Bölüm 147

Efsane yanıma otururken “yalnızlık kalktı”; bir bira daha bitti, yerine yenisi geldi… Bazen böyle anlarda hayattan çok şey beklediğimi hissediyordum..


Geceler boyu güneşi uyandırdığım arkadaşlarım arkamda, sigaram ve biram elimde, ihtiyacım olan “adam” tam da yanımda.. ama ben hala önüme bakıyorum.. Önümde çırılçıplak uzanarak geceye domalan o semte; Bornova’ya bakıyorum.. “Baktığım” Bornova; “gördüğüm”se….. Allah belamı versin ki köpek gibi özledim O’nu..


Dünyası “bir kişinin etrafında dönen” o ahmaklara gülüp geçtiğim 16 yılın sonunda “pes ettim”… Kendime yediremediğim de buydu aslında.. ve o “iki bilinmeyenli denklem”imin yanıtı.. Arkanda kimin olduğu, yanında kimin durduğu ve karşına kimleri aldığın hiç mi hiç önemli değil.. “Aklımdaki”yi istiyordu kalbim; aklımdayken aklıma aykırı düşeni, O’nu istiyordu.. Doğru yerde yanlış kişiyle olmak yıkıyordu düşlerimi; yıkıyordu derken bu sefer “yıkamak”tan bahsediyorum.. Öyle güzel, öyle temiz yıkıyordu ki “an”a dair ne varsa siliyordu aklımdan..


Efsane gülerek “Denize girelim hadi” dedi.. “Abim sen gir, benim biraz daha içmem lazım” dedim.. “Hayırdır bir derdin mi var?” diyerek attı kolunu omzuma..


Olmaz olur mu.. Tabii ki var ama…


İşte ibneliğin diğer bir yüzü… “Anlatsam da hanginiz anlayacak?” kaygısı.. Kaygısı değil “gerçeği” diyelim biz ona..


Dertleşmelerim bile tamamen “yalan” üzerine.. Çevremdeki insanlara, her canım sıkkın olduğunda, öyle güzel yalanlar buluyordum ki… “Harbiden de bu adamın derdi var” diyorlardı.. Derdimi bir “ben” biliyordum; bu yüzden kimseyi de suçlayamıyordum “Beni anlamıyorsunuz” diyerek..


“Yok bir şey abi, hadi siz girin denize” deyip gülümsedim.. Gülümseyişimdeki burukluk “sahte değildi”.. Sahte olan; Efsane “Hadi hadi söyle bakalım neyin var?” diye sorduğunda, “Benim hatunla işler yolunda gitmiyor abi yaa.. Biraz da içince, işte öyle geldi aklıma..” deyişimdi.. ve “sahteler usandırıyor”.. Derdimi “gerçekten” anlayamayan insanların bana “derdimi anlıyorlarmış” gibi nasihat vermeleri…. Kısacası millete bu şekilde “Bir boka yaradıklarını” hissettirmekten yoruldum… “Bir boka yaramıyorsunuz lan! Kes amk nasihati!” diye bağırasım geliyordu.. Harbiden ben insanların “sırdaş”ı olabiliyorken; onlar benim en temel, en basit sırrımı bilmiyorlardı.. Bütün gün “ibne misin oğlum lan” diye birbirine takılan insanlara kalkıp “götümü verdiğim kişiyi anlatmak” mı? Güldüm, harbiden güldüm buna…


“Oğlum boşver lan, hatun milleti böyledir.. Takma kafana; bak yarın mesaj atma, bir sonraki gün tıpış tıpış dönecek sana” dedi sırtımı sıvazlayarak.. Elimdeki biradan bir kaç yudum alarak yeni bir sigara yaktım ve “Haklısın abi çok teşekkür ederim” deyip gülümsedim.. “Hah şöyleee… Sen bana sor bu işleri” diyerek gülümseyip yerinden kalktı ve suya yakın bir kayanın kenarında soyunmaya başladı.. “Allah’ım bana sabır ver” diye iç geçirip Efsane’nin totosuna doğru kaldırdım biramı.. ve o “göt” bu birayı fondipletir adama! “Abi bekle ben de geliyorum” diyerek fırladım yerimden..


