Bölüm 134

Otobüsten inip servise bindiğimde; İzmir, turuncusundan silkelenememişti henüz.. Valizlerimi aldıktan sonra “Servisleriniz ne tarafta acaba?” diye sordum muavine. “Te şurada karşim” diyerek bana ebesinin amını gösterdi.. Burnumdan soluyordum “Ne boka bunca kirliyi eve taşımıştım ki sanki okulda çamaşırhane yok!” diye kendime saydırırken..


Valizleri ikide bir dura dura taşımaya başladım.. Ben böyle küçüklüğümden beri her şeyi iki kolumda da eşit süre taşırdım.. Bir koluma, diğerine yüklendiğimden fazla yüklendiğimde, o kolumun yine diğerine göre zamanla daha “uzun” olacağına inanıyordum.. Hayır, büyük ihtimal imkansız, ama ya imkansız değilse? İşte böyle saçma şeyleri dert ettiğimden on metrede bir çantaları farklı koluma geçire geçire vardım servislerin oraya.. “Abi ne tarafa?” diye sordu şoförlerden biri, “Üçkuyulara..” dedim.. Yine sıranın sonuna doğru bir servisi işaret ettiklerinde bacaklarım titriyordu sinirden..


Servise bindiğimde şoföre “Abi bi sigaralık vaktimiz var mı?” diye sordum yalvarır gibi.. “Olmaz mı güzel abim, hani ne içiyorsun?” diye sordu.. “Sever misin bilmem ama camel” dedim böbürlenerek. “Oooooooo” dedi takdir ederek.. “Buyur abim sen de yak bi tane” dedim.. “Yok sağol, marlborodan başka içemiyorum; öksürtüyor” dedi pişkin pişkin.. İçimden “Madem içemiyon ne OoooOOoo’luyon mk pezevengi” diyerek indim servisten ve yaktım bir dal yol boyu ezilmiş paketimden..


Bu şehir öyle turuncu, öyle güzeldi ki bu saatlerde… Servisin camına bakarak saçlarımı düzeltirken kendimi eski zamanların fotoğraf albümlerinden fırlamış gibi hissettim.. Yüzüme vuran turuncu güneş, camdaki yansımama sepya bir hava katmıştı.. Saçlarımı düzeltmeyi bırakıp artistik hareketlerle sigara içme alıştırmalarına geçtim, ardından tuhaf tuhaf hareketler yaparak halka atmaya ve en sonunda da abidik kubidik surat hareketleri yaparak dans etmeye.. Aracın önünden dolaşıp yanıma gelen şoför “Abicim iyi misin?” diye sordu gülerek.. Öyle çok utanmıştım ki “Şeey.. Gece boyu uyudum otobüste de ondan şey edeyim dedim….bi saçlarımı düzelteyim diye sadece..” diyerek yeni yaktığım o ikinci sigarayı yere atıp servise bindim.. Adam aracın önünde hala sırıtıyordu eliyle ağzını kapata kapata, sırıtmayı kestiğindeyse içeri doğru bakıp benimle göz göze geliyor ve ardından yine kıhkıhkıh diye gülmeye başlıyordu..


Henüz saat çok erken olduğundan kapıda “arama” yapılmaz diye düşünüp Üçkuyular’da firmanın yazıhanesinin en yakınındaki büfeden 3 karton camel aldım.. ve kartonları çantama tıkıştırıp büfenin önünden bir taksiye atlayarak okula doğru yola koyuldum.. Tamam benim disiplin puanım Pan’a göre düşük, ama Pan’ın da uğraşması gereken tonla derdi varken bir de cezalara kafa yormasını hiç mi hiç istemiyordum.. 3 karton sigara ve iki çakmakla beraber okulun “ana giriş” kapısından geçip o “ikinci giriş”e çıkan yokuşu tırmanmaya başladığımda üç buçuk atıyordum korkudan.. Korktuğum asıl şey “sigaraları yakalatıp ceza almak” değildi.. Çok ciddiyim, tek korkum o sigaraların tek dalı bile ciğerlerimizi şenlendiremeden gidecekti çöpe.. Hep o yakalanan sigaraların çöpe atılacağı vs söyleniyordu bize ama sikseler inanmam bu yalana ben.. Havalimanlarında o “Hayır efendim; yolcu kabinine 50ml’den fazla likit alımı yasaktır.” denilerek çöpe attırılan şahane parfümlerin daha sonrasında elemanlar arasında paylaştırıldığı hissine kapıldığım gibi; bu sigaraların da çöpe “gösteri maksatlı” atılıp daha sonradan alınarak keyifle kullanıldığı hissine kapılıyordum.. Ben olsam öyle yapardım! Nimet o lan nimet, hayatta izin vermezdim göz göre göre ziyan olmalarına…


