Özellikle günümüz Türkiye'sinde din bireysel ve toplumsal yaşamımızda oldukça belirleyici bir etken. Şuanki kültürümüzün zeminini de oluşturan dinler insanlık için çok önemli bir yere sahip. Özellikle de dini merkeze almış toplumlarda bu fark seküler kesime göre daha fazla.
Dinler neydi ve Nasıl oluşmuş olabilir?
Medeniyetin ilk dönemlerinde insanlar çoğunlukla ateşe, suya ve ürkünç hayvanlara tapıyorlardı. Onlardan korkuyor, Onları kendilerinden üstün tutup onları memnun ederek hayatlarını kolaylaştırma gayesi güdüyorlardı. Ne var ki insanlar artık ateş, su ve ürkünç hayvanları anlamaya onları yönetmeye ve kullanmaya başladılar kendilerine tapınacak daha kudretli nesneler buldular. Bunlar güneş, ay gibi gezegenler, yıldırım ve kasırgalar gibi doğa fenomenlerinden başka birşey değildi. Aslında Tapınılacak varlık insanlara daha uzak ama daha korkunç olmuştu. Basit olandan karmaşık olana doğru kat edilen yol gibi. Ancak insanlar bunları da anlamakta çok zorlanmadı. Artık gezegenler ve onların uyduları, doğa olayları onları tapınılacak kadar kudretli özellikleri olmadıklarını ve bunların basit şeyler olduğunu anladıkları zaman tapınılacak daha kudretli varlıklar peşine düştüler. Bunlar olsa olsa farklı boyuttan tanrılar olabilirdi. Bizim göremediğimiz ulaşamadığımız bir yerde varlığı ilelebet süren bir tanrı. Ancak artık tapındığımız Tanrı çok fazla bilinmeyen içeriyordu ve insanların duyu organları ile fark edilemeyecek bir boyuta ulaşmıştı. Herşey daha karmaşık olmuştu. Bundan dolayı insan elçiler olduğunu varsayıp tanrının emirlerini insanlara bu elçiler ile sunduğunu öne sürdüler. Bu elçilerin insan olmasını insanlara yakınlık olarak ifade ettiler. ve nesnel bir tanrı olmadığı için tanrıyı memnun etmek adına ritüeller yaptılar. Yanan ateş tanrı modelinde tanrıyı memnun etmek basittir. Birkaç odun atarsınız ve tanrının kükrediğini herkes o anda görür ve işitir. Ancak soyut tanrı modelinde bunu yapmak zordur. Mucizeler gerekir. Ayın ortadan ikiye yarıldığını ancak bunu sadece elçiler ve onlar kadar bilgili bazı insanların gördüğünü öne sürmek gerekir. Tanrıyı memnun etmek için de çeşitli ayinler yapılmalıdır. Çünkü tanrının var olmasının sebebi onu memnun etmek ve karşılığında rahat bir yaşam ve ölümden sonra gidilecek kıymetli cennet kavramını yaşatmak gerekir.
Devletler de bu soyut tanrı kavramını merkezi otoriteyi güçlendirmek için kullanmışlardır. Hatta sanıyorum ki en kolay ve sorgulanamaz yol budur. Kendisi tanrının sorgulanamayacağı ilkesine dayalı olarak harika bir otokontrol mekanizması da getirir.
Peki Tanrı inancı insan doğası için gerekli mi? İlkel insan neden anlamadığı herşeyden korkmuş ve ona itaat etme zorunluluğunu hissetmiştir? Bizler aslında büyük ölçüde içgüdülerimizin esiri olan basit hayvanlardan başka bir şey değil miyiz? Her ne kadar medeniyetimizin bu kadar gelişmiş olduğu son yüzyılda bile.
Tanrı inancının olmadığı ateist bir toplum modeli geçmişte oluşabildi mi? Yoksa istisnasız bizler bir tanrıya inanma ihtiyacı hisseden canlılar mıyız? Bunun soyut düşünebilme yeteneğimizin bir parçası olarak mı görmeliyiz yoksa Tanrının bizzat kendisi tarafından bize verilen bir özellik olarak mı görmeliyiz?
İnsanlar anlamadığı her konuda tanrıya atıf yaparken kolaycılık mı sağlıyor yoksa anlamadığı konuları araştırırken tanrının otoritesini sarstığını mı düşünüyor?