Bazen “aklındaki” çözer denklemini; çoğu zaman da “yanındaki”..


O “an”; bir “bazen” mi; yoksa “çoğu zaman” mıydı bilmiyorum.. Bir “bazen” uğruna “çoğu zaman”ımdan olmak istemedim..


Efsane’yle kıyıdan uzaklaşıp yine aynı yerde çömeldiğimizde gülüyordum bu sefer.. An itibariyle bira mı yoksa kararlı bir şekilde kararsız oluşum mu yıktı duvarlarımı emin değildim.. Islak bir turuncu, laciverti kevgire dönmüş gece, İzmir körfezi.. “Abi yaa keşke suda sönmeyen sigara icat edilse” dedim gülerek.. Birden yüzüme su atarak “Sigara bir şekilde söner ama seni napcaz” dedi.. “Anlamadım abi nası…” derken burnumu sıkıp güldü yine..


Suyun altında dizlerimiz birbirine değerken hayatımın ilk ve ilk “su altı ereksiyonu”nu yaşıyordum.. Bir kıyıya bakıyorduk, bin birbirimize.. Dizlerimle dizlerini ittirip suya devirdim Efsane’yi ve tam sudan çıkarken de yüzüne su attım elimle.. Kızar diye bekliyordum ama “Şimdi siktim belanı” diyerek bana doğru yüzmeye başladı.. Üç kulaç sonrasında yakalamıştı beni.. Arkadan..


“Abi dur valla bak suyla şaka olmaz.. Bizim orda biri boğulmuştu ben çocukken, kurta….” derken yine sözümü kesti.. Madeni bacaklarımın arasındayken nefesi kulağımdaydı.. Sadece “Şşşşt merak etme, ben tutuyorum seni” dedi fısıldayarak.. Az önceki ufak çaplı su savaşından ötürü ikimiz de nefes nefeseydik.. Tek koluyla gerçekten de dediği gibi beni tutuyordu belimden.. Tek kelime edemiyordum, o an bacaklarımın arasında olduğunun farkında olup olmadığını kestiremiyordum..


Bir de ne diyorlar hani? “Dile getirmedikçe, yapıyor sayılmazsın..”


Sustum.. Efsane’nin madeni bacaklarımın arasındayken yüzüm Bornova’ya dönüktü yine.. Kıyıya doğru baktığımda Pan ve diğerlerinin çitledikleri çiğdemden başka bir şeye bakmadıklarını gördüm.. Göğsünü sırtıma yaslamıştı tamamen, hafif huzursuzlanarak “Kaşındırıyor biraz” dedim.. “Ne kaşındırıyor?” diye sordu düşüncelerimi sikiştirircesine.. “Hahahah yok abi şey ya göğsünüzdeki kıllar..” dedim cümleyi tamamlamadan.. “Ne var oğlum, hem böyle üşümezsin” diye fısıldadı kulağıma..


Efsane çok farklıydı.. Bacaklarımın arasında olan “erkekliği” bana kendimi “erkek hissettiriyor”du.. Bilmem anlatabildim mi?


Bacağımı kaşıyormuşum gibi yaparak hafiften madenine dokundum..ve belimdeki koluna tutunarak ona doğru dönüp “Teşekkür ederim.. Sanırım ben üşümeye başladım, bizimkilere katılıp biraz daha içicem” diyerek kıyıya doğru yüzmeye başladım.. Acele etmiyordum yüzerken, kıyıya varmadan madenim normale dönsün diye ağırdan aldım.. Kıyıya varıp iç çamaşırımı giydiğimde Efsane hala bana bakıyordu; gülümseyerek “Abi üşütme sen de” deyip kıyafetlerini işaret ettim.. “Yok, bana bir şey olmaz” dedi gülerek..


İçimden “sınıfta kalmasını” diledim Efsane’nin.. Onunla bir yıl daha aynı okulda olabilmeyi..

Yorumlar