Bölüm 142

Ertesi gün yataktan kalktığımda etrafıma bakarken kendimi şu “eski model lcd ekran fotoğraf makineleri” gibi hissediyordum.. Başımı ani bir hareketle sağa çevirdiğimde görüntü bir kaç saniye sonrasında sağa geliyordu.. Baş ağrısından tek gözüm kapalı halde alnımı ovuşturarak girdim tuvaletlere.. Yüzümü yıkadıktan sonra iki yudum su içtim; ağzımdaki o akşamdan kalan acı tadı silmek için.. İçimden lanet ediyordum “Bok vardı o kadar içecek, ne sikime karıştırdım ki birayla şarabı” diye.. Kollarım çizik içindeydi, akşam dönüşte saklanmaya çalışırken çalıların içinde düşüp durduğumu hatırladım birden.. Koğuştan iki tek sigara alıp, musluktan bir avuç su daha içtikten sonra ellerimi ve ağzımı tişörtümün tersiyle kurulayıp bir tek yaktım..


Tek düşünebildiğim “Acaba akşam Efsane’ye saçma bir şey söyledim mi dönerken okula?”ydı.. Çünkü dönüş yolunda yaptığımız tüm konuşmalar kopuk kopuk geliyordu aklıma.. Binaya girdikten sonrasını daha net hatırlıyordum ama okula dönerken ne konuşuldu, nasıl oldu da yakalanmadan dönebildik vs tek bir fikrim yoktu.. “En iyisi hiç bir şey olmamış gibi davranıp bozuntuya vermemek” diye düşünürken Efsane Abi girdi tuvalete.. “Oooo Anıl Efendi, erkenciyiz ha!” dedi gülümseyerek.. İçimden “Efsane’yle kötü bir şey olmamış, oh be!” diye rahatlarken; “Günaydın Abim” diyerek gülümsedim.. “Oğlum sabah sabah bok var içiyorsun şunu yeaa; hadi kendine acımıyon bize acı bari!” dedi yüzünü ekşiterek.. “Abi siz para harcamayın, benim dumanımdan faydalanın diye içiyorum ben.. Yoksa cidden biliyorsunuz beni, ağzıma sürmem valla” dedim dilim yarı dışarda şebek gibi.. “Sürcem ben senin ağzına bi şey, görcen o zaman” diyerek işini bitirip, pisuvarların olduğu bölümden lavaboların olduğu tarafa geçti..


Abazalık başımda duman!.. Sabah ereksiyonumu tavan yaptırmıştı Efsane.. Yazık bana amk! Valla yazık yani böyle milletin laf sokuşlarından bile “mmmmmmh beni sikiciiiiik” anlamlarına varıp kendimi azdıracak kadar yokluktaydım! Efsane’nin yerinde Keş olsaydı şimdi var ya… Sikmişim gururumu, tutar çekerdim kabinden içeri “Sür bakalım ağzıma o şeyi..” diyerek.. Kendimde anlayamadığım bir diğer şey de buydu.. Kalkan şey “sikim”, ama sulanan şey “ağzım”.. Neden benim de Keş gibi “kalkan yerim sulanmıyordu”? İçimden “Sanırım ibnelik çok ilerledi bende… Nasıl durdurucam amk bu böyle gitmez” diye düşünürken, az önceki abaza moddan bodozlama bir şekilde bunalım moduna girdim.. Sonuçta bir erkek lisesinde okuyordum, bu şekilde her “Hay götünü sikem senin” diye küfredene “hihihihih essah mı diyon hüssoooo” der gibi sırıtmamalıydım..


İkinci sigarayı yakarken kendi kendime “Bundan sonra götlü-sikli küfür edene aynı şekilde cevap vericem.. Kim olursa olsun bu böyle olacak!” diye yemin ettim.. Birden karnıma bir ağrı girdi.. Aklıma Pan’ın dün gece “Ne oldu orada çok yakındınız” tarzı bir şeyler söylediği gelmişti.. “Hay ağzıma sıçayım! İyi ki şaraptan önce girmişim denize.. Yoksa hepten göt olmuştum şimdi..” diye kendime saydırırken Pan girdi tuvalete telaşlı telaşlı.. “Çakmak sende mi la ben de arıyorum iki saattir” diyerek elini uzattı.. “Al bende bende” diyerek çakmağı verirken yüzüm kıpkırmızıydı.. “Bak bugün matematik dersi var kaçırmayalım” dedi bezgin bezgin.. Nasıl bir rahatladım anlatamam.. “Yok yaa gireriz etütlere ve derslere; derslerden sonra biraz uyuruz ve akşam da ders çalışırız.” dedim heyecanla.. “Aynen la benim aklımdan geçen de buydu” dedi.. “Doğru söyle amk.. Uyuma kısmı mı, yoksa ders çalışma kısmı mı geçti aklından?” dedim gülmeye başlayıp.. “Ne ders çalışması yarraaaam; tabii ki uyuma kısmı!” dedi ve kolumdan çekerek “Hadi kantine gidiyoz!” diyerek beni tuvaletten dışarı sürükledi..


