Bölüm 163

Gülümsemek de aşk gibi; karşılık buldukça büyüyen bir şey.. “Karşılık bulmadan büyüyen aşklara ne diyeceksin?” diye sorarsanız; aşk değildir orada büyüyen.. Sadece ve sadece “beklentidir”… O gülümsedi, ben gülümsedim; sonra o daha bir kocaman gülümsedi ve ben gülümsemekten geçip gülmeye vardım..


Birden sigara geldi aklımıza.. Elindeki sigarayı işaret ederek çakmağı uzattım.. “Haaa” diye fısıldadı.. Yine gülmeye başladım.. Çünkü “kuralsızlık” bunu gerektirir.. Kuralları bilmediğimizden, birbirimizi tekrarlıyorduk.. Ben gülüyorsam o gülüyor, o şaşırıyorsa ben şaşırıyordum.. Hoş; oyun oynadığımız da söylenemez orada ama.. Tuhaf bir şey.. Birbirimizi yansıtmak hoşumuza gidiyordu.. O gülerken gülmesem; tepkisizliğimi, ona ihanetten sayacak gibiydim.. Büyük ihtimal Keş de aynısını düşünüyordu.. Benim komik bulduğum bir şeye tepkisiz kalırsa, aynı şekilde kendimi kötü hissetmemden çekiniyordu.. Bu yüzden her ne yapıyorsak “ikiye katlayarak” yapıyorduk.. Bu bir çarşafı ikiye katlar cinsten bir katlama değildi.. Daha çok oynadığım bir bahis oyununda yatırdığım o anaparayı ikiye katlamak gibiydi.. Ortaya hangimiz ne koyduysa, diğeri onu ikiye katlıyordu.. Sigarayı hala yakmamış, bir birbirimize bir de yere bakıp durarak gülüşmeye devam ediyorduk.. Birden yine ciddileşip “Pşşt!” dedim.. Bu “Pşşt!” de ikiye katlanmıştı.. Yine aynı anda dedik..


O saniyelik bakışmalar.. Abi görüyorsun böyle onun madeninin hareketlendiğini.. ve hissediyorsun kendi madeninin de…….. Ama yeminliymiş gibi dokunmadan bakışmaya devam ediyorsun.. O an elimi atsam; aceleye getirmiş olacağız olayı.. ve aynı şekilde o da elini atsa.. Nasıl bir “istemek”se bu; istemekten geçtim, nefesim yalvarıyor..


Yüzüne bakıp bir gülümsemeyi ikiye böldüm ve o iki yarımlığı da yakıp, elimi o an “olmak istediği” yere koydum.. Keş’in elinin benim belimi bulması bir saniyeyi almadı.. Ayaküstü sarılırken bacakları bacaklarıma değiyor, gövdelerimizse henüz ayrı.. Henüz birbirimize bakmaktan sıkılmamışız.. Sağ bacağımı bacaklarının arasına koyarak yasladım erkekliğimi erkekliğine.. O şekilde yaktık bir sigara..


Olduğumuz gibi görünmek bir “yetenek” değil; “seçim”dir.. Asıl “yetenek”; göründüğün gibi olabilmek… “Yetenek”li olmaya pek ihtiyacım olmadı; ben “seçim”imi çoktan yapmıştım..


Sigara ondayken, elimle madeninin üzerinde “aceleye getirmeden” gidip geliyordum.. Sıra bana geldiğinde, madenindeki elimi kaldırıp sigarayı aldım.. ve belimden orama kayan elleriyle; her bir hücrem Keş’lenmeye başladı.. Öyle sakin, öyle tatlı geziyordu ki elleri… Ellerine teslim olmak için parmak uçlarımda yükseldiğimden dizlerim titremeye başladı.. Ağzım kupkuruydu.. Konuşsam sesim çatallaşır diye korktuğumdan, sustum.. Suskunluğum da “ikiye katlandı”.. Nefesim boynunu terletmişti.. Elleriyse beni.. Birden Gürbüz’le Sırık bizim kabinin kapısını çalarak “Hadiyin oğlum bitmedi mi hala?” diye fısıldadılar.. İçimden “Bitmedi lan, hiç biter mi? Daha yeni başlıyor…” diye düşünerek Keş’e baktım.. Yine sıra kendisinde olmasına rağmen iki fırt çekip “Al sana da son iki fırt kaldı” diyerek izmariti bana uzattı.. “Tamam bitti sayılır” diye fısıldadım dışarı doğru.. İki nefes çekip, izmariti tuvalete attıktan sonra; göz göze gelip sırıtarak, madenlerimizi düzelttik ve önümüzü tişörtlerimizle kapatıp, kabinden dışarı çıktık..


