Bölüm 170

Ertesi akşam izne çıkan tüm öğrencilerin okula dönüşüyle “biz” izne çıkmış; “sen”, “ben” geri dönmüştü.. Akşam etüdü öncesi Pan soluk soluğa “Pşşşşt! Gelsene az?” diye bizim kısıma kafasını uzatarak beni çağırdı.. “Oğlum sakın sigara verme bana şu an; bu gece Boris nöbetçi.. Siker belamı!” dedim koridorda.. “Yok lan ondan gelmedim, Çarşamba akşamı sizdeki nöbetçiler de bizdeki nöbetçiler de çok kıyak.. O akşam yat yoklamasından sonra benim eski katta buluşalım, hadi şimdi siktir git” diyerek uzaklaştı..


Yeri, tarih ve saati söylemişti; daha ne… Tam kısma geri dönüyordum ki, aynı katın başındaki kısımdan olan Çitlembik “Pşşşt” diye seslendi arkadan.. “Sikicem pşşşt pşşşt pşşşt ne amk” diyerek arkama döndüğümde Pan’ı görmeyi beklerken bizim Çitlembik’i görünce dumur oldum.. “Abi kusura bakma yaa, Pan geldi az önce pşşt’leyerek de.. Ben yine o pşşşt dedi sandım…” diyerek en mahcup yüz ifademi takınıp gözlerine baktım.. Bu Çitlembik’te beni çeken tuhaf bir şey var.. Hazırlık Sınıfı’ndayken ikimiz de resim kulübündeydik.. Harry Potter hayranlığı, resim tutkusu, futbol nefreti, kalem sevdası, spordan tiksinmeler vs derken; kısa zamanda yakın arkadaş olmuştuk..


Gel geç gönüllü bir Anıl olduğum için 5 ay gibi kısa bir zamanda bu resim kulübünden sıkılmıştım.. Bahsettim mi hatırlamıyorum ama her hafta göt göt aynı kumaşın farklı şekilde kırıştırılmış versiyonunu çiziyorduk.. Her neyse ben bu resimden sıkılınca hocayla ters düştüm “Bez parçasına bakarak ressam olmamızı bekliyorsunuz ama bu gidişle birinci sınıf terzi olacağız..” dediğim için.. Çitlembik kafasını sıraya gömerek gülmüştü bunu deyişime; bense kendimi kapı dışında bulmuştum “Senden terzi bile olmaz” denerek.. Çitlembik aynı şekilde koğuşlar bloğunda da bizim kattaki ilk yatakhanede kalıyordu.. Dolayısıyla o resim kulübünde başlayan arkadaşlığımız hiç bitmemiş; birbirimizi sürekli yeni çıkan kitaplar konusunda bilgilendirmeye devam etmiştik..


Kimi arkadaşlıklar vardır saman alevi gibi; bir an parlar bir an sonrasındaysa külünü bile bulamazsın ortalıkta… Efsane ile ben gibi.. Nadir arkadaşlıklar güneş gibidir; sen her kayboldu sanıp karanlıkta kaldığında o yeniden doğar.. Pan’la ben gibi… ve Bazı arkadaşlıklar vardır, ay gibi… Gece gündüz bir şekilde etrafında görürsün.. Kimi zaman parlak, kimi zaman sönük, bazen tam, bazen yarım… İşte bu da Çitlembik ile ben gibi.. Ne “çok iyi arkadaşız” diyebiliyordum, ne de “kötü arkadaşız”.. Birbirimizi sürekli görmekten doğan bir yakınlıktı bizimki.. Ayda yılda bir kez de koridorda karşılaşınca bağıra bağıra kocakarılar gibi birbirimize laf sokup durmayı eğlenceden sayan bir arkadaşlık anlayışı.. Keş bir keresinde koridorda biz birbirimize laf sokarken “Ne bu oğlum lan kız gibisiniz” diyerek ters ters bakmıştı.. Çitlembik de “Teyzeyi kızdırmayalım gel Anıl” diyerek beni koridorun diğer ucuna çekip laf sokma savaşına orda devam etmişti.. İşte bu noktada Çitlembik’le tamamen yakınlaşamama sebebimin “Keş” olduğunu söyleyebilirim.. Çakır gözlü, dolgun dudaklı, esmer bir Çitlembik’ti benimki..


