Bölüm 171

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra herkes etütteyken, ben idare odasında sorgudaydım.. Atom Karınca, elime “savunma kağıdı”nı tutuşturup “Doldur şunu!” diyerek pis pis bakıyordu.. Lama ise “Sana tanıdığımız onca imtiyazları suistimal etmeye utanmıyorsun değil mi? Oğlum sana daha ne yapalım lan! Senin okumaya niyetin yok mu? Ben öğretmenlerine sendeki düzelmeden bahsederken, tek ders sınavı sonrası yaptığın o terbiyesizliği bile hoş görmeleri için konuşup ikna ederken; bu mu olacaktı karşılığı! Hah şuraya yazıyorum! Senden adam olmaz! ooooooool-maaaaaz….” diyerek tükürüklediği parmağını masaya sürterek “Hıyar herif! Bön bön bana bakacağına doldur şu savunmayı da defol git!” diye ekledi…


İşte ben buyum hayatta.. Hep o iyi niyeti suistimal eden hayırsız insan… Güven sarsan, adam olamayan, burnu boktan çıkamayan, vasat, düzelmesi imkansız, umutsuz vaka… Utançtan başımı kaldıramıyordum.. Önümdeki savunma kağıdına “Suçum sabittir. Bir daha tekerrür etmeyecektir.” yazıp geri uzattım.. “Bu kadar mı!” diye bağırdı Atom Karınca.. “Destan yazsam cezadan kurtulacak mıyım?” dedim.. Sırtımda patlayan şamarla gözümden yaş gelerek çıktım odalarından.. Koridora çıkarken hala bağırıyorlardı.. Bense gözümden gelen yaşları kimse görmeden silmenin derdine düşmüş, önüme bakarak yürüyordum.. Bir kaç kısımdan “Anıl’mış o odadaki, fena benzetmişler” gibi mırıltılar yükselirken Boris “Sessizliiiiik!” diye haykırarak susturdu herkesi.. Yanımdan geçerken de “Daha işimiz bitmedi” diyerek güldü bana.. “Hayırlısı..” diyerek başımla selam verip uzaklaştım oradan.. Laf sokarak bir şamar daha yemeyi kaldıramayacak kadar çok acıyordu sırtım..


Bizim kata geldiğimde Tarih derslerimize giren bayan hoca’yla göz göze geldik… Öğretmenler arasından bir tek o anlıyordu beni.. ve bir tek o bana “nasihat vermiyor”du. “Konuşabildiğim” yani “dinlemekten başka bir şey” bu; konuşabildiğim o tek hocayla göz göze gelir gelmez başımla hafif selam verip geri döndüm ve tuvalete girdim.. Ben orta kabinde sessiz sessiz ağlarken Hypatia (bu hocayı çok sevdiğimden ondan “özgürlük adına savaşmış olan” bir kadın filozofun adıyla bahsedicem) tuvaletlere doğru kafasını uzatıp “Dilediğin kadar kalabilirsin orada, bu katın nöbeti bende.. Sıkma canını, bir ara uğra yanıma” diye seslenip uzaklaştı.. Hypatia’nın “İster ağla, ister sigara iç kafa dağıt” deme şekliydi bu.. Sistemi yerden yere vurup “Şunu değiştirmeliler, bu çok yanlış” diye konuşabildiğim tek öğretmenimdi.. Bir ara öğrenciler arasında “Anıl Hypatia’yı sikiyor” diye dedikodu çıkmıştı.. İlk zamanlar takılmamıştım buna, hatta bir kadınla yakıştırılmak gururumu okşuyordu.. Gel zaman git zaman Hypatia’yı tanıdıkça, bu söylentiler kanıma dokunmuş; bu hocayı elimden geldiğince az ziyaret etmeye başlamıştım.. Çünkü Hypatia ile konuştuğumuz konular başkası tarafından duyulsa “soruşturma” sebebi olabilirdi; dolayısıyla biz her kahve içişimizde odasının kapısını kapatırdı.. ve her kapıyı kapattığında da bizi “işi pişiriyor” zannederlerdi…


