Bölüm 173

O akşam kendi yatakhaneme girdiğimde çok daha dinç ve bir o kadar da güleryüzlüydüm.. Doğruca Çak’ın yanına gidip “Yoklamadan sonra bir işin var mı?” diye sordum.. “Yok; n’oldu ki?” diyerek uzandığı yatağında oturur pozisyona geçti.. “Bilmem, belki oturur muhabbet ederiz ha?” diye gülümsedim.. Çak “Tamam, tabii olur, tamam” derken ben çoktan “Hadi görüşürüz” diyerek kendi dolabıma doğru yol almaya başlamıştım.. Hem sadece bir gece; muhabbetleri hoşuma gitmezse “En azından denedim” der öyle reddederim..


Açık konuşayım; kendimi bildim bileli çok şeyin azı benim olduğundan dolayı hiç bir şeyin azıyla yetinemedim.. Hep içimde “Daha fazlası”na bir özlem, bir özenmek…. ama konu arkadaşlara gelince “ne kadar az o kadar iyi”ciyim.. Çocukluğumdan beri o yerleşmiş arkadaş çevreme her yeni katılan bebe, bir şekilde düzenimi sikti attı.. Üç kişiysek, ekibe sonradan katılan bir dördüncü; guruplaşmaya sebep olabiliyordu.. Daha da kötüsü, ben yalnız kalıp; onlar üç kişi olarak devam edebiliyordu.. O yüzden dolayı benim kitabımda, “elimdekiler bana yeter”cilik her zaman “yeni arkadaşlar edinmek çok güzel”ciliği döver.


Yoklamadan hemen sonra Keş “Pşşt pşşşt”ledi koridordan; eliyle de “hadi bir sigara içelim” işareti yapıyordu.. Çak’a doğru dönüp elimle “sigara içmeye gidiyorum” diye işaret ettim, koridora çıktığımda Kurt “Hani oğlum muhabbet etmicek miydik?” diyerek önüme dikildi.. Önüme dikildi derken, kapı iki kişinin geçebileceği kadar geniş olmadığı için burun buruna geldik.. Ellerimle omuzlarından tutup kendimi sola çekerek yol açtım ve “Birazdan geliyorum, bi sigara içeyim önce” diyerek gülümsedim.. Aslında güzel bir duygu lan! Kendi yatakhanemden olan insanlarla böyle planlar yapıyor olmak.. Pan’layken sürekli 3 kat aşağı inmek zorunda kalıyordum.. Gürbüz, Sırık ve Keş içinse yan yatakhaneye geçmek zorunda kalıyordum; onlar uykuya dalmak üzereyken ben yine serin koridoru arşınlayıp kendi yatağıma yürüyerek uykumu aydırıyordum.. Şimdi Kurt ve Çak’layken, onların yataktan kalkıp kendi yatağıma varmak 6-7 adım bir şeydi.. Benim yatakla Çak’ın yatak arasında bir ranza vardı.. Zaten Kurt da Çak’ın üst ranzasında kalıyor..


Keş’le kabine girdiğimizde bana göz kırpıp duruyordu.. “Yok yok bu gece sadece sigara..” diyerek güldüm.. Yine göz kırptı.. Bu sefer ben de göz kırparak kaşlarımı iki kere yukarı kaldırıp “ı-ııh” dedim.. “Amk senin yeaaa” diyerek yere tükürdü.. “Lan o bu değil de bir şey sorcam?” dedim aniden.. “Haa?” diyerek yüzüme baktı.. “Ama tribe girmek, kızmak vs yok abi” diyerek kendimi garantiye almak istedim.. “Tamam la söyle de deli etme adamı” dedi.. “Bak kızmak yok dedin, söz verdin ona göre” dedim gözlerimi açarak.. “İyi iyi tamam amk söyle!” diye çıkıştı.. “Neydi o geçen Gürbüz ve Sırık’la sigara içerkenki atarın?” diye soruverdim.. Bir an ikimizin bakışları da farklı yöne çevrildi.. Derken “Ne atarı?” diye sordu.. “Soruyu soran benim, önce bir yanıt ver de sonra soru sor ha ne dersin?” diyerek elindeki sigarayı aldım.. “Sen onu bitir, bende de bir tek var” diyerek belindeki yamru yumru olmuş sigara tekini çıkarıp çakmağı beklercesine elini uzattı.. Aceleyle çakmağı eline bırakıp “Kolunu omzuma atması mı?” diye yeniledim soruyu.. Çektiği ilk fırtın dumanını pof’layarak savurduktan sonra “Ya oğlum sikmişim kolunu.. Sorun o değil de….” deyip bir fırt daha çekti.. Aptal aptal yüzüne bakarak cümleyi tamamlamasını beklerken bir fırt daha çekip sigarayı bana uzattı.. Üç nefes çekip sigarayı ona uzattığımda baktım konuşacağı yok “Peki ya sorun ne o zaman?” diye sordum.. “Ya biliyon işte.. Yani düşünüyorum.. Seninle ilgileniyor olamaz.. ama olabilir de.. yani ben ilgilendiysem.. yani yanlış anlama da.. ben hiç aklımdan geçmezken olduysa.. yani..” derken “şşşşşttt” diyerek lafını böldüm.. Bu konuşmanın gittiği yer çok belliydi ve şu durumda olayın boka sarmasına hazır değildim…


