Bölüm 152

Yine bir piçlik yapıp sınavı tüm öğrencilerin okula dönüşlerinden bir gün sonrasına koymuşlardı.. Evet, “tek ders sınavına kalan” beş kişi yoktu toplasan.. O yüzden sınavı yapar yapmaz bir kaç saat içinde sonuçları açıklayıp “Sen kaldın, sen geçtin” diye bize bildireceklerdi.. Açıkçası o kadar korkuyordum ki; benden başka kimlerin kaldığını hiç merak etmedim.. “Sikeyim amk yeaaaa, biz kaldık bi tek baksana şu hale…” tadında muhabbetleri kaldıracak halde değildim..


O yüzden herkesten uzaklaşıp kendimden çıktım yola.. Bütün gün kahve önümde ders çalışıyordum.. Geceleriyse, gündüzden stokladığım kolalarla.. Günde 2-3 saat ya uyuyordum ya da es geçip 1-2 saatlik akşamüstü uykularıyla idare ediyordum.. Telefonumu tamamen kapattım.. Pan’a “Kardeşim telefonu sınava kadar kapatıcam, bizimkilerin arayıp nasıl gidiyor çalışmalar diye sormalarına tahammül edemiyorum..” dediğimde beni anlayışla karşıladı ve “En iyisini yaparsın.. Aynen ben de kapatcam, kimse geçmiş olsuna aramasın artık.. Hadi o zaman okula döndüğümde bulurum ben seni..” dedi..


Bu şekilde tam gaz çalışırken kendimi öyle güzel motive ettim ki.. Öğrendiğim her satır ve formül “huzur” veriyordu.. Gece uykularımdan uyanıp “Yok ben bugün yeteri kadar bakmadım” diyerek etüt odasına gidiyordum.. Bu hallerim bana liselere giriş sınavına “yorgan altında” el feneriyle çalıştığım dönemleri hatırlatıyordu.. O dönemde de her şeye rağmen ve herkese inat, çalıştıkça huzur buluyor ve daha rahat uyuyordum.. Demekki neymiş “Liseye kapağı atınca rahatsın” olayı yalanmış.. Kapağı atarsan gazın kaçıyor, kimse içmek istemiyor seni.. O yüzden kapağı atıp rahatlamak diye bir şey yok, kapağı attıkça endişeleri büyüyor insanın; yeni bir kapak bulup “gazın kaçmasın” diye o kapağa sıkı sıkı sarılman gerekiyor. ve benim sarıldığım o “yeni kapak” kesinlikle sınıfı geçmek değildi.. Boris’e “kapak olsun” diye çalışıyordum; sırf karşısına geçip götlük yapabileyim diye..


Her şey yolunda gidiyordu, taa ki diğer öğrenciler okula dönene kadar.. Oturdum tatilden dönmüş o bronz tenli güler yüzlü arkadaşlarımın yanına.. Hepsi öyle çok gülüp eğleniyordu ki Allah belamı versin ölmek istedim.. Ölmek ya da aralarından bir kaçını öldürmek.. Bitmek bilmez tatil maceralarını anlatırlarken “Beyler, yoklamadan sonra gidip koğuşlarda yapsanız şu gürültüyü… Kusura bakmayın yarın sınavım var, geçemezsem biliyorsunuz..” diyerek ağız büktüm özür diler gibi.. Kendi kısım arkadaşlarımdan Kargaburun dediğimiz çocuk bana dönüp “Siktir et oğlum, geçebileceğini mi sanıyon lan, koca sene ve koca yaz geçememişsin zaten..” deyip gülmeye başladı.. Kısımda ET ve Bebe haricindeki herkes anıra anıra gülüyordu; bir yandan da “Hakikatten yeaaa” diyerek Kargaburun’un omzuna vuruyorlardı..


Sessizce yerimden kalkıp kitabımı defterimi ve kalemlerimi topladım.. Koridora çıktığımda Gürbüz, Sırık ve Keş duvara yaslanmış muhabbet ediyordu.. Sırık “Hop Anıl” diye seslenince, tam ters istikamete dönüp koşar adım Lama’nın odasına indim.. Kimseyle konuşmak istemiyordum.. Niye geldi bu piçler! Niye yarın gelmediler!


