanımızda bizi “hayatla barıştırabilecek”.. Arkadaş arkadaşın pezevengidir; ve biz, birbirimizi hayata yamayarak yürütüyorduk pezevenkliği..


Fabrika nöbetçisinin yanından ayrılır ayrılmaz Kekik Fabrikası’ndan çıktık.. Dün geceye kıyasla; baktığımız gök aynı, bastığımız yer farklıydı..


Anladım ki “baktığı” yer değil, “bastığı” yer ayırıyordu insanı insandan… Ve biz; okulun o tertemiz taş bahçesini, özgürlüğün çamurlu sokaklarına sattık.. Pişman mıyım?

Yorumlar