Ne Hypatia zor durumda kalsın, ne de ben tüm herkesle kavgalı olayım diye elimi ayağımı çekmiş, ara ara koridorlarda ayaküstü sohbetlerle arayı kapatmıştım.. Bir keresinde ima ederek durumu açıklamıştım ama Hypatia esaslı bir kadındı “Sana bir sır vereyim mi? Siktir et onları.” demişti bana.. Tarihteki Hypatia’ya olanlar benim Hypatia’ma da olmasın diye “Tamam Hocam” dememe rağmen arayı açmıştım.. Tuvalette sessiz sessiz ağlarken “Keşke Hypatia’yı dinleseydim, keşke yanına gitmeyi bırakmasaydım.. Bana karşı en iyi olan kişiye bile sırt çevirebilecek kadar adiyim…” diyerek, yediğim şamara ağlamayı bırakıp, Hypatia’yla arayı açtığıma ağlamaya başlamıştım… Bir süre sonra hafif kendimi toplayıp “Evet, derslerden sonra yanına uğrarım bir dahaki nöbetinde de etüt sonrası yat yoklamasına kadar odasında kahve içerim” diyerek kendimi teselli edip yüzümü iyice yıkayarak aynaya bakmaya başlamıştım.. Böyle durumlarda kendi kendime “Yok yok Anıl çok normal görünüyor” diyene kadar yüzümü yıkayıp yıkayıp bakardım aynaya..


Kendimi kandırabilirsem, herkesi kandırabilirim. Kendimi kandıramıyorsam da olan bitenin arkasında dururum.. İşte bu benim.


Sessizce kendi kısmıma gidip kısımdakilere gülümseyerek yerime oturdum.. Çak’la Kurt “Noldu la?” diyerek bana dönmüştü; aynı anda Bebe ile ET de.. diğerleri de göz ucuyla bakıyordu.. “Hypatia ile sohbete dalmışım” diyerek hafif gülümsedim.. “Haaaaa…” diyerek önlerine döndüklerinde “Bu acıma seansını da başarıyla savuşturdum” gururuyla kaldığım yerden okumaya devam ettim…


O gün tüm derslerde elime geçen her fırsatta çaktırmadan devam ettim okumaya ve de tüm teneffüslerde.. Ayrıca öğlen yemeğinde ve sonrasında.. Dersler biter bitmez de soluğu Hypatia’nın yanında alıp durumu anlattım ve özür diledim.. Beraber oturup “Demokrasi ve İnsan Hakları” konuşmaya başladık.. Hypatia’nın da bu konuları dolu dolu konuşabileceği başka bir öğrenci yoktu… Sisteme karşı olan öğrencilerin çoğunun aklı bir paket sigarayı doldurmuyordu.. Tamam Pan dahil hepsi sisteme karşı yorum getirebiliyorlardı fakat “literatür” denilen olaydan bihaberdiler.. ve sisteme karşı gelmeyen o “parlak öğrenciler”in aklıysa; kitaplarda yazanları yorumlamaya değil, olduğu gibi kabul etmeye yetiyordu.. “Okulun gelmiş geçmiş en zekisi bendim” demiyorum.. ama çoğu zeki öğrenci “sistemden yanaymış gibi” davranarak, geleceklerini tehlikeye atmaktan çekinirdi.. Haklıydılar da.. Beni Hypatia’nın iyi öğrencisi yapan da buydu.. İkimiz de “Biz susacaksak kim konuşacak.. Biz değilsek kim? Şu şu şu şu hocalar mı? Pehhhh….. Peki şu öğrenciler mi? Bırakın yaa…” diye çekinmeden hocalara kadar eleştiriyorduk.. Normalde bir “üst”ünün hakkında bu şekilde eleştirel açıdan konuşmak yasak.. Hani demiştim ya “altın kural” diye.. Hah, işte “Üst her zaman haklıdır.”


Biz insanları “birey” olarak eleştirmiyorduk; sadece “sisteme nasıl boyun eğdikleri” konusu bizi rahatsız ediyordu.. “Mantık aramayın!”ı yaşam felsefesi edinmiş hocaları kınıyorduk.. Bu bize ne kazandırıyordu peki? Neden “onlar gibi” olmamamız gerektiğini “anlıyorduk”.. Konuşmak bir şey; anlamak çok şey.