Yokuşun ortasındaki hafif virajı döndüğümde girişte kontrol olmadığını gördüm, nasıl bir rahatlama anlatamam.. Hele o sigaralarla beraber koğuşlara vardığımda ellerim titriyordu heyecandan.. Hemen Pan’a mesaj attım “Pşşşşt lan ben vardım, okuldayım.” diye.. Sürpriz yapacaktım kardeşime. Bir anda onun da sigara sokarak risk alması ihtimali geldi aklıma ve bi mesaj daha attım “Ben sigara soktum içeri, senin almana gerek yok :D” diye.. Aradan 10 dakika geçti hala yanıt yok.. Bir mesaj daha attım “Uyansana piç!” yazarak.. On dakika sonrasında yine yanıt gelmeyince telefonla ardarda “sonsuz” kere aramaya başladım.. Telefon çalıyor ama tık yok, yanıtı geçtim meşgule bile atmıyor ağzına sıçtığım.. Bir saat kadar sonrasında pes etmiştim ve içimden “Soksun piç sokabildiği kadar sigara da görsün ebesinin amını! İyilik yapanda kabahat zaten!” diye söylene söylene kantine vardım.. Kantinin girişinde idareden bir kıdemli vardı.. “Laaaan, şşşşt! Anıl? Sen misin o evladım gel buraya!” diye seslendi bana.. Bahçenin ortasından hafif tempo koşmaya başladım.. Bu hafif tempo benim kurtarıcım, yürümeyerek “Bak sizi çok önemsiyor ve saygı duyuyorum” imajı yaratıyordum ve koşmayarak da “Benim korkacak bir şeyim yok o yüzden yalakalığa ihtiyaç duymuyorum” havalarına giriyordum.. “Koşsana lan hıyar!” diye haykırdı bana benim “Anıl” olduğumdan emin olunca.. Nefes nefese kalmış ayakları yaparak “Buyrun” dedim.. “Oğlum madem bu kadar erken gelecektin neden bize haber vermedin?” dedi gülümseyerek.. “Neden ki?” dedim saf saf.. İdareden olan o kıdemli bana “Nedeni mi vaaar… Aaa oğlum koskoca Anıl geliyor, bi kırmızı halı sermeden…çıksçıksçıks hayatta olmaz, yakışmadı bu bize çok utanıyoruz şu an sizi karşılayamadık diye…” derken, yavşak yavşak sırıtmaya başladım. Bir de üzerine ikide bir “Olsun ben yine de karşılamadan çok memnun kaldım” diyerek “ahihi ihihi uhuhu” diye gülüyordum.. Öyle bir şamar gömdü ki kafama ben üç takla iki parende bir burgulu iki de üçlü salto falan böyle.. Kıdemlinin (O’ndan Lama diye bahsedicem, çok tükürük saçardı konuşurken); Lama’nın yüzüne şaşkın şaşkın bakakaldım.. “Lan evladım bilseydik üstünü başını arardık, hıyar! Kimbilir neler soktun içeri!?” diyerek üstümü başımı aramaya başladı.. “Valla bir şey sokmadım, yemin ederim ki bir şey sokmadım..” deyip duruyordum.. Üzerimde bir şey bulamayınca ayakkabılarımı çıkarttırdı ve çoraplarımın altına dokundu çakmak vs saklamış mıyım diye.. “Bir şey diyebilir miyim?” diye sordum masumca.. “Söyle bakalım, üstün temiz; aferin” dedi.. “Bir dahakine çoraplarıma memleket izinlerinden dönüşlerim harici dokunmazsanız… Yani ben sizi düşünüyorum” dedim hafif gülerek.. Lama elini bir kere daha kaldırdığında ben çoktan yere yatmıştım.. Sonunda Lama da kendini tutamadı ve gülerek “Hadi hadi bırak itliği de.. Bugün kahvaltı servisi yapılmayacak, öğlen yemeğinde kumanya var, akşam herkes geldiğinde yemek servisi yapılacak..” dedi.. “Herkes derken kaç kişi geliyor ki?” diye sordum.. “Ha ha hahahahahha ha hahaha” diye tüküre tüküre gülmeye başladı ve ekledi “Şakka lan hepi topu 20 gerizekalısınız” diye.. Sinirim bozulmuştu.. “Şaka şaka, bir gerizekalı artı 19 öğrenci.. Hadi sen kantinde vakit geçirerek o 19 öğrenciyi bekle.” diyerek sırtıma vurdu.. “Peki” diyerek döndüm arkamı ve kantine girdim.. O son söylediğinde ne ima ettiğini anlamam çok rahat bi beş dakika sürdü.. Sonrasında da “HaaaaAAAAaaaaaAAAaa” diye o ambulansvari “şimdi anladım” zılgıtını koyarak gülmeye başladım.. Sabah sabah ne içmişti bu Lama böyle, normalde siksen yüzüme bile bakmaz.. “Sanırım yavaş yavaş idaredekiler de beni sevmeye başladı” diye gururlanaraktan bir kahve alıp geçtim en ön koltuğa ve açtım televizyonu.. Pan’dan hala ses seda yoktu, içimden “Neyse saat bi 9-10 olsun yine ararım” diyerek yayıldım koltuklara.. “19 öğrenci artı bir gerizekalı.. HmmmMMmm… Demek artık o kadar belli ediyorum ha… Vay be! Lama fena koydu.. Çooook pis koydu..” diye homurdanarak kanalları gezmeye başladım..

Yorumlar