“Anlamıştım Pan sandığını” deyip kitabı uzattı.. “Oğlum ne çabuk bitirdin kitabı yeaa” diyerek parlayan gözlerle aldım elime.. “Ya kitap deyip durmasana şuna! Terbiyesiz misin nesin!” diyerek gülmeye başladı.. “O lanet olası sarkık memeli eben terbiyesiz senin! Seni gördüğü gibi geri ittirmesi gerekirken, yıkamış paklamış kundaklamış!” diyerek yarıldım.. “Sanırım eben memelerine takılıp tökezleyerek seni çıkarttığı gibi düşürmeseydi yere, şu an daha mantıklı konuşabilecektin… Çıksçıksçıks neyse hoş görüyorum seni…” diyerek üç adım koşup uzaklaştı.. İkimiz yine yarılarak gülmeye başladık.. Ne zaman yanyana gelsek, ikimizden biri diğerini göt ediyordu ve bu göt olan kişi genelde ilk laf sokanımız oluyordu.. “Neyse; bitirince getiririm hemen; hadi görüşürüz” diyerek kısmıma doğru döndüm.. Keş kendi kısım arkadaşlarıyla muhabbet ederken göz ucuyla bakıp kafasını çevirmişti; Çitlembik’i sevmesine gerek yoktu ama onunla konuştuğum için bana trip atması tamamen başka bir şey…


Kısma girer girmez ET ile Bebe’nin arasına oturdum; bu ikisinin “dünyam”dan bihaber sohbetleri hoşuma gitmeye başlamıştı; çevremdeki diğer kimseyle konuşmadığım konulardan bahsediyorduk.. Tiyatro replikleriyle birbirimize ufak laflar sokup aptal şakalar yapmak, ET’nin karikatürlerini eleştirmek, Bebe’nin “göz” eskizlerine “olmuş/olmamış” şeklinde yorumlar yapmak, Benim gölgelendirme alıştırmalarıma “aslında şurdan görse ışığı daha mı iyi olurdu ne” diyerek “farklı ne yapılabilir”i konuşmak….. Şaka maka ezberim kuvvetlenmişti ikisi yüzünden; hiç sıkıntıya girmeden dünyanın repliğini bir haftada ezberliyordum yanlarında… ve bu olayın diğer derslerde de işime yaradığını keşfedişim, bu ikiliyi daha da bir sevdirmişti bana.. Eskiden “ikili” olarak sevmezdim bunları; ET’yi hep ayrı tutar, farklı gözetirdim.. Şimdi Bebe’yi de ET kadar sevmeye başlamıştım.. Pan gitti gideli, etrafımda “arkadaş” olabileceğim insanlara karşı gözüm daha bir açılmıştı… Amacım Pan’ın yerini doldurmak değildi kesinlikle, sadece başka öğrencilerin varlığının farkına varabilecek vaktim vardı…


Etüt sonrası koğuşlara gitmek üzere son model Harry Potter kitabımla beraber kantinin önünden geçerken bizim sınıfta kalan tayfaya rastladım.. Kıvırcık, Artist, Efes, Pan hep beraber kantine gelmişler Sırık, Gürbüz ve Tuborg’la bir masanın etrafında makara yapıyorlardı.. Karnıma yumruk yemişim gibi kasıldım.. Kıskanmayı, fesatlanmayı geçtim; kendimi ihanete uğramış hissettim.. Hadi diğerleri neyse de Pan ne ayak lan! Bana “Çarşamba görüşürüz” deyip kaçıyor, sonra haftalardır gelmediği o kantinde milletle hasret gideriyor.. İçimden “Neyse belki vardır bi bildiği… Belki; belki diğerleri ısrar ederek getirmiştir onu buraya… Belki geçerken rastlamıştı….” diye düşünerek hiç oralı olmadan çıktım bahçeye… Koğuşlara vardığımda hemen üstümü değiştirip, ellerimi yüzümü yıkayıp, Harry’yle yatağa uzandım.. Üst ranza ışığı fazlasıyla kestiği için Bebe’den kitap okuma lambasını istedim..