Lama’nın kapısını çaldığımda “Gel!” diye seslendi ve girdim odaya.. “Kusura bakmayın rahatsız ediyorum ama, kendi kısmımda ders çalışamıyorum.. Sessizce ders çalışabileceğim bir kısım açabilir misiniz bana?” diye sordum.. Bunu sorarken bir yandan da ağlıyordum çocuk gibi.. Lama beni çok şaşırtan bir şey yaptı… Yerinden kalkıp odasının kapısını kapattı ve pencerelerdeki jaluzileri indirdi.. Ağlarken beni kimsenin görmesini istememişti.. “Otur bi şuraya..” diyerek beni koltuğa oturttuğunda ben çoktan kucağımdaki kitapla deftere sarılıp krize girmiştim.. Yaklaşık iki haftalık uykusuzluk ve stres ve de yakın arkadaşlarımı kaybedişim, yapamadığım tatilim, Efsane’nin gidişi… Her şey lan! Her şey üstüste binmiş, altta kalanın canı çıksın oynuyordu benimle..


Lama bana tortop yaptığı bir kaç yüz kağıt havluyu uzatarak “Şşşşt sakin ol… Sakin….” diyordu.. Hafif durulur gibi olduğumdaysa “Anlat bakalım şimdi” dedi alayına tonton bir şekilde.. “Sessiz olmadıkları gibi bir de dalga geçiyorlar” dedim.. Bunu yazdığım kadar kesintisiz bir şekilde söyleyebildiğimi diyemem.. Hani uzun bir ağlama krizinden sonra iç çeke çeke böyle kesik kesik nefesler alarak konuşmaya çalışır ya insan.. Ben de o an öyleydim işte.. Lama omzumu sıvazlayarak “Ama biliyordun sen bunların olabileceğini, değil mi?” diyerek baktı gözlerime.. İdarenin gözünden hiç bir şey kaçmıyordu.. Tabii ki biliyordum ama bu “hazır olduğum” anlamına gelmiyor ki!


“Bak ne dicem sana” dedi yine en sakin ses tonuyla.. “Sana yeni bir kısım açamam, anahtarlar bende değil şu an.. Fakat sen otur şurda benim toplantı masasında çalış.. Uykun gelene kadar burada kalabilirsin.. Gece geç vakitte de herkes uyuduktan sonra gider uyursun.. ve diğerlerinden önce uyanıp yine buraya gelirsin sınav saatine kadar ders çalışmaya.. Bu sayede kimseyle karşılaşmadan sakin sakin sınavına girersin..” dedi.. Bu adamdan o güne kadar nefret ettiğim için kendimden utandım.. “Peki ya yat yoklaması” dedim burnumu çeke çeke.. “Onu bana bırak, diğer nöbetçi kıdemlilere senin benim sorumluluğumda olduğunu söyleyeceğim..” diyerek kalktı yanımdan ve telsizle tüm nöbetçi hocalara anons geçti “Bu gece ve yarın sabahki yoklamalar boyunca Anıl Absolution benimle olacak; öğrencimizin yarınki sınavına konsantre olması gerekiyor.. Anlaşıldı mı? Anıl Absolution yoklamalarda yok yazılmayacak..”. Diğer tüm nöbetçilerden tek tek “Anlaşıldı efendim.” yanıtı geldikten sonra “Bak gördün mü? Zor bir şey değil.. Sen yeter ki çalışmak iste.” diyerek gülümsedi ve odadan çıktı.. İçimi yine garip bir şekilde huzur kaplamıştı.. Bu huzur daha çok “dikkate alınmanın” huzuruydu.. Lama iki dakika sonra kapıdan kafasını uzatıp “Ben bir çay alıcam kendime; ne içmek istersin?” diye sordu bana.. O kadar şaşırdım ki “Ben mi?” diye sordum birden.. “Anıl evladım, senden başka kim var odada? Yarın sınavda da bu mantıkla bakma sorulara” deyip gülmeye başladı.. Arkasından küfür edip durduğum biri tarafından ilk kez onarılıyordum.. Benim de yüzüm güldü.. “Kola ama iki tane kola efendim.. Bir dakika par….” derken sözümü kesti; “Bu seferlik bendensin, bir kaç hafta uslu durarak ödersin borcunu” deyip göz kırparak çıktı odadan..


