Bölüm 141

Bölüm sonundaki medya o gecenin şarkısıydı. Neden diye sormayın. Öyleydi işte.


***


Sahil yoluna vardığımızda hep beraber o “namaz sonu” selamını aynı anda bir sola bir de sağa doğru verdik.. Yoldan karşıya geçmek için mi? Yok, sadece “tekel bayii” bakmak için. O tekel büfesinin mavi ışıklı tabelasını ilk farkeden “Ben” oldum demek isterdim ama hepimiz aynı anda “ahanda şurda şurda” diyerek birbirimizi dürtmeye başladık. Efsane; üç tane efes extra aldı kendine “Bana bu kadarı yeter” deyip.. Artist; dört tane tuborg gold aldı “Aaaabi ben bunlardan başka içmem hayatta, en sevdiğim mmmmmh” diyerek.. Kıvırcık üç tane şu kocaman “marmara gold” şişelerinden aldı; “Benim mide biraz geniş, bunlar anca yeter” dediğindeyse hepimiz gülmeye başladık.. Sıra Pan’la bana geldiğinde altışar tane kendi favorilerimizden aldık ve de iki paket camel soft..


Deniz kenarındaki banklardan birine geçtiğimizde hepimiz koyduk o kara poşetleri ayaklarımızın dibine.. Pan bir tane kırmızı tuborg çıkarttı ve ben de efes dark.. Birbirimize bakıp güldük “Hadi şimdi değişelim” diyerek.. Pan’ın açtığı tuborgu ben aldım, benim açtığım efesi de Pan.. “Neye içiyoruz?” diye sordum ortaya.. Efsane “Bu okuldan bir an önce siktir olup gitmeye!” diyerek dikti birasını.. Artist “10-15 santim daha uzamaya” diyerek güldü ve dikti birasını.. Hepimiz “Artist haklı beyler dağılın” diyerek gülüyorduk. Kıvırcık “Lan oğlum bana bir şey kalmadı..Hadi madem ben de şu kaldığım derslerden geçmeye içeyim” diyerek aldı bir yudum.. Pan’a bakıyordum “Sıra sende”.. der gibi.. “Sen söyle önce” dedi bana.. “Şu ilk biralar birbirimizin poşetten.. O yüzden ilk dilekler birbirimizin adına olsun, sonrakileri de kendi adımıza yapalım?” dedim.. “Bana uyar” dedi piç piç gülerek.. “Lan oğlum adam akıllı bir şeyler dile ama” dedim ısrarla.. “Tamam önce sen o zaman” dedi bana.. Elimde kırmızı tuborgla Bornova’ya doğru bir bakış attım “Sen de bu gece kırmızı tuborg içiyorsun belki” diye düşünerek.. Bornova “Keş”ti benim için.. Ardından Pan’a dönüp “Ne olursa olsun, hep bir yolunu bulalım” dedim.. “Hep bir yolunu bulalım amk” dedi.. Tenekeyi tenekeye vurduk ve diktik biraları…


Hayatımda içtiğim en anlamlı biraydı bu.. Aklımda Keş, yanımda Pan ve elimde ikisinin de en sevdiği içki.. Bazı anlar gelir hani böyle “Daha ne olsun lan, hayattayım işte.” diye iç geçirerek tüm beklentilerini sıfırlarsın.. Biz de hayattaydık işte, hayat doluyduk. ve beklentilerimi “o gece için” sıfırladım orada.. Bu hayata “bokunu çıkarmak” için değil, “tadını çıkarmak” için gelir insan.. Ben de bu hayatın tadını, “bokunu çıkarırcasına”, çıkarmaya yemin ettim o gece.. Pan’ın dediği gibi; “Hep bir yolunu bulalım amk.”


Pan’la birbirimize bakıp “Dibini görmeyen ebesinin amını görsün” diyerek bir anda biraları fondipledik.. Boş tenekeleri poşetlere geri koyarken hala geğiriyorduk.. ve ikinci biraları açarak özümüze döndük; sonunda o tuborguna bense efesime kavuşmuştum.. Kıvırcık “Lan oğlum! Ben de ne eksik diyorum haa! Çiğdem almayı unuttuk..” diyerek fırladı yerinden.. İzmir’de olmak böyle bir şeydi.. Bu şehir “saygıyı hakediyor”du.. Kimse bizi ona “çiğdem” dememiz için zorlamamıştı ama biz İzmir’i, İzmirliler gibi yaşamayı seviyorduk.. Bizi anlayan bu şehre, bizim de onu anladığımızı göstermenin en güzel yoluydu bu.