Bebe yine o unutma-beni mavisi gözleriyle bana gülümseyip yatağıma oturarak “Hayırdır, sigara bile içmeden kitap okuyacaksın ha?” diyerek lambayı uzattı.. “Ya kitap deyip durmasana şuna! Terbiyesiz misin nesin…” deyip gülmeye başladım… Bebe ve ET’ye karşı istesem de çok fazla “Ebenin amı, eşşeğin siki” vs tarzı konuşamıyordum.. Hani her insanın tolere edebileceği bir “sen” vardır… Bebe ile ET; benim terbiyemdi.. ve ne bileyim abi, Pan’la konuşurken alabildiğine “gevşek” davranıyordum; çünkü Pan da en az benim kadar gevşekti… ama kalkıp da karşınızda “göt” gile diyemeyen iki insan varken “siktir amk göt beyinli” diye sövemezsin; söversin de her sövdüğünde “bakakalırlar”.. Onlarla en fazla “Salak, aptal, gerizekalı, haaa bir de unutmadan Siktir git!” şeklinde sövüşebiliyordum… “Sövüşmek”; arkadaş arkadaşa sevişmenin “Anılca”sı.


Bebe elimdeki kitabı görünce “Haaaa şu mesele” deyip beni hemen yalnız bıraktı… Tabii ki o mesele! “Expecto Patronum!” diyerek asa elimde(iki kalemi uç uca ekleyip yapıştırarak yaptığım asa) kaç kere ET’nin yüzünü gözünü çizmiştim belli değil. Yaklaşanı “Avada Kedavra”!


ET zaten kitabın kapağını görür görmez benimle irtibatı kesmişti, Bebe de yanımdan gidince aşkla açtım kitabı… Sonra kapatıp kapağını sevdim, maviş maviş yazılmış kabartmalı Harry Potter ismini sevdim, ama Harry Potter’ın resmini sevemedim! Tam bir süzme! Bizim Türk filmlerindeki Hüdaverdi’nin siyah saçlı ve de kafası şimşek-yaralı hali! Gözlerimi kapatıp “Her ressam başarılı çizimler yapmak zorunda değil, Harry aslında çok yakışıklı ama ressam becerememiş…” diye iç geçirerek kendimi rahatlatıp; kitapla beraber gözlerimi de açarak okumaya başladım..


“İçindekiler” kısmını henüz bitirip bölüm başlıkları hakkında hayallere dalmıştım ki Çak seslendi “Pşşşt” diye.. İçimden “Petrificus Totalus be gülüm, Avada Kedavra be anam” diye lanet okuyarak döndüm.. Göz kırptı.. Göz kırptım.. Yine göz kırptı.. “Abi mal mısın?” dedim.. “Niye öyle dedin ki?” diye sordu; sanki dünyanın en yersiz sorusunu sormuşum gibi.. “Oğlum pşşşt diyorsun, dönüyorum göz kırpıyorsun.. Tikli misin abi yaa! Bir şey demeyeceksen ne pşşşt’liyon!” diyerek tamamen o tarafa döndüm.. “Tamam yaa tamam bir şey demiyorum tamam” diyerek önüne döndü.. Elimdeki kitap benim olsa Allah şahidim olsun ki dikine kafasına köserdim ama yaa sabır! Sadece “İyi..” deyip önüme döndüm.. Henüz 10 sayfa okudum okumadım yine “Pşşşt!”ledi bu salak.. Bu sefer gayet sakin bir şekilde “Hmmmm”ladım.. “Haftasonu naptın?” diye sordu.. “Ebeni” dedim.. “İyi miydi bari” diye güldü.. “Senden iyi olmasın..” dedim. “Baksana bi” dedi ısrarla. “Abi bi sik okumaya çalışıyorum şurda.. Hem benim elimdeki, senin elindekinden kalın!” dedim ona doğru dönüp.. Tam da elini eşofmanından sokmuş orasını kaşıyordu, bir an durup “Hahahahaha iyiydi bu ya hahaha” diye güldü.. “Sonra konuşuruz abi Çak bak cidden bırak da okuyayım şunu” diyerek yüzüne baktım.. “Tamam.. Canın sıkılınca gel buraya; benim yapacak bir şeyim yok pek..” diyerek uzandı yatağına ve bir kitap açtı.. “Peki gelirim” diyerek önüme döndüm.. Kesinlikle bu çocuk beni hiç tanımıyor…


