Bölüm 132

Medyadaki şarkı.. Belki çoğunuzun tarzı değil ama “bir dilim Anıl tadında”..



***


Sabah Tekirdağ’a vardığımda saat 10 civarıydı.. Otobüs camında kafamı sektire sektire uyumuş, biraz olsun kendime gelmiştim.. Sahilde, sevilen bir köftecinin önünde indim otobüsten; meşhurdur köftesi memleketimin.. Zaten Tekirdağ denince akla bir rakı gelir bir de köfte.. Biz Tekirdağlılar zor insanlarız, içmeden şenlenmez gönlümüz.. Bizi anlamak da zordur, baharı yaza karan aylarda buram buram anason kokan sokaklarımızı turlamayan anlayamaz.. Avrupalıyız oğlum bir kere! Kendimize has lisanımız var; küfrederek severiz, söverek överiz.. Gerçekten kızınca da “Bi siktir git..” der ve karşı tarafın gitmesini beklemeden kendimiz çeker gideriz.. Yaz mevsimleri karpuz kabuğu denize düşünce değil, gırnata sesleri gecelere üşüşünce başlar burada.. “Doremi”li gecelerde oyun havalarıyla güler, oyun havalarıyla kavga eder, davula söver, klarnete para sıkıştırırız.. “Akdeniiiiiiizzzz akşamları bir başka oluyor” diyerek sevdalanmaz insanlarımız; “Kara gözlü çingenem aşık oldum ben sana, seni çok seviyorum inanmıyorsun bana” diyerek kaldırırız kadehlerimizi.. Denizi görmeden huzur bulmayız, deniz olmayan memleketlerde yaşamaktan çok korkarız.. “Mavi”dir huzurumuz, “Beyaz”dır tadımız tuzumuz.. Rakıyı fazla koydun mu kadehe “Ööösssst be ayvan!”; suyu fazla kaçırdın mı “İmamın abdest suyu..”; kıvamını tutturdun mu “Elal olsun be aganın!”dır gecelerimiz.. Sen ona “kahvaltılık” dersin, biz “meze”… Birileri dostlarımızın moralini bozduysa “Ayvan onlar bea sen ne bakıon onlara” der teselli ederiz, birileri bizim moralimizi bozduğunda da “Aydıycam ben onları bak gör” diye sayıklar dururuz.. Fos tehditler savururuz, ve en sonunda da “Allaaaaandan bulsun aç köpekler!” der susarız.. İçki görünce aklımız durur; “Bakmıyorsa kurut, bakıyorsa sırıt!”tır mottomuz.. Dışardan gelen insanlar dertlerimizi anlatışımıza gülerler, severiz ağlanacak halimize gülmeyi.. Yine de hemşehricilik yoktur buralarda, “acı acıyı Mekke’de, oca ocayı tekkede aydarmış oğlum bırak bana maval okuma” der ve buna da güler geçeriz..


Denizimiz balık kokar.. Gün batımı “kadeh tokuşturma” sebebi değildir, “adi adi çok konuşma da aç ordan bi bira”nın vakti yoktur buralarda.. Denizi izlemeyi severiz, İzmirlilerin “çiğdem” dediğini biz üstümüz başımızla çitleriz.. Tekirdağ’ı anlamak için “uğramak” yetmez, “yaşamak” gerek… Başımız şıkıştığında “bir büyük”e danışırız; bu genelde 70’lik olur; paramız yeterse 100’lük daha da bir candır.. Serseridir memleketimin ayvanları… Bu memlekette hepimiz “çok bilmiş” geçiniriz, topumuz “aksızdır” ama “aksızlığı ayatta kabul etmeyiz”.. O iştahla yuttuğumuz “H” harflerini aşırı kibarlaştığımızda da “Hüzüm hister miydiniz, çekirdeksiz bunlar?”daki gibi gereksiz bir cömertlikle kullanıp, kullanmadığımız zamanların acısını pek güzel çıkarırız.. Pelikanlarımız vardır limanda, en son bir kaç taneydi tabii o ayvancıkları da kesip meze yapmadıysalar.. İçki ısmarlayan insan bizim için “Çok baba insan”dır.. Ondan iyisi yoktur dünyada..