“O mekan senin, bu mekan benim” diye hayaller kurup, ardından “deniz kenarındaki bir bank”ı hiç bir mekana değişmeyen İzmir aşıklarıydık.. Pan’la beraber, Temmuz’un ikinci haftasında çıkan o Demir Demirkan albümündeki, en favori şarkımızı söylerken dördüncü biralarımıza başlamıştık.. Şarkıyı medya bağlantısından dinleyemeyecek olanlar için sözlerini yazayım..


“İçimde bir boşluk var neyle doldursam//Parayla mı aşkla mı hayaller kursam..


Alem oyuncu olmuş, sokaklar sahne//Sevdiğim bir kız vardı olmuş bir kahpe.


Bir yudum, bir nefes her şey şahane//Bir yudum, bir nefes hayat şahane..


Yürüsün üstüme gelen gelsin//Bırakıp ortama giden gitsin


Olan olmuş diyen sussun //Vurdum ben bu dünyanın dibine


Kafamda bir hoşluk var nasıl anlatsam//Kadehimi, sigaramı neyle doldursam//Parasızlık, pulsuzluk hepsi bahane…


Bir yudum, bir nefes her şey şahane//Bir yudum, bir nefes hayat şahane….”


Öyle hareketlerle söylüyoruz ki bu şarkıyı görsen yaşıyoruz sanki.. Hani şu bizim tribe girerek klip çeker gibi şarkı söyleme olayı vardı ya; işte bu şarkıda da bildiğin “Sahil rocks beyleeeer!” modundaydık.. Kafalarımızı yukarı aşağı sallayarak ve nakaratlarda eşşek gibi sırıtarak söylüyorduk.. “Alem oyuncu olmuş, sokaklar sahne” kısmınıysa ikimiz de yanlış ezberlemiştik; “Alem oyuncu olmuş, sokaklar sahte” diye söylüyorduk.. Pan’la benim önümde oluşan “bira kutusu dağı”; Kıvırcık’la Artist’in önünde “çiğdem kabuğu dağı” şeklinde oluşmuştu..


Biz beşinci biralara geçtiğimizde Efsane Abi deniz kenarında çoktan soyunmuş ve dizlerine kadar suya girmişti.. Pan “Abi yaaa allasen bi beline kadar gir şu suya da kurtar bizi bu işkenceden” diyerek yarılmıştı.. Bense içten içe “Oyh dursun biraz daha böyle yaa, gözlerim şenlendi amk” modundaydım.. Efsane, beline kadar suya girdikten sonra bize doğru dönerek “Hadiyin lan girmicek misiniz denize?” diye sordu.. Kimsenin soyunası yoktu; malum, ertesi gün taşşak geçilme olasılığı falan.. Efsane “Hadi Anıl, sen de mi girmeyeceksin?” dedi, iki kere suya dalıp çıkarak.. Bir iki saniye düşündükten sonra “Su nasıl abi?” diye sordum.. “Girince alışıyorsun” dedi..


“Girince alışıldığını” benden iyi kimse bilemez. “Tamam geliyorum abi” dedim gülerek.. Pan “Oğlum saçmalama lan kırık şişeler falan vardır. Ayağını kesceksin!” dedi ama kafalarımız kıyak olduğundan gülüyorduk hala..


Kaşınan göte yarrak Şam’dan şahlanarak gelir.. Daha önce hiç, bir erkekle, çırılçıplak yüzmemiştim.. Bu, “gece denize girme” olayı zaten başlı başına tüm fantezilerimi körüklüyordu, bir şey yaşanmayacağı kesindi ama en azından banyoda bana malzeme çıkar diye düşünüp “Ne kaybederim ki” diyerek omuz silktim içimdeki Anıl’a..


Deniz kenarında tamamen soyundum, içimde boxer’ım vardı denize girme ihtimaline karşı giymiştim.. Dizlerime kadar suya girdiğimde Efsane “Oğlum çıkarsana şunu lan, ıslanmasın. Üşütürsün çıktığında” diye fısıldadı 3 metre öteden.. Yüzüm kızarmıştı, Allah’tan sahilin ışıklarını arkama almıştım da yüzümün rengi belli olmuyordu.. İtiraz etmeden dinledim Efsane’yi ve çıkarıp kayalara doğru fırlattım iç çamaşırımı.. Arkadan bizimkiler ıslık çalarken Pan “Ay doğduuu üüüze’ri’miiize” diye ilahi söylemeye başlamıştı. Efsane bir an madenime baktıktan sonra gözlerime bakarak “Utanma oğlum, siktiret onları” diyerek gülümsedi.. Madenim yarı ereksiyon halindeydi.. Tüm dikkatimi suyun serinliğine verip yürümeye başladım.. Suya tamamen girdiğimde kıyıdan sesimizin duyulamayacağı uzaklıktaydık.. An itibariyle sikmişim romantizmi, aklımdan geçen tek şey; “Acaba su içinde yapsak tuzlu su yakar mı MiğferDibi’mi”ydi..


