Bölüm 150

İlk öpüşmenin verdiği o tuhaf his; ve ardından ne söylenmesi gerektiği konusunda hiç bir fikri olmayan iki insan.. Efsane Anıl..


Boş boş uzaklara bakıyorduk.. Boşuna “hayat öpücüğü” denmiyor o hayata döndüren müdahaleye.. Bu öpüşme faslı da beni ayıltmıştı. “iyi mi oldu; kötü mü oldu?” diye içimi karartırken “Pşşt” diyerek göz kırptı “hayatım” bana.. “Hıı” dedim böyle huysuz anaokul çocukları gibi.. Efsane yeniden göz kırpınca kendime engel olamadan sırıtmaya başladım.. Elini omzuma atıp başımı omzuna yaslattı.. “Abi görecekler..” dedim.. “Eeee?” dedi sanki her Allah’ın günü etrafta yüzlerce erkek sarmaş dolaş geziyormuş ve bu dünyanın en normal olayıymış gibi.. “Ne eee’si abi ne deriz amk!” diyerek başımı kaldırmaya çalıştım.. Eliyle daha sağlam bastırıp “Sen uyur taklidi yaparsın; ben de sarhoş olduğunu söylerim” dedi..


Bir omuz bu kadar mı iyi hissettirir insana! El ele tutuşmuyorduk ama omzuna yaslanmak bile yüzümü güldürüyordu.. Körfezi hiç bu şekilde izlememiştim daha önce.. İzmir daha bir turuncu; gece daha bir aydınlıktı ben onun omzuna yaslanmış şekilde otururken.. Kayalara vuran ufak dalgalar.. Yüzümü şenlendiren nemli hava… Arkamızda uyur uyanık halde şarkılar söyleyen arkadaşlarımız.. ve İzmir! İzmir, o gece “huzur” kokuyordu.. Doya doya içime çektiğim “huzur”..


Göreceksin o ağlatan aynada “elveda” derken kendini…ama görmeden önce yaşaman gerekenler var Anıl! İşte ertesi gün sınav sonuçlarımızı beklemek üzere kantine giderken midemi bulandıran buydu.. Veda.


“Vedalardan nefret ediyorum!” demiştim değil mi?


Herkes kantindeydi; yaz okuluna kalan tüm öğrenciler.. Korku ve kaygı o kadar yüksekti ki gıkımız çıkmıyordu.. Arada konuştuğumuzda da fısıldıyorduk birbirimize.. Efes birden “Sikerim yaa, ne olacaksa olsun artık amk! Sabahtan beri piç gibi bekliyos lan!” diye bağırdı.. Kıvırcık, elini Efes’in omzuna koyarak “Şşşşt tamam sakin ol oğlum.. Gider ayak ceza almayak…” dedi. O an “umudun hesap anı”ydı.. Hepimiz birbirimize bakıyor, hesabı başkası ödesin diye bekliyorduk..


Sonunda Lama ile Atom Karınca; ellerinde kağıtlarla kantine geldiler ve “Toplanın etrafıma” diye anons yaptılar.. Lama “Evet arkadaşlar; sizi bu kadar beklettiğimiz için kusura bakmayın; matematik sınavlarının sonuçları ancak ulaşabildi elimize…” diye başlayarak sırayla öğrencilerin ismini okuyup “geçtin/kaldın” diyordu.. Sıra bana geldiğinde “Anıl?” diye etrafına bakındı; “Burdayım” diye seslendim ayağa kalkıp.. “Kaldın.” dedi..


“Efsane?” diye seslenip ekledi; “Efsane; sen geçtin evladım valizlerini toplamaya gidebilirsin..”


İçime öküz oturmuştu.. Pan omzuma dokunarak “Olsun abi takma yaa, tek ders sınavında halledersin” dedi.. Pan’ın bunu demesiyle gözlerim daha da bir doldu.. Ardından “Pan?” diye seslendi Atom Karınca; “Evladım sen de kaldın, valizlerini toplamaya gidebilirsin..” diye de ekledi.. Pan; “Kaldıysam gidemem ki? Yani tek ders sınavına hazırlanmak için okulda kalmamız gerekmiyor muydu?” diye sordu.. Atom Karınca “Kaldın derken kaldın demek istedim; yani sınıfta kaldın evladım..” diyerek başını eğmişti.. Zaten kirpiklerimin ucunda bekleyen göz yaşlarımı Pan’la göz göze gelince daha fazla engelleyemedim.. Birden sarıldım… Böyle bir şey için söylenmelik tek kelimem yoktu; ve aptal aptal espri yapamayacak kadar da üzgündüm.. “O kadar üzüldüm ki; o kadar üzüldüm ki….” deyip duruyorum ya; işte ben hiç “bu kadar” üzülmemiştim daha önce.. Üzüntü hep taksit taksit gelmişti bana.. Pan’la sarıldığımızda ben çoktan kendimi kaybetmiştim.. Çocuklar gibi ağlamaya başladım.. Zavallı Pan; ondan önce benim ağlamama çok şaşırmıştı.. Nereden bilsin ki ben aynı gün içinde hayatımdaki iki insandan olmuştum.. Efsane mezun olarak gidiyordu; Pan sınıfta kalarak…


