“Lan?” diye bana döndü Pan elimdeki kolonya şişesine bakarak.. “Haa?” dedim.. “Acaba şat mı içsek ilk bi kafalar çakır olana kadar?” diye sorunca kendimi tutamadım.. İkimiz de ellerimizle ağzımızı kapata kapata gülmeye başladık. An itibariyle “kediye pandik atan fare”ler gibiydik, yine yasak olan bir şey yapcaz ya böyle içimiz içimize sığmıyor.. Bardaklarımızın çeyreklik bölümlerini kolonyayla doldurup kadeh kaldırdık, öyle mutluyuz ki anlatamam.. “En kötü günümüz böyle olsun!” dedi pet bardağını bana doğru kaldırıp; “Ağzından yel alsın amk, bundan daha kötüsü de bi zahmet olmayıversin” diyerek güldüm.. “Harbi lan, şimdi rakı içmek vardı oğlum” dedi efkarlı efkarlı.. “Siktiret, kolonya müthiş!” dedim yine sırıtarak.. Bir ağızdan “Hadi bir-kiiiiii-üç” diyerek fondipledik.. Aynı anda bardakları sıraya fırlatıp ellerimizle ağzımızı yellemeye başladık.. Yok böyle iğrenç bir tat abi! Acııııı, yakıcııııı, kusturucuuuu.. Hani bir “biber acısı” vardır, bir de “antibiyotik şurup acısı”.. İşte bu lanet kolonyada bu acıların ikisi de vardı! Öğüre öğüre dört dönüyorduk etüt odasında.. “Lan bi sigara içek” dedim ağzımdan fırlamaya can atan salyalarımı toparlamaya çalışarak.. Pan başıyla onaylarken hala “Örgh öhhöööeeee” diye öğürüyordu.. Tuvalete gittik ama çakmak tutukluk yaptı bu sefer, kodumunu çakmağı sigara içmememiz için direniyordu resmen.. Pan’a “Yok abi sen bekle burda” diyerek fırladım tuvaletten ve dolabımdan yedek şarj aletimi alıp geldim.. “Napcan oğlum bunla?” dedi Pan “hay amk senin” der gibi bi sesle.. “Ateşi yeniden keşfetcem” diyerek güldüm ve etüt odasına giderek kolonyayı aldım..
Pan dilini tişörtünün kollarına sürtüp duruyordu beni izlerken.. “Yok abi şat içmeyelim biz bunu, dilim götüme yapıştı amk! Şeftali suyuyla daha iyi olcak ama bak ciddiyim” dedi birden.. “E o zaman etüt odasındaki bardaklara hazırlasana birer tane şeftali suyuyla?” dedim.. Pan tuvaletten çıkınca ben de yedek şarj aletinin telefona bağlanan ucundaki o giriş’i dişimle kopartarak kablonun içindeki kablocukların 2cm’lik kısmını birbirinden ayırdım.. Alt tarafı birer şat kolonya içmiştik ama hafif kafamı bulandırmaya başlamıştı.. Pan elinde şeftali suyuyla dolu bardaklarla geri döndüğünde beni, şarj aletinin kablosunu kemirirken, görünce “Abi kafayı buldun sanırım” dedi.. Gülerek “Yok lan, versene şu kolonyayı bi” diyerek aynanın önündeki o öteberi koymaya yarayan yere kolonya sıkıp, şarj aletini prize taktım.. Pan “Oha oğlum lan napıon dur manyak mısın?!” diyerek kolumdan tuttu.. “Rahat ol lan dur bak, şimdi sen birer tek sigara çıkar bize.” dedim yine sırıtarak.. Ardından prize taktığım şarj aletinin, o birbirinden ayrıştırdığım kablocuklarının plastik kaplı kısımlarından tutup, açıkta kalan bakır telleri birbirine sürterek aynanın önüne sıktığım kolonyayı tutuşturdum.. Pan “Vuhuaaaaauooooooovv! Lan naptın amk oha lan büyü yapar gibi oldu lan oha oha oha” diye alkış tutuyordu, usulca eğilip bi sigara yakıp Pan’a uzattım “Buyur karşim” diye böbürlenerek.. Aynanın önündeki kolonya alevi can çekişirken diğer sigarayı da Pan’ın sigarasından yakıp kabinlerin önüne geçtik.. Hazır sigaralar elimizdeyken birer yudum da şeftali suyuyla hazırladığımız “kokteyl”lerden aldık ama yine o “göt ifade”yle birbirimize bakakaldık. O iğrenç acı tadı kamufle etmeye yetmemişti meyve suyu, içki içiyor gibi değil de daha çok bayramda el öpüyor gibiydim o kolonya kokusu yüzünden.. Pan “Hadi o zaman bir-kiiii-üç” diyerek fondipledi bardağını; ben de peşi sıra takip ettim.. Yine öğürerek sağa sola tükürmeye başladık.. Ardından sigaralarımızı içip, söndürmeden evvel yeni sigaralar yakarak yeni bir kokteyl hazırladık..