Yatağıma uzanır uzanmaz, benim maden yine çekti bayrağı göndere: “Dağ başını duman almış, yürüyelim arkadaşlar layla layla lalalaaa” diyerek.. Gözlerimi kapatıyorum, yok! Aklıma kötü kötü şeyler geliyor yine; durup durup dolabımdaki roll-on’umu düşünüyorum.. Hayır yani, roll-on’u düşünsem yine iyi! “İçimde onunla uyusam bir şey olur mu acaba?” diye ciddi ciddi ele aldım konuyu.. “Yaaa yok yaaa, sabah uyandığımda mideme kadar tırmanmış olur öeeeeeh örghhhh yiaaak” diye kendimi iğrendirmeye çalışsam da yok fayda.. İçimdeki ibne “Roll-on’la uyu diyen kim, git tuvalete gör işini işte!” deyip duruyor bana.. Hayır ama.. Keş’le aram iyiyken de yapamam ki… Ya aslında yaparım da.. Beni asıl düşündüren; “o tuvaletten çıkarken elimde ıslak bir roll-on şişesiyle Keş’e yakalanma ihtimali”..


Of’laya pof’laya bi saat döndüm durdum yatakta.. Ani bir hareketle yorganı savurup “ivit ivit o osbir çekilecek” kararlılığıyla terlikleri sürüye sürüye tuvaletin yolunu tuttum.. Dolabımın yanından geçerken de bir tek sigara aldım.. Sigarayı alırken bile gözüm roll-on’da!.. Tuvalete girer girmez taharet musluğunu açtım ki “şakşak” sesleriyle “taşŞAK” konusu olmayayım.. Suyu açar açmaz yan kabinden “pşşşt”ledi Keş bana.. “Efendim” dedim suç üstü yakalanmış çocuklar gibi.. “Anıl sen misin?” diye sordu.. “Yok eben” dedim.. “Napıyorsun” diye fısıldadı.. “Sigara içicem, gel beraber içelim istersen?” dedim.. “Haa ben de sigara içmeye gelmiştim; onu paylaşak, kesmezse bunu da içeriz” dedi.. İkimiz de kabinimizden çıkmamıştık, malum don paça toparlamak zaman alıyor.. Piç’e bak yaa! Ben orada yastığımı ısırıyorum kudurup; bizimki burada “sigara içiyor”..


Yukarıdaki dialogta geçen “sigara içmek”lerin tamamının yerine “osbir çekmek” koyarsak anlam bozulur mu?


Keş hırsız adımlarla benim kabine süzülüp “Oğlum lan gözcü dikmedik bir şey olmasın?” dedi.. “En fazla SİGARA İÇMEKTEN ceza alırız” diyerek gülmeye başladım.. Eşofmanlarımızın dizlerimize inmesi iki saniyeyi almadı.. Bu sefer ne o beni beklemişti, ne de ben onu.. Günlerdir ön sevişip durmanın getirdiği abazalıkla birbirimizin madenlerine şöyle bir baktık.. “Doğru söyle; buraya asılmak için geldin dimi?” diyerek piç piç sırıtmaya başladı.. “Evet amk.. Ya sen?” dedim gülerek.. “Ya oğlum haftasonunu beklicektim ama dayanamadım..” diye fısıldadı.. “O zaman niye bana söylemedin ki?” dedim.. Eşofmanlar dizlerimizde, madenlerimiz birbirini öper vaziyette, birbirimizi sorguya çekiyorduk.. “Düşündüm sana söylemeyi ama.. Ne bileyim, kendini kötü hisset istemedim” dedi başını önüne eğerek.. O başını öne eğer eğmez çömelerek yüzüne baktım ve göz kırpıp madenine dilimle dokundum. Birden bir adım gerileyerek “Oğlum çabuk gelicem ben sanki” dedi.. “Bence de çabuk gel.. Daha işim gücüm var benim” dedim.. Birden ikimizde elimizle ağzımızı kapatarak gülmeye başladık.. İçimden “Malız biz valla malız..” deyip duruyordum..


