19 Şubat 2001'de ben "eşcinselim" dedim. Önceleri kendimi zorlantili bir biçimde kadınlarla beraber olmam gerekirmiş gibi her gün hazırlardım güne başladığım sıralarda, evden okula doğru yürürken. Okulum, yani lisem, benim için hayatimin tek sosyalleşme yeriydi birçok diğer insan gibi. Bende diğer insanlardan belirli bir farklılığın olduğunu öğrendiğim 12 yaşımdan beri pek de sosyalleşmek için uğraşmamıştım dünyayla. Dünyayla barışık olmadığım gibi kendimle de barışık değildim. Homoseksüel kelimesiyle, onun ne anlama geldiğinden çok uzak olduğum bu 12 yaşımda benimle alay etmeyi pek seven bir çocuk sayesinde tanıştım. O güne dek en geç 10-11'de uyumuş olan ben, kafamda sorgulamaktan çok korktuğum bu sözcüğün yüküyle 12-1-2-3 bazen hiç uyumaksızın sabaha kadar beklerdim günün aymasını.
2001 yılına kadar geçen 5 yıl süresince birçok ayrımcılığa uğradım. Çevremden kimseye yansıtmamaya çalıştığım bu ayrımcılıkların başında sözlü tacizler geliyordu. Gün boyu tuvaletlerden uzak kaldığımı hatırlıyorum ortaokul ve lise boyunca. Ne zaman erkekler tuvaletine gitsem oradan iteklenerek çıkartılır kızlar tuvaletine sokulmaya çalışırdım. İstanbul'un iyi bir Anadolu Lisesi'ne gitmeme rağmen içinde Türkiye'nin her yerinden ve her kesiminden gelmiş yüzlerce çocuğun okuduğu bu ortamda homofobik davranışlar da alabildiğine renkli ve birbirinden farklıydı. Tuvaletlerde yaşadığım krizler dışında, okul bahçesinde, koridorlarında yürümek de ayrı bir zulümdü. Zaman zaman, sınıfıma başka sınıflardan gelen çocuklarda birbirlerine "o top burda, bak" diye beni gösterirlerdi. Bazı kızların da bana gelip "oğlum bak kızlarla takıl, çok yakışıklı çocuksun, hareketlerine tavırlarına dikkat et, yazık olur sonra" diye konuşurlardı. Bir gün sınıftaki tahtaya adımla ilgili bir tekerleme yazılmıştı… Bunu yapan çocukta bir grup başka çocukla beraber bu tekerlemeyi yüksek sesle hiç durmadan sürekli tekrar ediyorlardı. Ben içeri girdiğimde doğrudan o çocuğun üstüne doğru yürüdüm… Onu dövmeye, her türlü kötülüğü yapmaya hazırdım… Lakin gücüm onunkinden az çıktı, beni yumruklarıyla kısa bir süre sonra yere düşürmeyi başardı. Ben bir kaç kez tekrar saldırmaya çalıştım her defasında, mideme ağır yumruklar yiyerek yere düşürüldüm. En sonunda pes etmek zorunda kaldım… İki gün mide ağrısıyla kimseye bu olayı söylemeden okuldan eve - evden okula yaşamaya devam ettim. Sonra aşağı yukarı 5 yıl sonra bu olayı tekrar hatırlamak üzere tamamiyle varlığını unuttum… Bu olayı tekrar hatırladığım gün yaşadığım acıyı hala hatırladığımda gözlerim doluyor. Ama eskisi gibi üzülmüyorum… Çünkü çok daha fazla hüzün yaşandı, mutluluklar oldu… Yine bir şekilde ayağa kalkabiliyor insan.