Başladığımız işi bitircez ya böyle kafalarımız taşşak gibi olana kadar devam ettik içmeye.. En son etüt odasına giderken elimizde boş bir kolonya şişesi vardı.. Dolabımdan traş kolonyasını aldım sigara yakabilmek için.. Pencereden bakarken “Ah be oğlum… Şimdi dışarda olmak vardı…” diyerek boynunu büktü Pan.. Okul bahçesindeki palmiye ağaçlarını sayıyordum.. Birden “Hiç şu açıdan düşündün mü bilmiyorum ama dışarda olsaydık… yani cidden şu sikik okula hiç gelmeseydik çok iyi olurdu da….” dedim.. Pan kafasını sallayarak onaylıyordu.. “Ama birbirimizi hiç tanıyamazdık la.. Ne bileyim, ben bazen iyi ki burdayız diyorum.. Hem dışardakiler kadar az derdimiz olsa kafayı yerdik be abi, düşünsene hayat ne sıkıcı olurdu.. Bak şimdi bi kolonya bile bizi mutlu ediyor, ama dışardakiler öyle mi? Bira bulsalar votka isterler, votka bulsalar tekila diye ağlarlar…” diyerek devam ettim gözlerimi palmiyelerden ayırmadan.. “Offfffff… Bazen çok malsın ama çoğu zaman çok haklısın” diyerek güldü Pan.. Elimle uzaklardan göz kırpan bir öbek turuncuyu işaret edip “Şurayı görüyor musun?” diye sordum.. “Şurası mı? Hani şu şehrin ışıklarından biraz ötesi?” diye sordu Pan.. “Hah evet! Orası neresi?” diye sordum.. “Bak şurası Bornova, Bayraklı falan da şurası.. Şu taraf Karşıyaka.. Bilmem belki orası da Çiğli falandır yaa.. Bu arada biliyor musun Karşıyakalılar kendilerine İzmirliyiz demezler.. Nerelesin diye sorunca 35.5 derler..” dedi bana.. “Neden ki?” diye sordum.. “Hani siz Tekirdağlılar Avrupalısınız ve bizler de Anadolu yani Asyalıyız ya; hah işte bu da onun gibi bi mesele” diyerek vurdu omzuma.. “Ama biz cidden Avrupalıyız oğlum yaaa” dedim hala ikna etmeye çalışır gibi.. “Tamam lan sakin, bi şii mi dedik amk” dedi eliyle yanağına dokunup “kes lan traşı” der gibi sırıtarak.. “Am kafalısın oğlum, biz ne kadar Avrupalıysak, sen de o kadar am kafalısın..” dedim kaşlarımı “harbiden ama” der gibi kaldırıp oynatarak.. Gülmeye başladık..
Gülerek “Otuzbeş buçuk”un ışıklarını seyre daldık.. “Lan sence geçebilcez mi bu yaz okulunda?” diye sordum.. Hiç umudum yoktu ama olur ya böyle bir dosttan “Tabii ki geçicez lan deli misin! Oğlum biz var ya biz, değil geçmek, amına bile koruz istesek lan..” tarzı sözler beklersin… “Yok lan hiç sanmıyorum…” dedi Pan, tüm o beklentilerimi sikip atarak.. Bu yüzden Pan sadece dostum değil, kardeşimdi de.. Çünkü bana benim duymak istediklerimi söylemeye çalışmıyordu.. Ve ben her ne zaman ondan beyaz bir yalan beklesem, o bana turuncu bir gerçekle geliyordu.. Bu gecenin turuncusu ne “başlangıç”a ne de “son”a aitti; bu turuncu yalnızca ve yalnızca “bizim” turuncumuzdu, haa bir de “şeftali suyu-kolonya” kokteylimizin..
O gece ben bu kolonyayı kendi “hayat”ıma benzettim.. Kolonya’daki gibi hayatın da “acıları” birden fazlaydı.. Kimi “acı” yakarken, kimisi öğürtüyordu.. ve tüm o acılar zamanla silinip giderken geride kafası en az hayatı kadar güzel bir Anıl bırakıyordu.. Bazen “iyi ki de….” diyorum.
İyi ki de………