Baktım gülmekten sevişemiyoruz, ilk teki yaktım ve üç nefes çekerek Keş’e uzattım.. Sağ ellerimiz keşlenirken, sol ellerimiz “altın” arıyordu.. Keş yine madenimle madenini yan yana gelecek şekilde tuttu ve sigara içerken birbirimize yavaşça sürtünerek gidip gelmeye başladık.. Keş’in madeninden damlayan arzu, benim madenimden damlayan arzu.. Arzuyu da ikiye katlıyorduk.. Keş’in madenini hafif ıslatarak bacaklarımın arasına koydum.. Kendi madenimi de iyice ıslatıp ona yasladım.. O benim bacaklarımın arasında gidip geldikçe, benim madenim de onun vücudunda aşağı-yukarı sürtünüyordu.. Bazen osbir çekerken bile kolay kolay zevke gelemiyorken, onun vücuduna sürtünmek….. Berisi çok, ötesi yoktu..


Sağ elimle madenime yön vererek Keş’in vücuduna sürtünürken sol elimle de omzundan destek alıyordum.. Onunsa iki eli MiğferDibi’min duvarlarındaydı.. Sağ kulağıma doğru dönerek, tüm nefesini kulağımın içine bıraktı ve “çok yaklaştım” dedi.. “yaklaş” diyebildim omzuna yaslanırken.. Bacaklarımın arasından sıcak sıcak akarken, birden ben de kasılmaya başladım.. Onun erkekliği bana, benim erkekliğim ona bulaştı.. Erkekliğimizi de böyle böyle ikiye katladık..


Bize “O ne biçim erkek öyle..” diyorlar ya hani….


“O biçim erkeğiz.”


“O ne biçim erkek öyle..” diyenlerin erkekliği “yatakta çarşaf katlar gibi” ikiye….


Bizim erkekliğimizse “kazancı ikiye katlar gibi” ikiye.


İşte bizi anlamadıkları nokta da burada başlıyor.. “İkiye katlamaktan, ikiye katlamaya fark var..”


Ve biz… Biz çok güzel ikiye katlıyoruz..


Bir duysan… Bir görsen… Bir bilsen….


Bir de anlasan.


BÖLÜM 164


Perşembe derslerden sonra kısımdan çıkmayıp, o gün dersler boyu sıra altından gizli gizli okuduğum kitabı sıra üstüne koyarak okumaya devam ettim.. Öyle bir kaptırmışım ki kendimi; ağzımdan sarkan salyayı son anda farkedip “hüp” diye içime çektim.. Tarkan Bey klipte “hüp” diye spagettileri götürsün; leziz makarnalar yediği yetmezmiş gibi bir de o spagettinin diğer ucunda bir çift dudak onu beklesin… Biz de burda salya “hüp”letelim anca! Bazen hayatımdan iğrenmek için çok da sebep aramaya ihtiyaç duymuyorum…