Kantinde bizim evlatlıklara rastladık, yanımıza çağırıp para vererek “Hadi bize birer kahve ve ikişer brownie; üstüyle de kendinize kola mola alın” diyerek göğsümüzdeki, şu ET’yi dürterek sırayı devirmesine sebep olduğum, iğneli isimliklerimizi verdik.. Malum alt sınıf-üst sınıf meseleleri olduğu için bizim sınıftan birileri önlerine geçmesin diye “bizim adımıza” sırada olduklarına dair bir kanıt gerekiyordu.. On dakika sonrasında Velet elinde benim kahvemle; Tıfıl da Pan’ın kahvesiyle yanımıza geldiler.. Aldık bunları karşımıza bir nasihat veriyoruz ki sorma; sanırsın biz okulun en başarılı öğrencileriyiz böyle.. “Bak kardeşim, eğer her gün şu kadar saat çalışmazsan kalırsın.. Bakma öyle suratıma mal mal! Ciddi diyorum oğlum!” tarzı uzayıp giden bir konuşma..


Zavallı evlatlıklarımız da yüzümüze kocaman açtıkları o masum gözlerle bakıp “Tamam abi.. Haklısın abi.. Peki abi..” çekip duruyordu.. Birden Pan bana dirsek atıp “Oğlum bunlara böyle konuşuyoz da biz çalışmıyoz o kadar” diyerek gülmeye başladı.. “Aaa deme öyle, biz okula sigara sokmaya çalışıyoruz, yani hiç bi şeye çalışmadığımız söylenemez” dedim gülerken.. “Doğru diyorsun karşim, hem bunlar daha hazırlık; biz en fazla sınıfta kalırız, ama onlar geçemezse atılırlar okuldan..” diyerek ciddileşti Pan.. “Biz Pan abinizle sizin gibi hazırlıkken kalmadık hiç bütünlemeye veya yaz okuluna… Bir ingilizce dersi görüyorsunuz, ondan da geçemiyorsanız gerizekalısınızdır lan!” dedim başımı tehdit eder gibi yukarı aşağı sallayarak.. Pan yine dirsek atıp “Ben kalmıştım hazırlıkta da yarraam, ne demek istiyon!” dedi..


Ağzımdaki kahve-brownie karışımını bir anda cama yapıştırdım.. Gülmekten yarılarak “Abi senin akıllı olduğunu hiç bi zaman savunmadım ki” dedim.. Pan “Şşşşşt ayıp oluyor alt sınıfların yanında” diyordu ama çocuklar çoktan yere oturmuş anırarak gülmeye başlamıştı.. “Tamam, tamam.. Bazen Pan abiniz gibi üstün zekalıların da kaldığı oluyor” dedim ciddileşerek.. Bu sefer Pan da krize girmişti.. “O bu değil de harbiden beyler, kendinize gelin de gidin durmadan çalışın şu dersinize.. Çalışın ki biz seneye yine hep beraber burada otururken gülüp eğlenelim.. Hem atılırsanız ailenize de yazık amk! Dünyanın tazminatını öderler okula.. ve bunu öderken de size evde nefes aldıracaklarını hiç sanmıyorum.. Siz bakmayın Pan abiniz kalmış sizin gibi ama şu an burada.. Bu da demek oluyor ki O bir şekilde yolunu bulup geçmiş..” dedim.. Pan omzuma vurup “Harbiden güzel konuştun haa” diyerek gözlerini kocaman açıp şaşı şaşı bakmaya başladı.. Yine hep beraber yarılarak gülmeye başladık..


Velet’le Tıfıl’a göz kırpıp “Hadi bakalım siz ders çalışmaya gidin” diyerek başımla gitmelerini işaret ettim.. Tam yerlerinden kalkıp gidiyorlardı ki Pan “Oğlum benden izin aldınız mı lan!” diyerek çattı kaşlarını.. Çocuklar bir anda öyle bir sıçradılar ki tutamadık kendimizi.. Pan ikisinin de yanaklarını sıkıp “Hadi hadi şaka yapıyorum, gidin de bir güzel çalışın” diyerek gönderdi kısımlarına.


Kantinin önündeki balkon, tam olarak yemekhanenin üstüne denk geliyordu.. Tahminen 3 metre genişliğinde falan böyle.. Kantin camlarının önünde de şu hastane bekleme odalarında olan oturma yerleri vardır ya hani ahşap görünümlü oluyorlar genelde, işte onlardan vardı.. Birer kahve daha alarak oturup yaz’ı dinlemeye başladık.. Bahçeye “bir kat” yüksekten bakarken çam ağaçlarının altında çim çıkmadığını farkettim.. Bütün çam ağaçlarının altlarında gövdeye yakın olan bir bölge “daire” şeklinde çimsizdi.. Diğer ağaçlara baktığımda çimlerin, ağaç gövdelerinin dibine kadar yaklaştığını gördüm.. Sanırım bu bir “çam” meselesiydi..


Çam ağaçları kışın bile yeşil yeşil ve gösterişliydiler.. Farklıydılar diğer ağaçlara göre, kendilerine özgüydüler, sağlamdılar.. Kendimi düşünmeye başladım.. Çevremdekilerden farklı oluşum.. İbreli ağaçlar bu “farklılıklarının bedelini yalnızlıkla ödüyorlar”dı.. Yaz-kış yeşiline sadık kalan bir ağacın; kendine, kendi yeşilinden başkasını yaklaştıramaması… Yeşilden geçtim; dibinde, yanıbaşında kimsesi olmayan bu ağaçların etrafı her yağmur sonrası “çamur”a teslimdi..


Düşünmeden edemiyor insan; “Olduğum şeyi değiştirmeden, ona yaz-kış sahip çıkarsam; ben de mi ‘benden olmayanı’ benden uzak tutmakla lanetleneceğim? Ve de her yağmur yağdığında.. Her baharda ben de mi çamurlara teslim olacağım…”


Düşünmeden edemiyor insan…

Yorumlar