Uzattığı sigarayı alıp ilk fırtı asıldıktan sonra “Neden seninle oldum o zaman?” diye sordum.. Mal mal suratıma bakakaldı.. Sorunun gerçekten de bir “soru” mu yoksa bir “pişmanlık” mı olduğunu çözememişti.. “Yani neden gidip de başkasıyla denemedim?” diye yeniledim soruyu.. “Denemedin mi?” dedi şaşırarak.. “Abi mal mısın? Denemiş olsam; yanlış anlama ama… yani denemiş olsam varlığımdan bile haberin olmazdı.” dedim.. İçi rahatlamış olacak ki sigarayı elimden alırken “Ne yani, hiç mi hoşlanmazdın benden?” diyerek sırıtmaya başladı.. “Bilmem… Ya sen hoşlanır mıydın?” diyerek geri pasladım soruyu.. “Bilmem…” dedi düşünceli düşünceli.. “Sen neyi bilirsin ki taşak beyinli!” diyerek kafa atasım vardı ama tuttum kendimi.. “Neyse hadi çıkalım madem..” diyerek kapıyı açtım..


Kapıyı hafif ittirerek kulağıma eğildi ve “Senin yerinde bir başkası olsa büyük ihtimal hiç bir şey yaşanmazdı.. Yani seninle durumlar biraz daha özel.. Sence bu hoşlanma değil mi?” dedi.. Bunu öylesine hızlı söylemişti ki bir an rap dinliyorum sandım.. Tepeden tırnağa gerilmiştim.. Kafamı yukarı aşağı sallayarak “Sanırım bu hoşlanmak..” diyebildim.. “Ya sen?” diye sordu, az önce ona geri pasladığım soruyu kucağıma bırakarak.. “Koca okulda ilk ve tek seninle denediğime göre.. yani.. Sence bu hoşlanma değil mi?” diyerek bana verdiği yanıtı ona geri verdim.. “Pşşşt” diyerek elimi madenine koydu.. “O da hoşlanmış tamam” diyerek elimi geri çektim.. Hala tek eli kapıyı ittirir vaziyette göz kırpıp duruyordu.. “I-ıhh!” diye direttim.. Suratı asılınca “Bak şimdi bizim koğuştaki elemanlarla az muhabbet edeyim. Belki uyumadan önce bir sigara içeriz.” dedim.. O son cümleyi söylerken göz kırpmıştım.. Kaşlarını yukarı aşağı oynatıp durarak “Vuhhuuuu” tribine girdi.. “Götsün amk” diyerek omzuna vurdum.. Kapıyı açıp yine beni sırtımdan ittirerek koridora kadar sürükledi..


Koğuşa girdiğimde keyfim epey yerindeydi.. Doğruca Çak’ın yatağına oturup “Geldim” dedim gülerek.. “Noldu la yüzün gülüyor” diye sordular.. “Yok bir şey yaa… Bugünü de cezan almadan atlattım, ondandır..” dedim.. Bu ikili; ranza ve sıra arkadaşı olmalarının yanında, çok da iyi arkadaşlardı.. Hani böyle birbirinin cümlelerini tamamlayan türden.. İkisinin de çocukluğu lojmanlarda geçmiş.. Bana lojman anılarından bahsederlerken öyle komiktiler ki.. PP’nin işçi olduğuna sevinmeye başladım.. İkisi aslında bir bakıma çocukluktan beri tanışıyorlarmış.. ve çocukluklarında “top oynamak”tan başka anıları yok.. Anladım ki benim gibi “inşaata topu kaçanlar”dan değiller.. Yaz tatillerinden bahsederken öyle mutluydular ki.. Şerefsizim ki imrenmeyi geçtim; çatır çatır çatladım kıskançlıktan! Lojman tayfalarıyla buluşmuşlar Ege plajlarında.. Gelsin gitarlar, yansın ateşler, açılsın biralar, saçılsın sırlar…. Rüya gibi bir tatil geçirmişler.. Ben de Sırık’ın bizim yazlığa gelişinden ve Efes’le Tuborg’un da sonradan katılışlarından bahsettim..


Ben onlara özenirken, onlar da bana özeniyordu.. “Abi mal mısınız yaa! Sizinki gibi bir tatil yapmak için neler vermezdim..” deyip duruyordum.. “Yok be oğlum.. Her şey iyi güzel de bu tatil yerleri bizim babaların meslekten olanlara özel.. Yani dışardan kimse gelemiyor.. ve sürekli gözleri üzerimizde.. Yani arka bahçeye işesen haberleri oluyor.. O yüzden hep dikkatli oluyoruz, hiç sizin gibi tamamen eğlenemiyoruz..” dediler dertli dertli.. “Dışardan kimseye ihtiyacınız yok ki.. Yani anlattığınıza göre sizin tayfa epey kalabalık zaten” dediğimdeyse; “Kuru kalabalık” diyerek geçtiler..