Hırçındır İzmir’imin Körfez’i.. Başına buyruktur.. O gece “ayna” gibiydi su, yıldızları sayabileceğimiz kadar “ayna”.. ve Efsane’nin yüzü su’dan sekiyordu gözlerime.. Aşağı doğru çizgi çizgi olmuş göğüs kılları.. Omuzlarında damla damla birikmiş deniz.. Islak turuncu saçları.. Konuşacak bir şey bulamadığımdan, aptal aptal gülümsüyordum.. Efsane “Nasıl? Alıştın değil mi?” diye sorunca; “O kadar da serin değilmiş abi” diyerek gülümsedim.. Hani şu gülümserken histerik şekilde çıkardığımız “Ihhh-ıhhh”vari sesler var ya, saniye başı “ıhhh-ıhhh”lıyordum ben de.. Çok yakındık birbirimize.. “Dudakların titriyor oğlum nasıl serin değil lan” diye fısıldayarak eliyle dokundu dudaklarıma.. Romantik bir dokunuş değildi bu, çok saniyelikti.. ve ekledi “Harbiden buz gibi olmuşsun” diyerek.. Su içinde hafif çömelmiştik, çok derinlere gitme riskini alamadığımızdan.. Dizlerimiz birbirine arada değip duruyordu.. O an, orada öpse beni, yemin ederim ki ne sahilden bize bakan arkadaşlarım umrumda olurdu, ne de “itibar”ım. ve bir insana “bir göz kırpmalık” mesafedeyken, “bir ömürlük” uzaklıkta olmanın ne demek olduğunu anladım.. Ne mi demek? “İlk hareketi O’ndan beklemek” demek.. “El mahkum, göt gardiyan”; öylece beklemek demek.


Silip de unutamadığım geceler hep mi dönüşecek böyle kalp ağrısına.. Gülümsedim suyun altından koluna dokunurken ve “Abi ben üşüdüm, çıksam iyi olur” diyerek kıyıya doğru yüzmeye başladım.. Yüzmekten çok yürüyordum sudan çıkmadan.. Kıyıya vardığımda kayalardan iç çamaşırımı alıp yine madenim Efsane’ye dönük şekilde giydim.. Belli belirsiz gülümsüyordu uzaktan bana.


“Bazı şeyler yaşanmadan bırakılmalı.. Yaşanacağından emin olmadan o şey’e başlanmamalı..” diye düşündüm.. İçmeyeceğin şarabı açmayacaksın arkadaş.. Ne sen sarhoş olursun, ne de o şarap “şarap” kalır.. Yine elimde bir şişe “sirke”yle kalakalıp, “olsun yaa buna da şükür” diyerek avunmak istemedim.. “İstemedim”den öte; “Götüm yemedi”.. Giyinirken aklıma takılan bir diğer şey de; böyle “götüm yemedi” diye diye nereye kadar idare edebileceğim… Yemeyen insan “aç” kalır, ölür.. Ya körüklenmeyen cesaret? Kurmaya cesaret edemediğim cümlelerin başındaydım.. Yaşamaya cesaret edemediğim “an”larınsa sonunda.. Cümleler her zaman kurulur, o yüzden hep “başında” kalırsın o cümlelerin.. Yaşamaya cesaret edemediğin şeyleriyse yaşamadan bitirirsin, an’ı geri döndüren var mı ki?


Pan’ın yanına oturup son biramı açtığımda Pan kulağıma “Oğlum noldu lan orda çok yakındınız?” diye fısıldadı.. “Ne olcak amk, su serindi baya bi” dedim hala titreyen dudaklarımla gülümsemeye çalışarak.. “Bilmiyorum abi, gözüm hiç tutmuyor şu elemanı” dedi Pan.. “Gözümüzün tutmasına gerek yok, şu an burada içtiğimiz biraları biz almış olsak da bunu içebiliyor olmayı hala ona borçluyuz.” dedim omuzlarımı silkerek.. “Kolonya daha cazip görünmeye başladı” dedi Pan.. İkimiz de gülüyorduk.. “Oğlum bir söz verelim mi birbirimize lan?” dedim Pan’a dönüp.. “Sözlenicez hiiiiiiiiii” diyerek gülmeye başladı piç piç.. “Sikerim la bi ciddi olmaya çalışıyorum sikiyosun modumu” dedim gülerken.. “He söyle yarraaaam” dedi Pan.. “Sen iyileşene kadar ayda en fazla bir iki kere içelim.. Böyle ilaçları almadan iyileşmen zor.” dedim.. “Sanane piç” dedi yine umrunda değilmiş gibi.. “Oğlum iki sene sonra da yanımda babaannem gibi ilaç torbasıyla gezip beni rezil et istemedim, ondan şeaptım” dedim sırıtarak.. Yine gülmeye başladık.. Biraları yarıladığımızda “Tamam..” dedi sadece.. “Tamam” dedim.. “Söylesene şu mal çıksın artık denizden” diye fısıldadı kulağıma Pan.. İkimiz de kopmuştuk, Efsane bildiğin kurbağa gibi sudan çıkmıyordu..