Yoklama saatine kadar soluksuz okudum.. Yoklamadan sonra Keş geldi koğuşa “Pşşşt!”leyerek.. Başımı kaldırdığımda, kapıdan iki adım içeride eğilip benim ranzaya doğru eliyle “sigara içek” işareti yaptığını görüp, başımla onaylayarak peşine düştüm.. Milleti tersleyip durmam belki de sigarasızlıktandı.. Tuvalete girdiğimizde yine Gürbüz’le ben, Sırık’la Keş dönüyordu sigarayı.. “Abi Boris basmasın” dedim kabinlere girmemiz gerektiğini ima ederek.. “Yok yok, gözcü diktik kat başına..” dedi Sırık.. Sigara içerken Gürbüz kolunu omzuma atıp, üstüme yıkılmıştı.. Bildiğin omzuma attığı sol kolu o kadar uzundu ki, eli sol dirseğimi sarmış beni kendine çekmişti.. ya da ben Gürbüz’e kıyasla fazla tıfıldım.. Gürbüz’le ne zaman bu şekilde, böylesine yakın olsak gerilirdim.. Bi sakarlık, bir aptallık binerdi üzerime.. Tamam “İradeli bir insan olduğumun kanıtı”ydı bu Gürbüz ama… Her ne kadar kendimi frenlesem bazı anlar adrenalin patlaması yaşıyordum.. Gürbüz sigarayı bana uzatırken stresten ve heyecandan dudağım seğiriyordu.


İşte tam böyle hafif titreyen bir elle sigarayı alırken Keş’le göz göze geldim.. Çok anlık, böyle çok saniyelik bir bakışmaydı o ama ömrümden ömür gitti.. Bana “Napıyorsun lan kendine gel!” der gibi bakmıştı.. Anında, sıcaklamışım gibi omuzlarımı biraz oynatarak Gürbüz’ün kolunu omzumdan çekmesini sağladım.. Kendimi biriyle iş üstündeyken yakalanmış gibi hissediyordum.. Yüzüm kıpkırmızı olmuş halde “Hadi devamını sen iç” diyerek sigarayı Gürbüz’e verip “Hadi iyi geceler beyler” der demez tüydüm aralarından.. Tuvaletin orta bölümüne gelip ikinci lavaboda yüzümü yıkayarak su içtim.. Gürbüz diğer bölmeden “Lan sik kafaaaaa! Zatan iki fırtlık bir şey kalmış; bir de al gerisini sen iç diyor lale!” diyerek bana takılıyordu.. “Onu da bulamayanlar var” deyip gülerek çıktım tuvaletlerden… Ben mi paranoyaklaştım, yoksa harbiden de Keş öyle mi baktı bilmiyorum ama cidden o bakış içimi tepeden tırnağa kötü bir hisle kapladı… Yatağıma oturduğumda “Allah’ım nolur kıskanmamış olsun, ne olur yanlış bir şey düşünmesin” diye dua ediyordum..