Çalışmayı pek sevmez, haindir buranın insanı.. Haindir diyorum çünkü götümüzü kaykıltmaya eriniriz, biri on kere “kaysana be accıkın yana” demeden kıpırdamayız.. Gereksiz yerde sövüp gerekli yerde sustuğumuz da çoktur.. “Ayretim şaştı” der heyecanlarımız, hayretimizi bile şaşırtabilen tuhaflıklar bizi çok kolay bulur; o tuhaflıklar bizi bulmazsa, biz o tuhaflıkları kendimiz yaratır yine “ayretim şaştı” diye bakakalırız. Kızlı erkekli içmeye bayılırız, akraba evliliği çok görülmez; “Komşuya bile kardeş gözüyle bakarız”.. Kardeşliği “sikişmemek” olarak anlayan zihniyetimiz o kardeşliği “dedikodu yapmayarak” pekiştiremez.. Bayılırız dedikoduya.. Biri sorsa “Yok ben ayatta dedikodu yapmam” deriz, ama ağzımız açık dinleriz.. O açık ağız dinledikten sonra da kapanmaz ve “Ağzımızdan kaçırıveririz”.. Bir sırrı tutmamız için o sırrın ucunun bize değmesi lazım; aksi takdirde “Banane beaaa, beni iiiiiç alakadar etmez” deriz.. “Akketen bee ben onu iiiiç öyle düşünmemiştim” de genel özür dileme yolumuzdur.. Acı kabak götüne değmeden zıplamaz memleketim insanı.. Gezilecek çok mekan yok; çünkü tüm sokaklar, bizimdir burada.. Delikanlılarımızı osurtan yokuşlarımızdan gelir ismimiz.. O yüzden sahile inmeye bayılır, eve dönmeye üşeniriz.. Bayır inmek daha bi kolayımıza gelir.. İnsanı usandırır, manzarası özendirir memleketimin.. O yüzden bir gün uğrarsan sakın bir yetmişlik içmeden dönme.. Bir yetmişlik tadında izle kavgamın şehrini, izle ve gör benim gözümden.. Dinle, insanları dinle; sokakları gör, denize dokun.. Bir kere de güneşi Tekirdağ için ve Tekirdağ’da batır.. Sonra kalk ve bağır “Bir daha nah gelirim, bu muydu lan!” diye, bağır ki o rakı şişesini götüne sokayım “Yanlış yerinle içmişsin sen rakıyı” diyerek.


Karabiber’in oturduğu mahalleye geze geze geldim.. Bir yokuş tırmanıp, bir ara sokağa girerek; yol boyunca durmadan yokuş çıkmaya takatim yoktu. Kapıyı her zamanki gibi gülen gözlerle açtı, öyle güzel gülümsüyordu ki, ve öyle tamamen… Sarıldık uzun uzuuuun.. “Ooooo beyimiz görmeyeli bildiğin kas yapmış” diyerek omzuma vurdu.. “Sana kendimizi beğendirelim diye sabah akşam çalışıyoruz be canım” diyerek güldüm.. “Offf çok özlemişim gel gel, brownie henüz sıcak.. Kahve?” dedi önden giderek.. O “Kahve” deyişi “Ben malımı bilmez miyim” neşesindeydi.. “Sütlü” diyerek güldüm.. Odasının kendine has bir kokusu vardı, parfüm desem değil, krem desem hiç değil.. Böyle Karabiber kokuyordu o oda, çok tatlı ve insanın içini ısıtan bir koku.. İçimden “Allah’ım ne olur gay olmayı bırakabileyim.. Karabiberle evlenelim, böyle güzel kokan bir evimiz olsun bizim” diye geçirdim.. Ben onda bulduğum huzura aşıktım, ve de bana kendimi kimsenin hissetiremediği kadar “erkek” hissettirebilmesini seviyordum.. Okumayı seviyordu, hem de kitap ayırmadan.. ve yazmayı da seviyordu; ruhu çok Anıl’dı Karabiber’imin.. Gözlerimin içine içine bakıyordu beni dinlerken, bu yüzden “yalan” söylemek zorunda kaldığım her durumda eğerdim başımı konuşurken.. Yine gözlerimin içine baka baka “Sanırım yolunda gitmeyen bir şeyler var…” dedi içimi kıyan bir sesle.. İkinci yaz okulunu suçladım başımı eğerek, Pan bu sefer de geçemezse ne kadar üzüleceğimden bahsettim.. “Aaaa bilmiyordum, çok üzüldüm ya bir şekilde beraber çalışır başarırsınız.. Ben güveniyorum sana..” dedi elimden tutarak.. Sebepsiz sarıldım birden.. Sarıldım sıkı sıkı..


Beraber geçen 7 saatten sonra tadı damağımda kalan brownieler değildi sadece.. Odanın kokusu.. Saçlarının kokusu.. Elinin yumuşaklığı ve avuçlarımda eriyen incecik parmakları.. Sarılırken göğsümde dinlendirebildiğim yüzü.. Bir sözümle bin şekle giren kaşları.. Gülüşü.. Evet, evet; en çok da neşesinin sesi.. Sahile kadar sarılarak yürüdük.. Eski günlerimizi, güzel anılarımızı andık; güldük, hüzünlendik.. Otobüsüm geldiğinde “Batarken güneş ardında tepelerin….” diyerek Karabiber’e sarılıp öptüm.. El sallarken dudaklarıyla “Amına koyayım tüm teletabilerin” dedi.. İkimizin de gözlerinden yaşlar geliyordu gülerken.. Keşke tüm vedalar bu kadar içten olsa.. Hemen bir mesaj attım “İyi ki hayatımdasın… :)” diye.. “Seni seviyorum..” diye yanıtladı..


Otobüs hareket ederken “iki güzel göz, bir güzel söz”ün tadı hala damağımdaydı.. Tıpkı şu andaki gibi..

Yorumlar