Açtım kitabımı ve o gece Lama’nın dediği gibi geç saatlere kadar tekrarladım konuları.. Lama’nın aldığı ikinci kola elimde; kitaplarımı odada bırakarak geçtim koğuşlara.. Kolanın devamını Pan’la aldığımız sigaralardan içerek getirdim.. Saatlerce sigara içmeden durmak beynimi uyuşturmuştu.. Bir kaç sigara içtikten sonra yatağıma geçip uzandım ve başımı yastığa koyar koymaz uyuyakaldım.. Yine Lama’nın dediği gibi sabahın köründe uyanıp odasının önünde beklemeye başladım.. Benden yarım saat sonra geldi Lama; uykulu gözlerle “Anıl?” diye yüzüme baktı.. Gülmeye başladım kendimi tutamayıp.. Yüzüme “ne oldu?” der gibi bakıyordu.. “Anıl? diye sordunuz ya efendim.. Hani kızmayın ama; çalışırken de bu mantıkla bakmamalısınız dosyalara” dedim sırıtarak.. “Dua et bugün sınavın var; yoksa sana uçan tekme nasıl yenir seve seve öğretirdim” dedi gülerek.. Anında ciddiyetimi takınıp masaya geçtim ve oturup kitabı açtım..


Adettendir bilirsiniz; sınava ramak kala bakılmaz o konulara “kafa karıştırmamak” için.. O yüzden ben de açtığım kitabın tek satırına bakmıyordum; o dakikalarda bu kitap benim için Lama’nın odasında herkesten saklanarak sınavımı beklememi sağlayan pasaporttu.. Sınav saatine kadar Lama’nın yaptığı tüm telefon konuşmalarını tek tek dinledim.. Bu adam gaddar bir idareciydi ama iyi bir babaydı.. Dört yaşındaki kızıyla konuşurken çocuklaşan sesi… Gözleri gülüyordu o telefondayken.. Yine de ona, onun bu yanını hiç farketmemişim gibi davranmaya karar verdim..


Sınav saatim geldiğinde telefonla Boris’i arayıp “Anıl’ı sınav için göndermemi ister misiniz?” diye sordu.. Boris’in “Sabırsızlanıyorum” dediğini ben bile duydum.. Dizlerim titreyerek ayağa kalktım ve odada neyim var neyim yok yanıma alıp Boris’in yanına gitmek için izin istedim.. Boris beni üst kattaki boş kısımlardan birinin kapısı önünde gülerek bekliyordu.. Kısma girdiğimde “Hadi bakalım, hazır mısın sınıfta kalmaya Anıl efendiii!” diyerek ellerini çırpıp kahkaha attı.. İçimden, bu yaştaki bir insanın nasıl bu kadar saçma salak hareketler yapabildiğini düşünüyordum.. Gözleri parlıyordu şerefsizin “Bırakıcam seni oğlum; çalıştın mı ?” diye sorarken.. “Çalıştım hocam” dedim kendimden emin bir şekilde.. “Boşuna çalışmışın ahahahhahaha” diyerek yine aynı kahkahayı attı.. Titreyen dizlerim yetmezmiş gibi bir de elllerim titremeye başladı..


Sınav kağıdını önüme koyduğunda, ona, onun bana attığından daha pis bir bakış attım.. ve “Bu muydu hocam?” diyerek gülmeye başladım.. “Görcez!” dedi yine o parlayan gözlerle.. “Gösteririm peki” diyerek güldüm.. “Kes yavşaklığı da sınavına bak it!” diye bağırdı.. Yine pis pis sırıtarak “Siz nasıl isterseniz..” dedim..


Siz nasıl isterseniz…

Yorumlar