Haliyle bende çeşitli platonik aşklar yaşadım bu evrelerde. Etrafıma sesimi çıkarmadan uzun süre içime atarak geçirdim bu zamanları. Herkes sevgili anlamında niye kız arkadaşım olmadığını, neden sürekli kızlarla yakın arkadaşlık kurduğumu, niye kırıttığımı, sesimin neden ince olduğunu bana sorup duruyordu. Artık herşeye kulaklarımı tıkamıştım. Onca alay, taciz, huzursuzluk pek de fazla canımı yakmaz olmuştu zamanla. Kendini sınıfın iktidarı sayan birçok kız ve erkeğin yakın arkadaşları, dert ortakları olmaya çabalamıştım biraz popüler olmak için. Çoğu insan çok fazla duygusal olduğumu, ne kadar iyi niyetli olduğumu söyler olmuştu. Evet fazla duygusaldım, evet iyi niyetliydim, onlara göre kadınsıydım, toptum, ibneydim… Ağızlarından çıkan her türlü boktan kelimeydim. Zavallı Türkçem küfürlere geldiğinde pek üretkendi.
Orta üçteyken internetle tanıştım. O zamanlar mIRC bugünlerdeki gibi çok kötü bir chat ahalisiyle dolu değildi. Gay sayfalarına girip gaylerle konuşmadan evvel kendimi kız olarak tanıttığım bir sürü erkekle chat yaptım… Sonralardan bunun hastalıklı olduğunu düşünüp bıraktım. Bir ara o kadar çok ileri gitmiştim ki İzmir'den bir çocukla aşk bile yaşar hale gelmiştik. O benden ta ki telefonumu isteyip de işi daha önemli bir hale getirmeye çalışınca tabii hayal-i hüsrana uğrayıp görüşmeyi bıraktım. Her defasında hem merak hem de aşırı bir suçluluk duygusuyla kavruluyordum o sıralar. Derken gay sayfalarına da girmeye başladım. Ve Yunanistan'da yaşayan bir çocukla tanıştım. Biseksüeldi ve benden çok hoşlanıyordu… O sıralar her ne kadar sanal da olsa hayatımda ilk kez böyle duygular besliyordum birine karşı… Anlaşılmış olduğumu, yaşadıklarımın başkaları tarafından da yaşandığını öğrenmek gerçekten çok iç rahatlatıcıydı. Konuşmaya başladığımız günden birkaç gün sonra ne yaptığımı sorgulamaya ve neye doğru ilerlediğimi düşünmeye başladım. Bana ısrarla biseksüel ya da gay olup olmadığımı soruyordu. Ben karmakarışıktım. Bir kaç gün ihtiyaç duyduğum zamanlar dışında kimseyle konuşmadığımı, sürekli ağladığımı hatırlıyorum. Ta ki aynı kursa gittiğim arkadaşarımdan birine telefon açıp çok kötü olduğumu, onunla konuşmaya çok ihtiyacım olduğunu söyleyene kadar. Umut adındaki bu arkadaşım da bana azar azar hayatındaki tecrübelerden bahsediyordu o günlerde. Erkeklerle beraber olduğunu, erkeklerden hoşlanıyor olduğunu biliyor ama kafamda yarattığım ve sürekli alay edildiğim prototip, medyatik eşcinsellere benzetilmekten ve onlar gibi olacağımdan ötürü çok korkuyordum. Türkiye'de görünür eşcinsellik kadınsılıkla ayyuka çıktığı için, kadınsılık cinsel yönelimle eş değerde tutulduğu, herşey alabildiğine heteroseksüel bir bakış açısıyla sınıflandırıldığı için bu korkum çok doğaldı. Bugün kimseye duruşundan ötürü kızgın değilim. İnsan istediği her şekilde kendini görünür kılabilir, bunun ne kadar doğru veya yanlış olacağı tartışılabilir. Velhasıl Umut'la buluştuk ve dört saate yakın konuştukÂ… Sonlara doğru bana "aramıza hoşgeldin, sende geysin" dediğini hatırlıyorum. O konuşmadan sonra ne kadar rahatladığımı, eve doğru giderken hayatımda kendimi gay olarak ifade ederek içimden koca bir yükün ağır ağır döküldüğünü farketmeye başladım. Tabii iş keşke ben geyim demekle kalsa, çok kısa bir süre sonra aileme geyin ne olduğunu anlatmaya çabalamaya çalışırken ben bile doğruluğuna inanıp inanmamakta çok gidip gelecektim.