Kapalı ağızla, pür dikkat kitaba odaklanmışken ensemde patlayan şamarla kafam sıraya çarptı geri döndü.. “Senin amına ko….” diyerek arkamı dönerken, cümleyi yarıda kesip “Ne arıyon lan burda?” diyerek sırıtmaya başladım.. Pan “Ebeni arıyordum, azdım da.. Olsun ama ebenin olmadığı yerde Anıl da iyi gider dediler” diyerek bir şamar daha geçirdi enseme.. Yerimden kalkıp, ıkınır gibi bir sesle “Senin ebeni deeeee, yerini deeee, yurdunu daaaa..” diye haykırarak kovalamaya başladım.. Kısımdan çıkıp sağa döndük, sonra sola, sonra yine sola, yine sola derken bizim katı on kere tavaf etmişizdir.. En sonunda yorularak “Tamam tamam söz bi şi yapmıcam dur” diye seslendim.. Sesimden teslim olduğuma ikna olmuş olacak ki hemen yanıma geldi.. “Hayırdır noldu la bu saatte gelmezdin hiç?” dedim.. “Canım sıkıldı oğlum yaa.. Uzun zamandır seni de ekiyordum” dedi.. “Amına koduuum! Hani işin vardı? Yoksa işin yokken mi gelmiyordun piç!” diyerek kolundan tutup tuvaletlere çekiştirdim.. “Sende sigara var mı la?” diye sordu.. “Var ama veremem… Malum; artık beraber içmiyoruz..” diyerek acıklı acıklı bakmaya başladım.. “Sikerim ebeni göt!” deyip gülmeye başladı.. “Harbi diyorum oğlum yaa, çok mu zor ordan buraya gelmek.. Ben geleyim diyorum, onu da istemiyorsun…” dedim.. “Yok yaa bizim ordaki idareciler biraz kıl oğlum.. Papaz olmak istemediğimden.. Hem bak ne dicem; nöbetçilerin kıyak olduğu gecelerde kaçarım sizin tarafa..” dedi heyecanlı heyecanlı..


Sigaraları yakıp hararetli bir sohbete başladık; kaç haftadır doğru düzgün buluşamamıştık.. Ben ona Boris’le olanları en ince ayrıntılarına kadar anlattım; o bana alt sınıflara katıldığından beri olanları.. Sigaralar bitti, muhabbet devam etti ve biz birer sigara daha yaktık.. Aradan iki saat geçmesine rağmen hala tuvaletlerde ayak üstü muhabbet ediyorduk.. “Hadisene kantinden kola alak” dedim.. “Yok oğlum lan, Lama ya da Atom Karınca görmesin beni buralarda” dedi.. Lama’nın bana yaptığı o kıyaktan bahsettim ve “Bir şey olmaz oğlum korkma, ben varım yanında; üst sınıfın olarak” deyip sırıtmaya başladım.. “Götlüğün bile bir sınırı var ama senin harbiden yok” diyerek gülmeye başladı..


Kantine inerken harbiden de Lama’yla karşılaştık.. Bıyık altından “Siktimini şom ağızlı piçi” diye fısıldadım Pan’a.. Pan, Lama’yı görünce ciddi olması gerekirken, ettiğim küfür yüzünden at gibi sırıtıyordu yine.. Lama “Ne o lan! Ne sırıtıyon pişmiş kelle gibi evladım” diye laf attı Pan’a.. Gayet ciddi bir şekilde “Sanırım sizi görünce heyecanlandı efendim” dedim.. Pan’ın kahkaha atmamak için nefesini tuttuğunu hissedebiliyordum.. Lama, Pan’a dönerek “Heyecanlandın mı lan?” diye sordu.. Pan hala nefesini tutuyordu kahkaha atmamak için.. “Sanırım dili tutuldu heyecandan” diyerek Pan’a dönüp “Konuşsanaa, şşşt bi şi desene.. Orda mısın?” diye dürtmeye başladım.. Mırın kırın “Yook tabi hehe uhu” bi şi’ler diyordu ama dediklerini kendisinden başkasının anlayabildiğini sanmıyorum..


Lama “Tamam, hadi bakalım çok dolanmayın ortalıklarda” diyerek bizi serbest bıraktı.. Son merdivenlerden kantine doğru inerken “Oğlum yanaklarımı kanattım sikicem belanı” diye tıslıyordu bizimki.. Kantine girince ikimiz de krize girerek gülmeye başladık.. Bir kaç öğrenci “Noldu la niye gülüyorsunuz” diye sordu ama sikleyecek halimiz yoktu.. Yine birbirimizin omzundan destek alarak, zikir çeke çeke yarılıyorduk..