Hypatia’nın yanında mesai bitimine kadar zaman geçirdikten sonra akşam yemeği için yeniden yemekhaneye indim.. Gürbüz’le Sırık “Geçmiş olsun lan” diye yanıma geldiler.. Keş de uzaktan “üzgünüm” der gibi bir baş selamı vermekle yetindi.. İkisine de teşekkür edip yerime oturdum ve aceleyle önümdekileri silip süpürüp yeniden okumaya döndüm.. Bu kitap tam da zamanında yetişmişti.. Normalde deli gibi kafaya takar, kendimi bunalıma sokardım ama an itibariyle tek düşünebildiğim “Arthur Weasley yaşıyor, oh Allah’ıma bin şükür!”dü..


Yemekten sonra akşam etütleri için kısımlarımıza çıktığımızda bir an “Acaba sevindi mi piç! Sevindiği belli olmasın diye mi yanıma uğrayıp geçmiş olsun dilemedi!” diye kafam dağıldı.. Sonra içimden “Yok beeee…. Olmaz öyle iş! Keş sevinmez buna..” diyerek yeniden kitaba döndüm.. Etüt boyunca yapılması gereken ödevlere elimi bile sürmeden kitabı okuyup, yine etüt sonrası sadece o kitap elimde koğuşlar tarafına geçtim.. O gece de uyuyamadım.. Hem aldığım ceza… Hem Keş’in bu konuda tek kelime etmemesi.. Hem de tüm zamanlardaki yegâne sevdiceğim Harry… Bu sefer tedbiri elden bırakmamak adına, gece boyu her sigara öncesi nöbetçi defterinden kimin gelip gittiğini kontrol ettim; daha kontrol yapılmamışsa da o saatin nöbetçisine “Abi iki dakka şurada bakıver, bir öksürsen ben anlarım..” diye tembihleyerek girdim tuvaletlere.. Belimde bir tek sigara, bir çakmak ve tek parmağımda da koğuştan çıkarken sürdüğüm diş macunu.. Biri gelirse o diş macununun bir kısmını ağzıma bir kısmını da ellerime yayacaktım..


Yine hiç uyumadan geçirdiğim gecenin sonrasında kitabı bitirmiş şekilde kahvaltıya indim.. Kahvaltıdan sonra o merdivenleri çıkarken ölü gibiydim.. Doğruca Çitlembik’e gidip “Abi şu kitabı benden uzaklaştır” dedim.. “Hala kitap diyor! Utanmaz, ahlaksız, terbiyesiz…” derken aniden susup “Ne oldu sana?” diyerek konuyu değiştirdi.. Başımla koridoru işaret edip kısmından çıkardım ve sigaradan yakalandığımı söyledim.. Bir anda “Ne!” deyince elimle ağzını kapatıp “Sussana oğlum.. Milletin başıma toplanmasını istemiyorum, haftaya kadar bir şekilde öğrenmiş olurlar zaten ama şu an o tantanayı çekemem..” dedim.. Çok üzgün olduğum yüzümden okunuyor olacak ki “Dışardan istediğin bir şey var mı? Sigara sokmam ama!” diye sordu.. “Bi şişe tekila, 2 de limon.. Tuz almana gerek yok” diyerek gülümsedim.. “Hahahahahaha hatta sana kokteyl seti falan getireyim” diyerek gülmeye başladı.. Tam kısma geri dönecektim ki “Ya aslında benim için yapabileceğin bir iyilik var..” dedim.. “Söyle?” diyerek arkasını döndü.. Kulağına yaklaşarak “Sana para versem bana şu elindeki kitap dahil Harry’nin tüm serisini alır mısın?” dedim.. “Sen almamış mıydın onları zaten?” diye sordu hayretle.. “Hepsi evdeler abi ya” diye sızlandım.. “İyi iyi.. Bak ne dicem, boşver alma boşuna, ben haftasonu evden getiririm bendekileri sana” deyince yüzüne inanamayarak baktım.. Elindeki kitabı göstererek “Ben bile bu kadar temiz kullanmıyorum” deyip gülümsedi.. “Eyvallah yaa, harbi çok iyi olur… Neyse etüt başlıyor” diyerek kendi kısmıma geçtim..