O gece sabaha kadar kitap okudum; Keş’in bakışı fazlasıyla aklıma takıldığından uykum kaçmış ve ben de başka bir şey düşünebileyim belki rahatlarım diyerek okumaya vermiştim kendimi… Ne zaman heyecanlı bir şey okusam, o an aklıma takılan her şeyden uzaklaşıyordum fakat bu sefer de aklım okuduğum kitapta kalıyor ve bu yüzden uykularım kaçıyordu.. Takıntılı olmaya takıntılıydım sanırım.. Kafama takabileceğim bir şey kalmadığında, okuduğum kitabı takıyor ve yine o uykuları piç etmenin yolunu buluyordum..


Sabaha karşı 5:30 sularında uykum gelir gibi oldu.. “Offff bir saate uyandıracaklar ne de olsa” diyerek uyumamak için yatağımdan kalkıp üniformamı giydim ve bir sigara içip elimi yüzümü yıkamak için tuvaletlere girdim.. Tuvalette tam sigaramı içerken, koridorda nöbetçinin sesini duydum “Evet efendim.. Yok uyumuyordum, koğuşları havalandırıyordum” diyerek numarasını ve ismini söyledi.. Hemen orta kabinlerden birine girip, kapısını tamamen kendime çekerek, kendimi duvarla kapı arasında sakladım.. Tuvalette tak tak tak diye iki çift rugan ayakkabı ritm tutuyordu.. Kalbim öyle bir çarpıyor ki, kalp atışlarımı duyacaklar diye ödüm kopuyor.. “Sen de alıyor musun sigara kokusunu?” diye sordu öğrenciye.. Gelen Boris’ti. Yüreğim ağzımda, nefes bile almadan gitmelerini bekliyordum.. Nöbetçi kekeleyerek “E-e-evet” dedi.. “Sen mi içtin hani hoh de bakayım” diyerek nöbetçinin ağzını kokladıktan sonra “Hmmm iyi bakalım sen içmemişsin.. Neyse” diyerek tuvaletlerden çıktı Boris.. 10 dakika boyunca kapı arkasından kımıldayamadım.. Kaslarımın gevşeyip “Biz varız” demelerinin ardından tuvalet kapısının arkasından yavaşça süzülüp koridora kulak kabarttım.. Nöbetçi masasındaki sandalyenin yere sürtme sesi geldiğinde “Anlaşılan Boris gitti de nöbetçi şoku atlatmak için yerine oturabildi” diye rahatlayarak elimi yüzümü yıkayıp koridora çıktım..


Boris alkışlayarak “İşte en favori öğrencim de sonunda geldi” deyip bana doğru yürümeye başladı.. Korkudan aklımı kaçırmak üzereydim.. Dilimi üst dişlerime var gücümle sürtüp yutkunarak sigara kokusunu yok etmeye çalışıyordum.. Hafiften nefesimi burnuma doğru üflediğimde sigara kokmadığımdan emin olup kendimi rahatlatmaya çalıştım.. “Uzat bakalım ellerini” diyerek gülümsedi Boris.. İki elimi de, ellerime vuracak sanıp, uzattım.. Boris ellerimden tutup ikisini de kokladı ve “Özlemiştik seni” diye gülümseyerek yaka kartımı aldı.. “Sabah savunmanı Lama’dan mı Atom Karınca’dan mı almak istersin?” diye gülerek uzaklaştı ve kat çıkışında bana dönerek “Hangisi?” diye yineledi soruyu.. “Ortaya bir karışık?” diyerek gülümsedim.. Olayın kötü tarafı “Sigaradan mı yakalanmak”; yoksa “Sigaradan Boris’e mi yakalanmak” bilemiyordum ama siki tuttuğumun resmi kanıtıydı bu.. 3 haftasonu ceza; eksi 6 disiplin puanı; ailene gidecek bir uyarı mektubu; bir dünya nasihat ve yatağının dolabının talan edilerek rastgele gün ve saatlerde aranması….. Olacak iş mi bu amk! Kim gecenin bu saatinde sigaradan yakalanır ki!

Yorumlar