“Karşıma kim çıktıysa herkesi kendim gibi sandım” yalanı bir dilencinin “Zenginler sokağındaydım ama aç kaldım” demesi gibi…. Ne herkes “kendim” gibiydi; ne de her zengin “cömert”… İşte hayat da her zamanki gibi zengindi; ve bu yüzden her gün farklı yaşanmışlıklara gebeydi.. Zengindi fakat cömert değildi puşt! “Kendim gibi” olmasalar dahi “kendime en yakın” olan iki insana “kendine iyi davran” demek ne kadar zor geldi, ne kadar zor geldi var ya! İşte ben o an yaşadığım krampları tasvirleyebildiğim gün “yazar oldum” diyeceğim…


Dağ yıkan hasretleri gömdüm o çocuk yaşımda, gömdüm de bir türlü öğrenemedim “elimde olanın, elimde kalamayabileceğini”… Öğrendiysem de “alışamıyordum” bir türlü.. Ne demek abi! Ne demek lan bir gece öncesini omzunda harcadığım adama veda etmek! Kimin hakkı var onu benden uzaklaştırmaya! ve bana kimse “zamanla alışırsın” demeye cesaret edemedi bu sefer… İlk kez üzüntümü anladılar; ve kimse yanımıza gelip bölmedi vedamızı Pan’la…. Kardeşimin valizini hazırlarken, ikimizin olan tshirtleri katlarken öyle sessiz sessiz ve öyle güzel ağladık ki.. Hiç utanmadık birbirimizin yüzüne bakarak ağlamaya; hiç utandırmadık birbirimizin göz yaşını..


Burnunu hafif çekerek “Asıl koyan ne biliyor musun lan…” dedi titreyen bir sesle.. Bakışlarım meraklı olamayacak kadar üzgündü; o yüzden “Ne?” diye sordum sadece.. “Sınıfta kalmak koymadı abi.. Ben ne yapıcam bu okulda, kiminle gezip kiminle sigara içicem.. Kiminle dertleşicem…” derken Pan; sözünü kestim.. “Amına kodumunu malı! Ölmedik lan daha; cenazeme sakla bu lafları!” dedim.. Bir anda kahkahalarla gülmeye başladık.. Her gülenin sevinçten ağlamadığını öğrendim o gün.. Gülerken de kahrolabiliyormuş insan.. Gülerken de üzülebiliyormuşsun..


Hayat çok tehlikeli.. Yaşayan ölür.. ve bir de yaşarken ölenler var.. Düş yakamdan be hayat! Düş de var git yoluna..


Kardeşimin; Pan’ımın valizini hazırladığımızda oturduk valizin üstüne kapatmak için.. ve oturduğumuz gibi de birer sigara yaktık.. Ardından birer sigara daha..


“Bir sigara yaşadıklarımıza, bir sigara da yaşayamayacaklarımıza…”


Durup durup “Ben şimdi ne dicem evdekilere” diyerek krize giriyordu.. Efsane’nin bana yaptığı gibi ben de Pan’ın başını omzuma yaslattım.. O bir ağladı, ben beş.. “Bir yolunu bulcaz oğlum…” dedim çaresizlikten çatallaşan sesimle.. “Bir yolunu bulcaz…” diyerek derin bir of çekti..


Dostum… Kardeşim.. Camel’ım… Kırmızı basmalı tokai’m… Gülen yüzüm… Dertleşebildiğim tek insan…


Kafamı duvarlara vurarak parçalayasım vardı.. Boğazımda bir demir yumruk, yakmaktan öte “parçalıyordu” göğsümü.. “En azından sen evine gidip biraz kafanı dinleyeceksin.. Bana onu bile çok gördü Boris.. Hem belli mi olur lan bakarsın ben de kalırım..” dedim.. Yüzüme öyle ani ve öyle sert baktı ki.. “O orospu çocuklarına inat geçeceksin!” dedi.. Yine ağlamaya başladık.. Durdurabilene aşk olsun.. Günah değildi.. Ayıp değildi.. Yasak değildi kardeş olmak!! Bedenimi paylaştığım insanlardan ayrı düşmeyi anladım da; bedellerimi paylaştığım dostumu neden aldılar…


Ödül değilsin, ceza değilsin.. Sen hep benimlesin “yalnızlık”..

Yorumlar