Keş yine koğuş kapısından kafasını uzatarak “pşşt pşşt”ledi bana.. “Gelsene muhabbet ediyoruz” dedim gülen bir sesle.. “Yok yaa… Sigara içcen mi?” diye sordu.. “Yok sen iç, ben yatmadan önce içerim..” dedim.. “İyi öyleyse, ben içip yatıyorum.” diyerek tuvaletlere gitti.. O gittikten yarım saat sonra kafama dank etti “Haaaaaaaaaa! Sigara içmek! Tabii yaa!” diye ama iş işten geçmişti…


İçimdeki o kıskançlık yerini ani bir acımaya bıraktı.. Öyle güzel acıyordum ki onlara, gören evlat edineceğim sanır.. “Üzüldüm be abi… E başka yere gidin siz de arkadaşlarınızı toplayıp?” diyerek; her darlığın bir varlığı vardır modunda yüzlerine baktım.. “Zor yaa boşver.. Bizimkiler izin verse diğerlerinin pederler sorun çıkartıyor.. Buldunuz bunuyorsunuz modundalar anlayacağın..” dediler.. Muhabbet o nefret ettiğim “Hadi ölelim en iyisi.. Baksana çözümü olmayan dertlerle çevriliyiz ne de olsa”ya geldiği için esnemeye başladım.. Ardından Kurt yine babasının evdeki otorite kurma çabalarından bahsetmeye başladı.. İşte bu benim sevdiğim türden bir muhabbetti; duruma bakılırsa adam “baba” değil, “yürüyen mantık hatası”ydı.. Çak’ın babası daha uyumluymuş ama annesi “evlerden ırak”… Kendi annemden bahsetmeye cesaret edemedim, çocuk “neden ben nedeeeeen” diye bunalıma girmesin diye.. Saat bire doğru yine olay o tek ders sınavı öncesine geldi.. “Yaptığımız götlüktü.. Yok yok şerefsizlikti.. Cidden büyük adilikti..” diyerek özür dilemeye başladıkları an susturdum.. Muhabbetin birazdan “Yihhuuuuuu bizden âlâ orospu çocuğu yok bu dünyada”ya gelmesinden korkmuştum.. “Abi önemli değil yaa.. Bir daha yapmazsınız, olur biter işte” diyerek gülümsedim..


Her insan böyle benim gibi, ara sıra “vicdanını” rahatlatmak için, yanıp tutuşuyor demek ki… Tek dertlerinin “benim gönlümü aldıklarından emin olabilmek” olduğunu anladığımda ufak çaplı bir aydınlanma yaşadım.. Hata yapmak için varız, evet ama unuttuğumuz bir şey var; o hataları telafi etmek…


“İnsanız canım ne var hata yapıyoruz işte” deyip omuz silken embesilleri alayına silkeleyesim geliyor.. “Ne var canım ben hiç hata yapamaz mıyım”; “İnsanlık hali işte ihihihihihhi”; “Oluyor canım allalala, hatadır olmuştur!”…… Cidden hata/kaza bir ölseniz de; biz de “İnsanlık hali işte, bir hata yapmış, ayağı kaymış, kafası patlamış, beyni duvarlardan akmış ihihihihihihi”lesek burada..


İnsansın; hata yapıyorsun ve yapacaksın tabii.. Yaptığı hatayı telafi etmekten aciz insanlar, evlerinde sıçtıktan sonra, sifonu çekiyorlar mı çok merak ediyorum? Sifonu çektikten sonra geriye bakıp “o bok gerçekten gitti mi” diye kontrol etmek de bu işin cabası.. Hadi boku gönderdin, ya o taşta kalan patinaj izleri.. Kısacası bir hatayı telafi etmek kısa bir “özür dilerim” merasiminden geçmiyor.. Özrünü diledikten sonra Kurt’la Çak gibi arkana dönüp bakacaksın; o “özür” hala “sıçtığın boku” gönderememişse, yeniden “özür” dileyeceksin.. Baktın olmuyor, üstüne bir de su dökeceksin.. ve geride kalan patinaj izleri içinse, fırçayı eline alıp, taşı parlatacaksın “bulduğun” gibi bırakabilmek için..


O gece onlar anlattı, ben dinledim; ben anlattım, onlar dinledi.. ve biz anladık; “anlaşmak” da bir parlatma yöntemi.. Bizim taşımızda tek bir patinaj izi bile kalmadı.. Bana harbiden de kendimi çok değerli hissettirdiler.. “Gönül almak” da en az “Gönül çelmek” kadar eğlenceliymiş.. Yatağıma uzandığımda bunu unutmamayı diledim.. Anlaşmak; çok da imkansız değildi.


Zaman alıyordu.. ama imkansız değildi.

Yorumlar