Eşcinsel olmaktan gurur duyuyor musunuz? 18
The result is only visible to the participants.
Psikoloji biliminin üç büyük öncüsü olanFreud, Jung ve Adler eşcinselliğipatolojik bir durum olarak görmüşlerdir. Freud’la başlamış olan, erken dönemli bir yığın psikodinamik araştırma ve kuram, eşcinselliğin doğuştan getirilen organik bir durum olmadığını göstermiştir. Ancak bugün homoseksüellik birçok ülkede bir bozukluk olarak yer almamaktadır. Eşcinselliğin bir bozukluk olarak görülmemesine sebep olan herhangi bir yeni araştırma yapılmamıştır, profesyonellerin tartışmalarına son verip bu mevzuda son sözü söyleyen ise paracı sistemin dayattığı politikalar olmuştur. Aynı şekilde hoşgörüsüz bir görüntü vermemek için dikkatli davranan hekimler ve entelektüeller de eşcinselliği düzgüsel kabul etmişlerdir. Fakat sokaktaki vatandaşlar için aynı şey söz mevzusudeğildir, onlara nazaran bu durum hiç de düzgüsel bir eğilim değildir. Yani kişinin cinsel olarak kendi cinsine ilgi duyması olarak tanımlanabilen homoseksüellik; çoğu zaman cemiyet tarafınca kabullenilmeyen ve düzgüseldışı bir unsur olarak değerlendirilen bir durumdur; çekirdekleri çocuklukta atılan, buluğluk çağlarında belirginleşen bir cinsiyet kimliği sapmasıdır; doğuştan gelmez ve genetik geçişi olan bir hastalık değildir. Ancak bu görüşe aykırı olan düşünceler de vardır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), eşcinselliği 70′li yıllarda hastalıklar ve rahatsızlıklar kapsamından çıkartmıştır. Benzer şekilde Amerikan Psikoloji Derneği (APA) da eşcinselliğin bir tercih olmadığını, organik bulunduğunu ve değiştirilemeyeceğini açık ve net bir halde belirtmiş ve 26 Şubat 1990’da aşağıdaki deklarasyonu duyuru etmiştir:
“Eşcisellik ne bir hastalıktır ne de moral bir yoksunluktur. Sadece toplumdaki bir azınlığın sevgiyi ve cinselliği ifade tarzıdır. Gayların ve lezbiyenlerin , ruhsal olarak sıhhatli oluşu birçok araştırma ile belgelenmiştir. Araştırmalar cinsel yönelimin temelinin yaşamın ilk yıllarında hatta olasılıkla kısmen doğumdan ilkin atıldığına işaret etmektedir. Eşcinselleri “Onarma” girişimleri ruhsal üniformaya bürünmüş toplumsal önyargıdan başka bir şey değildir. Cinsellik ve cinsel yönelim, varlığımınızın temel unsuları olarak kişisel koheziflik duygumuzun ve dünyada rahat ediş düzeyimizin mühim belirleyicileridir. Eşcinselliğin bir hastalık yada ahlaksızlık olduğu varsayımı, bu azınlığa dahil bireyler için kendini ifade etme, sevme ve insanlığa bağlılığın en derin formlarını acı çektirici bir suçlanma ve kendinden nefret etme kanalıyla bu an bir duygusal, sevisel ve spiritüel hapishane yaratır. Sağlıklı ve kendi insanlığı ile barışık heteroseksüeller, homoseksüeller sebebiyle içsel tehdit yaşamazlar. Sağlıklı heteroseksüeller, eşcinselleri baskı altına alma gereği duymazlar. Sağlıklı heteroseksüeller eşcinselleri onarmaya kalkışmazlar. Bu gün toplumun karşısındaki esas sorun niçin insanların birbirini belli bir halde sevdikleri yada bu sevgiyi aradıkları değil, iyi mi olup da bazılarının sevmekte bu kadar yetersiz olduğudur.”
Yukarıdaki deklerasyonda homoseksüellik tek bir durum, yönelim yada hastalık olarak ele alınmıştır, oysa ki homoseksüellik 12 alt tipi olan bir hastalıktır ve bazı alt tipleri (eyleme vurulmayan homoseksüellik, geçici homoseksüellik ve yalancı homoseksüellik) tedavi edilebilir.
Eşcinsellere verilen adlardan en oldukça kullanılanlardan biri yabancı bir dilden aktarılmış olan eşcinselkelimesidir. Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü’nde homoseksüelin karşılığı ise; cinsel isteklerini kendi cinsinden kimselerle yatıştırmak huyunda olan kimsedir. Cinsel terslik olarak da adlandırılanhomoseksüellik; adam yada hanım olarak bir insanoğlunun libido yönelimi ve doyumu itibariyle gene kendi cinsine sevgi ve cinsel ilişki arzusu ile dönmesidir.
Eşcinsellik kapalı bir kutu gibidir. Kişinin eşcinselliği anlaması ve bu mevzuda kendisine ya da çevresindekilere destek olabilmesi için ilk olarak aydınlanması ve niçin bu duyguları hissettiğini anlaması gerekir. Çünkü homoseksüellik doğuştan gelmez, genetik geçişi olan bir hastalık değildir, gelişimsel bir problemdir ve çoğu zaman erken çocukluklarında, çocuk ile aynı cins ebeveyn içinde yaşanmış olan problemlerden doğar.
Heteroseksüel gelişmenin sağlanmasında her iki ebeveynin ortak katkı ve desteği gerekir. Böylece çocuk, kendini karşı cins ebeveynden ayrıştırıp aynı cins ebeveyn ile özdeşim kurabilir. Bu özdeşim başarısız olursa, cinsel kimliğinin içselleştirilmesinde de başarısızlık meydana gelebilir. Yani baba yada anne yoksunluğu başta olmak suretiyle aile dinamiklerinin şahıs üstündeki negatif tesirleri sonucu homoseksüellik gelişebilir. Cinsiyet özdeşimini başarıyla tamamlayamayan çocuk, bir tek babasına yada annesine yabancılaşmakla kalmayıp hemcinsi akranlarından da uzaklaşabilir. Şu an ki bilimsel veriler eşcinselliğin genetik temellere dayanmadığını gösteriyor. Yani genetik olarak herhangi bir anormalliği olmayan bir insan, hanım yada adam cinsiyetiyle doğar. Biyolojik cinsiyeti ve daha sonrasında gelişen cinsel kimliği, bir kaba benzetebiliriz. Çevresel etkisinde bırakır bu kabın içindeki sıvının yalnızca yoğunluğunu değiştirebilir, özünü değil. Yani homoseksüellik özdeki heteroseksüelliğe aykırı bir duygulanım ve yaşantıdır.