Pan’la aramızdaki salakça bir şey bu.. “Gülme eylemi”nin bizdeki anlamı; “tetikleyici bir olay/durum/ses/söz’ün ardından, neye güldüğünü unutana dek gülmek”.. O kahkaha, attıkça ben kopuyordum; ben koptukça, o yarılıyordu.. Alnımızdan ter damlıyordu gülerken.. Kantinin önünde yine “neye güldüğümüzü unuttuğumuzun” farkına varıp, sakinleştik ufak ufak..


Kolaları aldıktan sonra koğuşlar binasına geçtik; Pan’ın eski yatakhanesinin olduğu kata.. Tuvaletlere girdiğimizde Efes’le Tuborg da oradaydı.. Birbirimizi yüzyıllardır görmemişiz gibi “ooOOOOoooOOOOOoooo” çekerek sarıldık doya doya.. Öyle bir sarılıp zıplıyoruz ki sanırsın UEFA kupasından şarap içiyoruz. Birbirimize, birbirimizle görüşmeyeli neler olup bittiğini anlatırken; herkes birbirinin lafına laf katıyordu.. Birimizin lafı bitmeden, diğeri başlıyordu anlatmaya.. Akşam yemeğine kadar nasıl vakit geçti hiiiiç anlamadım..


Yemek saatini haber veren zil çaldığında Efes “Hadi lan biz kaçak artık” diyerek Pan’ın koluna girdi.. Tuborg da bana dönüp “Bu haftasonu napcan la? Mehmet Abi’ye gidek mi?” diye sorarak kolunu omzuma attı ve tuvaletlerden o şekilde “yaşlı çiftler” gibi çıktık.. Taş bahçeye vardığımızda Tuborg “Hadi şimdi, buradan doğruca oyalanmadan yemekhanelerinize gidiyorsunuz.. Çekilebilirsiniz.” dedi başını iyice dikleştirerek.. Pan “Anaaaaa! Sikerim la ben bu piçi! Baksana bize alt sınıf muamelesi yapıyo yarraaam” diyerek Efes’i dürtüyordu.. Efes birden “Peki siz nasıl isterseniz canım abim” diyerek başıyla selam verdi.. Tuborg “Aferin oğluma aferin” çekerek saçlarını karıştırıyordu Efes’in.. Efes yavaşça gitmeye doğru yöneldi ve “Haaa unutmadan bu da bende kalmasın” diyerek elini cebinden çıkarıp o güne kadar gördüğüm en muhteşem şamarı gömdü Tuborg’a.. Kendimi öyle bir yere attım ki, “bu olaya yüzyıl geçse kopulur” diye bağırıp avaz avaz gülerek taşı toprağı yumrukluyordum.. Pan desen yan binanın kirişine yaslanmış kendinden geçiyordu.. Efes çaktığı muazzam şamardan sonra elli metre öteye kaçıp secdeye vara vara gülmeye başlamıştı.. Aramızda gülmeyen tek kişi Tuborg’tu; o da yuvalarından fırlayan gözlerini yerden toparlamakla meşgul olduğu için sanırım.


Bazen bazı “garip”likler nasıl da “normal” hissettiriyor insana kendini… Garipliklerimizi paylaşarak normal hissediyorduk; garip olan da, biz normal hissetmeye başladığımızda, o garipliklerin bir yere gitmemiş olmalarıydı.. Asıl gariplik, garip olduğunu düşündüğümüz şeyleri paylaşamamakmış.. “Bir çok dost + 16 güzel yıl” sonrasında, hayatın garipliğine getirebildiğim tek yorum buydu.. “Gariplik” diye bir şey yoktu; “gariplik” sandığımız tüm şeyler, “paylaşmadıklarımız”dı.. Paylaşabildiği her ne varsa; gayet “normal” geliyordu insana…


Paylaşabildiklerimiz kadar normaliz aslında.

Yorumlar