Kütüphaneden ödünç aldığım 6 tane kitap vardı zaten ama 3 haftadan bahsediyoruz abi! Bunalıma girmenin hiç sırası değil… Her ne zaman içim daralsa, Harry okuyacak ve çocukluğuma dönecektim.. Bu sayede 3 hafta su gibi akıp geçecekti…


Dersler boyunca salyalarımı toparlamakta güçlük çektim.. Gözlerim açıkken bile uyukluyordum, oturduğum sıra o an benim için dünyanın en konforlu yeriydi sanki… Kendimi çimdirip durarak öğleni ettim.. Öğlen yemeğinde menüde döner ve ayran vardı.. Görünce gözüm döndü, bir güzel yeyip ayranı da içtim.. Oh! Son iki ders için kısımlara girdiğimizde gözlerimi elimle açmaya çalışıyordum.. Hoca iki kere “Git yüzünü yıka; hasta etme beni!” diyerek kısımdan kovmuştu.. Hele son dersin son 20 dakikası resmen “20 yıl” gibi geldi bana.. O an “Uyursan öleceksin” deseler ve cidden uyuduğumda ölecek olsam “Hay hay” der horlamaya başlardım.. Bilincim öylesine kapanmış ki, ders bitmiş ben hala tahtaya bakıyorum.. ET’nin sarsmasıyla kendime gelip koğuşlara geçtim..


Yatağıma uzanır uzanmaz gözlerim kapandı.. Aradan çok geçmedi Keş beni sarsarak “Pşşşt pşşşşt” lemeye başladı başımda.. “Hıııııııı” dedim gözlerim kapalı.. “Gelsene oğlum bir sigara içek?” diyordu başımda… Tek gözümü açıp, hangi “sigara içmek”ten bahsettiğini anlamaya çalışıyordum.. “Sıradan insanlar gibi sigara içmek”ten bahsettiğini anlayınca; “Oğlum ölüyorum uykusuzluktan, sen iç ne olur” diyerek derin derin nefes almaya başladım.. Baktı yeniden uykuya dalmak üzereyim “Hadi be oğlum, gel şunu içek sonra yine uyursun” diyerek kolumdan çekip ayağa kaldırdı.. Off’laya poff’laya tuvalete girdim ve elimi yüzümü yıkadım.. Ben yüzümü üniformanın kısa kollarıyla kurulamaya çalışırken sigarayı uzatarak “Al sıra sende” dedi Keş..


O kadar uykuluyum ki ayakta zor duruyorum, kafam sağa sola kaykılıp duruyor.. Keş “Çekicen mi daha?” diye sorup sigarayı bana uzattığında kafamı iki yana sallayıp gözlerimi kapadım.. Kolumdan tutup beni kendi koğuşuna sürükleyerek yatağını işaret etti “Burda uyusana ben de şurada uyucam.. Sizin koğuştaki elemanlara kıl oluyorum, hepsi gerizekalı. Ha bire oraya girmektense sen burada kal.” diyerek.. “Ya ne gerek var abi” derken beni çoktan çekiştirerek oturtmuştu bile.. Ayakkabılarımı çıkarıp kafamı yastığa gömmek iki saniyemi almadı.. Bu yatak çok Keş kokuyordu. Beni öpen yastığına iyice gömülüp kapadım gözlerimi.. Bıraktım rüyalarım da onu öpsün, belki……..


Ara ara uykum hafifledikçe onun yan yatakta bir şeyler okuduğunu görür gibi oluyordum.. Sonra yine uykuya dalıyordum.. Koğuşlardaki ranzalar arasındaki mesafe ortalama bir insanın omuzları kadar.. Gözümü açtığımda hava karamış, Keş göğsünde kitap açık halde uyuyakalmıştı.. İlk kez o beni uyandırmadan, uyanır uyanmaz, onu görüyordum.. Uyumaktan dudakları yüzü gözü şişmiş; çok çirkin görünüyordu.. İnsanın o çirkinliği bile öpesi gelir mi?


O böyle derin derin nefes alıp verirken, uyandıran kişi ben olmak istemedim.. Bıraktım uyusun rahat rahat.. ve gözlerimi kapatıp onunla aynı anda nefes alıp verecek şekilde ayarlamaya çalıştım kendimi.. Bir an sonrasında daha nefesimi bile senkronize edemeden uyuyakalmıştım.. “Ne de olsa yemeğe giderken o beni uyandırır..”ın huzuruyla daldığım ilk uykuydu bu..


Ne de olsa o yanımda…

Comments