“Abi, istersen çık biraz; hem gitmeden önce kurumuş olursun” diye seslendim.. “Tamam, tamam.. ama daha bir iki saat oyalanırız.” dedi.. Pan’la birbirimize “OhhhoooOOOOooo” bakışı attıktan sonra 50m ilerdeki tekel bayiinin hala açık olduğunu gördük.. “O zaman biz bir iki şey daha alıyoruz abi, olur mu?” diye seslendim Efsane’ye.. “Tamam ama bak kafayı bulursanız taşımam sizi” dedi tehdit eder gibi.. “Taşı diye ölüp bitiyorduk burda zaten.. mal lan bu” diye fısıldadı yine Pan.. Gülerek kalktık yerimizden ve bakkala girdik.. Pan, parlayan gözlerle “Köpek öldüren var burdaaaaağğğ” diyerek çekiştirdi kolumdan.. Bakkaldaki adam “Ayıp ediyorsunuz ama, şaraplarımın hepsi kalitelidir..” diye tersledi bizi.. Pan’a “Kaliteli köpek öldüren bunlar” diye fısıldadım.. Gülerek en ucuz şaraptan iki şişe aldık.. Tadı madı umrumuzda değildi; alkollü mü alkollü işte; maksat kafamız güzel olsun..


Bakkaldan çıkarken, “Bir yudum, bir nefes her şey şahane.. Bir yudum, bir nefes hayat şahane” diye, şarkıyı mırıldanıyordu Pan ve elimizde; gazete kağıdına sarılıp, siyah poşete konmuş “ucuz” şaraplarla, “paha biçilmez” bir sevinci paylaşıyorduk.. Yine “aynı” şarkıyı “farklı” tonlarda söyleyerek krize girdik.. Pan böyle ekstra kalın bir sesle giriyordu şarkıya, ben de sikilmiş karga sesiyle eşlik ediyordum; arada sesleri değiştiriyorduk.. O kafayla seslerimiz bize çok sanatsal gelmişti; taa ki diğerleri kendilerini yerden yere atıp gülene kadar.. Bozulduk biraz ama aldırmadık. Bir yudum, bir nefes; hayat şahane!


Sabaha karşı, fabrikadan ödünç aldığımız bir merdivenle duvara tırmanıp, yine aynı şekilde döndük okula.. Çalıların arkasında üniformaları giyerken yere düşüp duruyorduk, her düşüşümüzde de yerden beş dakika kalkamıyorduk böyle “ters dönmüş hamamböcekleri” gibi kol bacak hareketleri yaparak gülerken.. Sağ salim yatakhanelere vardığımızda Pan’la bir paket sigara alıp etüt odasına geçtik.. Yatağa yatıp uyumayı denemiştik ama gözlerimizi her kapatışımızda midemiz bulanıyordu.. Evet, yine bokunu çıkarmıştık ama tadını da çıkarmıştık..


Bu sefer pencereden bakarken “Ne tuhaf değil mi?” diye sordu Pan.. “Hıhı, evet, çok tuhaf” dedim.. “Oğlum neyin tuhaf olduğunu daha söylemedim ki mal” dedi.. “Söylemedin ama susarak yanıt bekledin sik kafalı” dedim gülerek.. “Yok yok, valla biz ciddi konuşamıyoruz abi” dedi gülerken.. “Bir saat öncesinde şurada rahat rahat şarap içerken, bir saat sonrasında burada gizli gizli sigara içmek tuhaf değil mi?” dedim elimle sahili işaret ederek.. “Nereden anladın la onu diyeceğimi” diye sordu gülümseyerek.. “Aynı şeyleri aynı anda yaptığımız için belki..” dedim.. “Dışarda olmak vardı şimdi yaa….” diyerek sustu yine Pan.. Bu sefer konuşarak havayı dağıtmak gelmedi içimden.. Ben de susarak, kendimi dinlemeye başladım.. Geceler boyu hane hane ışıklarını söndürerek uyuttuğumuz İzmir’i, ilk kez güneşini uyandırırken izliyorduk..


An’lar vardır “efkârsavar”, an’lar vardır “efkârsever”…


P’an’lar vardır “an’lar onlarla güzel”.


Yorumlar